2000’de GQ dergisince dünyanın en iyi 5 fotoğrafçısından biri seçildi. Bouet’in Diyarbakır Cahit Sıtkı Tarancı İlköğretim okulunda çektiği fotoğraflar, Türkiye Eğitim Vakfı’nın açacağı "40 yıl, 40 Eser" sergisinde sergilenecek. 1 Kasım ’da İstanbul ’a gelmeye hazırlanan ünlü Fransız fotoğrafçı, sorularımızı yanıtladı. Diyarbakır’da karşılaştığı manzaradan o kadar etkilenmiş ki fotoğraflardan bir de kitap hazırlamış. Sınıf adlı kitabın dağıtımı tüm dünyada yapılacak.
Nasıl fotoğrafçı oldunuz?
- 13 yaşındayken, mühendis babam evin bir bölümünü karanlık oda haline getirdi. Filmlerin nasıl yıkandığını ilk defa orada gördüm. İnanılmazdı. Kırmızı ışıkla aydınlatılmış odada fotoğraf basmak çamurdan güzel bir çömlek yapmak gibiydi. Odadan çıktığım anda içimde fotoğraf çekmek için müthiş bir istek oluştu. Ertesi gün babamın 6x6’lık Rolleiflex fotoğraf makinesini ödünç aldım, Paris’teki The III. Alexandre Köprüsü’ne gittim. Bir makara siyah-beyaz
film çektim. Tutkum böyle başladı. Aynı dönemlerde, annem Vogue dergisine abone oldu. Fotoğraflarımı oradakilerle karşılaştırmaya başladım. O fotoğrafları inceleyerek tekniğimi geliştirdim.
Hukuk eğitimi almanıza rağmen fotoğrafçılıkta ısrar ettiniz. Bu durum ailede kriz yarattı mı?
- Hem de ne kriz çıktı. Babamın tepkisi yüzünden evi terk etmek zorunda kaldım. Fotoğrafçılığımı geliştirmek için askerliğimi fotoğrafçı olarak yaptım. Bir sene kaldığım kışlada, kimse yaptığım işle ilgilenmedi. Terhisimden birkaç hafta önce, teyzem ünlü moda fotoğrafçısı Tony Kent’i aramamı ve asistanlık için başvurmamı önerdi. Dediğini yaptım. Tony beni işe aldı. Çok sevinmiştim. Kariyerim başlıyordu...
Para kazandığınız ilk iş neydi?
- Başlangıçta parasızlıktan bütün işleri kabul ediyordum. İlki düğündü. Bu sayede iyi bir Nikon aldım. Babam yaklaşık 10 sene önce öldü, ama bugün hálá onun değerli 6X6 ’lık Rolleiflex’ini saklıyorum. Bir gün yine onunla çok güzel fotoğraflar çekeceğim.
Fotoğrafı nasıl tanımlıyorsunuz?
- Fotoğraf, bir düşüncenin sıkıştırılmış halidir. Bir filmde, bir buçuk saat boyunca hikayeni, duygularını anlatırsın. Fotoğrafta ise tek kareye sığdırmalısın. Birkaç fotoğrafın birleşmesiyle bir hikayeyi ortaya çıkarırsın. Bir gün ben de bunu yapmayı umut ediyorum. Bir ay önce, Amerikalı fotoğrafçı Lee Friedlander’ın sergisini gezince, işte bu işi yapmamın nedeni, dedim. Siyah-beyazla duygularını anlatabilmek.
SEVGİLİMİ ALDATTIKTAN SONRA MODA DIŞINA ÇIKTIM
Çok başarılı bir moda fotoğrafçısıydınız, neden moda size yetmedi?
- 1988’de olağanüstü güzel bir kız arkadaşım vardı. İç çamaşırı çekiminde tanıştığım çok çekici bir modelle aldattım, ikisini de kaybettim. Hayatımı değiştirmem gerektiğini görmüştüm. Bir yıl sonra Berlin Duvarı yıkılırken bu olayı görüntülemek için oradaydım. Geri döndüğümde modanın dışında başka konularla ilgilenmem gerektiğini düşündüm.
1995’te otellerde yaşayanlarla ilgili bir kitap yayınladınız. Onları çekici kılan neydi?
- New York’ta aklıma geldi. Çünkü orada otellerde yaşamak çok olağan. Göçebe yaşamı seviyorum. Bu çalışma sırasında, otellerde yaşayanların da sıra dışı kişiler olduğunu keşfettim.
Yıldızınızı parlatan fotoğraf hangisi? Daha doğrusu hayatınızın dönüm noktası var mı?
- Vogue için çektiğim ilk fotoğraf çok önemlidir. Ünlü sanat yönetmeni Gianfranco Ferre’yi çekmemi istediler. 10 dakika verdi bana. Ters ışıkta çektim, şişmanlığı nedeniyle biraz garip çıkmıştı. İtalyan Vogue’un kapak yaptığı fotoğrafı daha sonra birçok dergi kullandı, dönüm noktam oldu.
Başka ülkelere gidip fotoğraf çekmeye ne zaman başladınız?
- Asistanlığımda seyahatlere başlamıştım. Küba,
Norveç en beğendiğim ülkeler. Kültürleri çok farklı, mutlaka görülmeli.
GQ’nunki gibi ödüller bir fotoğrafçıya ne katar?
- Sadece doğru zamanda, doğru yerde bulunmuştum. Bu ödül birçok kapıyı açtı, çalışmak istediğim kişilerle bir araya gelmemi sağladı. Sanatçılar arasında sınıflandırılma yapılamaz. Yani şampiyonluk yok.
2001’de Fransa’nın iki kişilik en küçük köyünü keşfettiniz. İlk giren siz miydiniz?
- Belediye seçimleri yaklaşıyordu. En küçük toplulukları araştırmaya başlamıştım. Bir ay sonra bir belediye başkanı ve yardımcısının yaşadığı köyü buldum. Burası onları dış dünyadan koruyan yerdi.
Neden 2004’te tembellik ve uyuşukluk temasına yöneldiniz, kitabınızın başlığı Sıradışı Yatanlar ne anlama geliyor?
- Yatak, rahat ettiğim yer. Herkes dörtgen yataklarda uyur. Paris’in merkezinde çatı katında yaşayan sanatçı bir arkadaşım, kafes görüntüsünde bir yatak tasarladı. Bir kadın hafta sonu bu yatağı kiralıyormuş. Hayatın farklı yönlerini keşfetmeyi sevdiğim için bu konuya yöneldim. İki farklı yatağı olan Kenzo ile tanıştım. Biri her zaman uyuduğu yatak, diğeri de ülkesine özlem duyduğu zamanlarda uyuduğu Japon şiltesi. Tüm bu yatakları gördükten sonra kendi yatağımın fazla normal olduğuna karar verdim.
Hayatını ideal erkeği bulmaya adamış kadınlar, kaptanı Brad Pitt olan bir yatın gelip kendilerini kurtarmasını bekliyor
2003’te 4 yıllık araştırma sonucu hayatını ideal erkeğini bulmaya adamış kadınlarla ilgili bir kitap yayınladınız...
- Bu fikir aklıma uçak havaalanına inerken geldi. Dergi okuyordum ve eş bulmak için dergiye mektup yazanların mesajlarına gözüm takıldı. Kişilerin kendilerini çekici bulmaları, bunu dergiye yazmaları çok garip gelmişti. Dergiye ben de bir mektup yazdım. Hayatını ideal erkeği bulmaya adamış kadınların fotoğraflarını çekmek istediğimi belirttim. Bir ay sonra ilk cevap geldi. İnanamamıştım. Sonra bir-iki cevap daha geldi. Görüştüklerimin hepsi yalnızlıktan şikayetçiydi. Çok etkilenmiştim. Ne mutlu ki evliydim ve bir kızım vardı. Eşim devam etmem için beni cesaretlendirdi. O ara L’EGOISTE projeyi duydu, satın aldı. Bir yayıncıdan kitap teklifi gelene kadar sürdürdüm.
Hayatını ideal erkeği bulmaya adamış kadınları tanımlar mısınız? Ne iş yaparlar? Nasıl görünürler? Bir ortak özellikleri var mı?
- Tanıştıklarımın büyük çoğunluğu yaşanmaz bir ıssız adaya terk edilmiş gibiydi. Kendi zenginlikleriyle yaşadıkları yeri daha konforlu ve yaşanır bir hale getirmek yerine, muhteşem bir yatın gelip onları kurtarmasını bekliyorlardı. Tek sorun, kusursuz kıyafetiyle, doğru seçilmiş bir şişe şampanya ve olgunluğuyla kaptanın Brad Pitt olması gerekiyordu. Bu, genç kızların rüyalarını süsleyen beyaz atlı prensin hikayesi. Yani imkansız.
Aradığı erkeği bulan hiç yok mu?
- Prensler sadece romanlarda yaşar.
Dört yıllık araştırmayı kaç ülkede, kaç kadınla yaptınız? Nasıl fotoğraflar çektiniz?
- Sadece Fransa’da seyahat ediyorum. 5 bine yakın mektup gönderdim ve 100 kadar cevap aldım. Şimdiye kadar 50 portre topladım. Bunlardan ikisi beni çok etkiledi. Bu, hayatın mükemmel görüntüsüydü. Binlerce kişiyle tanışır ama arkadaş veya sevgili olarak sadece birkaçını benimsersiniz.. Bu çalışma sırasında özel hayatımla ilgili hiç konuşmadım, kadınlar beni bekar zannetti. Ama hiç teklif almadım. Sanırım yatçı stili bende yok.
Gün sonunda süpürgelerle sınıfı süpürdüler, inanamadımTEV’in sergi projesinden ne zaman, nasıl haberdar oldunuz? Diyarbakır’a daha önce gitmiş miydiniz?- Vakıftan yılbaşında teklif aldım. Hayat kimi zaman yaşamımızın geri kalanını etkileyecek sürprizler hazırlar. Bunu 1999’un Aralık ayında moda çekimleriyle ilgili bir sergi için İstanbul’a geldiğimde öğrendim. O yıl Türkiye’de deprem olmuştu. Türk Eğitim Vakfı’nın da yardımıyla sergi açtım, gelirini deprem mağduru öğrencilerin eğitimine bağışladım. Ramazanda Bolu’yu ziyaret ettim. Köylerin ortasında kurulan çadırlardaki geceleri asla unutamam. Yaşadıkları tüm zorluklara rağmen aileler çok misafirperverdi, çok az yemekleri olmasına rağmen beni akşam sofralarına davet ettiler. Diyarbakır önerisi geldiğinde, fırsatı değerlendirmek istedim.
Çektiğiniz fotoğrafları anlatabilir misiniz? Diyarbakırlılar ve çocuklardan nasıl etkilendiniz?
- Okulda fotoğraf çekmek için malzemelerimi çıkardığımda, şaşkınlık içindeki yüzlerce göz beni seyrediyordu. Kıyafetleri yıpranmıştı, ayakkabıları eskimişti, ama hepsi de mavi önlükleri giymekten o kadar gururluydu ki. Binaya girdiğimde, bir öğrenci montumu aldı ve onu kutsal bir emanetmiş gibi taşıyarak yerine astı. Her gün başka bir öğrenci bu tarz gündelik işleri yapmak için görevli oluyordu. Öğrenciler öğle yemeklerini bir parça ekmekle geçiştiriyorlardı. Okulun kütüphanesini gördüğümde çok üzüldüm, raflar hemen hemen bomboştu. Ne kadar eksiktiler ve bu eksikliklere rağmen öğrenmeye ne kadar hevesliydiler... Günün sonunda, öğrenciler süpürgeleri alıp sınıflarını temizlediler. İnanamadım.
TEV’DEN 40 YILA 40 ESER
Türk Eğitim Vakfı 40. yıl etkinlikleri ünlü sanatçılar ve iş dünyasından ünlü isimlerin fotoğraflarının yer aldığı "40 Yıl, 40 Eser" fotoğraf sergisi ile başlıyor. Türkiye’den eğitim ve insan manzaralarının yer alacağı fotoğraflar 1-15 Kasım tarihleri arasında EKAV’da sergilenecek. Sergide Thierry Bouet dışında, Ara Güler, İzzet Keribar, Cem Boyner, Serdar Bilgili, Bedri Baykam, Mehmet Günyeli, Rauf Denktaş, İbrahim Zaman, Şakir Eczacıbaşı, Halim Kulaksız, Sabit Kalfagil, Gökşin Sipahioğlu, Nevzat Çakır, Ahmet Kuzik, Muhsin Divan, Osman Erk, Şemsi Güner, Lütfi Özaydınlı ve Raha Bilir’e ait 40 eser de yer alacak. Eğitime bir kez daha dikkat çekmek amacıyla düzenlenen serginin geliriyle yeni bursiyerlere destek verilecek.