Fotoğraflar: Sinan ÖZBALKAN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 13, 2007 00:00
<1>Foto <1>galeri Zülfü Livaneli, geçtiğimiz hafta konuk olduğu "Beyaz Show"un, soğuk imajını yıkıp neşeli yanını ortaya çıkardığını söyledi.
Kahkaha dolu sohbetin fotoğrafları için tıklayın
Livaneli, "Beyaz, insanlarla arasına blokaj koyan, konuşmayan, resim çektirmeyen ucube biri olmadığımı gösterdi. Ona teşekkür ediyorum. Ben de herkes gibi şakacı, neşeli, esprili biriyim. Sanırım programda bu net olarak ortaya çıktı. Şimdiye kadar kimse kahkaha atacağım şeyler sormuyordu" dedi.
Zülfü Bey’in konuk olduğu "Beyaz Show" çok samimiydi. Ve bugüne kadarki en yüksek reytinginizi aldınız.
Beyazıt Öztürk: Evet, program AB grubunda 44 share’a ulaştı. Bu, genelde maçlarda olan bir sonuçtur. Türkiye’de Zülfü Livaneli, Neşet Ertaş, Orhan Gencebay ve Sezen Aksu gibi değerli isimler var. Zülfü Ağabey’e yadigár bir program kalsın istedim. Sürprizlerle dolu bir program hazırladık. Biz çok çalıştık ama programın enerjisi ve samimiyeti seyirciyi ekrana kilitledi.
Zülfü Bey’in size çok güvenmiş olması da bir etken tabii.
- B.Ö: Bu çok doğru. Zülfü Ağabey güvenmeseydi, programdan gözyaşları içinde ayrılmazdı. Güvenmeseydi langırt oynamazdı ve bu kadar gülüp, eğlenmezdi. Yani sıkardı kendini, kasardı. "Acaba bunun altından bir şey mi çıkacak?", "Beni malzeme mi edecek?", "Bu telefon bağlantısı sahte mi?" gibi aklından bir sürü soru geçerdi. Ancak programdaki ortam her şeyi ile samimi ve doğal olduğu için bu rahatlık hissi herkese geçti.
- Zülfü Livaneli: Sizin de söylediğiniz gibi kendimi Beyaz’a güvenle teslim ettim. Üç saat canlı yayın... Her an, her şey olabilir. Ama "Beyaz idare ettiğine göre iyidir" diye düşündüm. Yalnız iyi niyet açısından değil, büyük bir beceri de lazım. Öyle büyük bir tecrübeyle programı götürüyor ki, her şey dozunda gelişiyor.
KAHKAHA ATACAĞIM BİR ŞEY SORULMUYOR
Beyazıt bu programla bir şeyi daha başardı; sizin gündelik hayattaki halinizi seyirciye gösterdi. Gerçekten de biz sizi böyle bilmezdik.
- B.Ö: Program sonunda Zülfü Ağabey’i Yaşar Kemal arayıp, beğenisini iletmiş. Pazar sabahı yayınlanan tekrar bölümünden sonra da Sezen Aksu aramış ve "Sabah televizyonu açtım, seni gördüm. Bu kadar mı samimi olur bir yüz ifadesi. Niye beni sabah sabah ağlatıyorsunuz?" diye sormuş.
- Z.L: Beyaz, insanlarla arasına blokaj koyan, konuşmayan, resim çektirmeyen ucube bir insan olmadığımı gösterdi. Ona teşekkür ediyorum. Ben de herkes gibi şakacı, neşeli, esprili birisiyim. Sanırım bu, programda net olarak ortaya çıktı. Ayrıca programın bir büyüsü de vardı. Aradan bir hafta geçmesine rağmen hálá o büyünün içerisinde olanlar var. Gençler ve yaşlılar hálá e-mail atıyor.
Vallahi çok güzel kahkaha attığınızı gördük... Daha ne olsun?
- B.Ö: Bu kadar senenin ardından kahkahanız ilk kez duyulmuş.
- Z.L: Beyaz’cığım, kimse kahkaha atacağım bir şey sormuyordu ki! (Gülüşmeler)
- B.Ö: Bu programda çok entelektüel bir sohbetin yapılmayacağı zaten belliydi. Ama gülerken de bir şeyler konuşalım istedik. Zülfü Ağabey’in yapısından bir şeyleri dışarı çıkarmak da çok hassas bir denge. Çıkaralım derken yakıp, yıkabilirsin de. 40 senelik sanat hayatı var, Türkiye’ye mál olmuş şarkıları var, politik görüşü var. Orada yapacağımız samimiyetten uzak en küçük bir hareket, hem beni hem de Zülfü Ağabey’i yaralardı. Bu dengeyi çok iyi ayarlamaya çalıştık. Langırtı getirtirken bile o dengeyi düşündük.
- Nasıl yani?
B.Ö: Langırtın sahneye gelmesi uzun sürseydi, bu bekleme programı aşağıya düşürecekti. Onun gecikeceğini hissettim. Program aşağıya düştüğü bir zamanda Zülfü Ağabey’le langırt oynasaydım, o etki olmayacaktı, çok
yapmacık olacaktı, "Zülfü Livaneli’ye yakıştı mı langırt oynamak" olacaktı. Reklam arasında langırtı oraya koyduğumuz için denge korundu. Bu ayardır. Onunla sohbet etmemiz, helyumda gülmemiz yayını aldı götürdü.
LÜTFEN BENİ BU KADAR KOLAY ANLAMAYIN- Bu arada langırtta Kubat’a da yenildiniz Zülfü Bey...
Z.L: Ben langırtta iddialı olduğumu söyledim, bana öyle bir masa getirmişler ki lastiği yok. Ayakkabısı olmayan futbolcu gibi. Masa sürekli kayıyor. Bunun da şöyle bir faydası oldu, "Ne güzel Zülfü Ağabey’i bir de hırslı gördük" diyorlar.
B.Ö: Bir anda edebiyatçı, sanatçı kimliğinden sıyrılmış "fırfır yapma, fırfır yapma" diyen bir adam vardı. (Gülüşmeler) Tabii o bunu söylüyor ama ben de içimden "Allah’ım inşallah doğru bir şey yapıyoruzdur" diyorum. Ama çok nahifti. O nahifliği dediğim gibi seyirciye de geçti.
Z.L: Bu benim normal halim işte. Toplumda imajınızı kontrol edemiyorsunuz. Biri çıkıp "Zülfü Livaneli şudur" diyor. Sonra öyle bir insan olmadığınızı görünce de "Bu insan çok değişti" diyor. Hayat boyu söylediğim bir laf vardır; "Lütfen beni bu kadar kolay anlamayın" diye. Beni sürekli bir yerde tutuyorlar. Elbette politik mücadelem var, elbette üç darbe yaşadım, elbette ki sıkıyönetimden geçtim, bunları kitabımda da anlattım, hepsi kahkahalar ve gözyaşları ile ilerleyen hayatlar. İlla da dram değil ki! Acının yanında dostlarımla, sevdiklerimle gülerek, eğlenerek de geçti zaman. O yüzden de aşırı kasveti sevmiyorum, kişiliğim de o değil zaten.
B.Ö: Zaten Zülfü Ağabey’in, "Aman şunu yapmayalım, etmeyelim" gibi istekleri de hiç olmadı. Hatta "Ne gerekiyorsa benden de yardım alabilirsin" dedi. Sonuçta her şey doğal olunca programda çok acayip bir şey oluştu. Yüksek bir enerji oldu... Samimiyet anlamında, siyasi kimlik, siyasi kişilik, etnik köken, dil, dinsizliğin üzerinde bir şey oluştu.
Programda kırılma noktası da Bursa’dan arayan seyirciyle oldu. Siz dáhil herkesi ağlattı o genç kız.- B.Ö: Ben neden ağladım? Bizim yaş grubumuza, siyasi görüşü ne olursa olsun hem ailede hem de okul ortamında öğretmen sevgisi,
Atatürk’ün ne kadar önemli olduğu, vatan ve bayrak sevgisi öğretildi. O genç kız "Babam bana Atatürk’ü, sizi ve Nazım Hikmet’i sevmeyi öğretti" derken aklıma 80’ler geldi. Babam ilkokul mezunuydu ama yüzlerce kitap okumuş bir adamdı. Bize çok şey öğretti. Ayrıca o yılların banyo kazanlarına bile artısı oldu. 80’de ihtilal olunca, birçok evde olduğu gibi bizim evde de çok kitap yakıldı. Nazım Hikmet’lerle ısınan suyla durulandık. O kız öyle deyince o günlere gittim. Bir de kızın sesindeki o titreme, o doğallık, o samimiyet, acayip bir şeydi.
- Z.L: Bunlar sürekli yaşadığım şeyler. Türkiye’de hakikaten bizden çok var.
- B.Ö: O kızın konuşmaları üzerine "Ne güzel bir kız yaşıyor" dedim, sarılmak istedim, size de olmadı mı?
- Z.L: Sonuç olarak Türk halkına kötü şarkılar dinletebilir, kötü programları seyrettirebilirsiniz ama benim şöyle bir iddiam var. Türk halkı iyi şeyleri de alır. Bu programda onu gösterdik.
Bu program hem iyi hem de eğlenceli oldu. Eğlenceli oluşu da insanları yakaladı. Çünkü seyirci kasvetli, ağır politik, entelektüel boyutta bir program izlemek istemiyor, sıkılıyor.- Z.L: Seyirci haklı, bıktı.
- B.Ö: Televizyonda halka yönelik bir şey yapmak istendiğinde çok avam ve yerlerde yapılıyor. Sürekli ağlayan kadınlar görüyoruz. Hep sümüklü bir muhabbet var ortada. Entelektüel boyutta bir şeyler yapıldığı zaman da fazla entelektüel boyutta yapılıyor. Bir konu konuşuluyor, anlaşılmıyor. Ama bu programları Erzincan’daki teyze de izliyor. Benim her zaman Erzincan’da bilmediğim bir teyzem vardır. Onu düşünerek program yaparım. O teyze benim yaptığım programı anlıyorsa, etkileniyorsa, o zaman programım başarılı olmuş demektir.
Sahte pasaportlarını da gösterecektim
Beyazıt Bey, program içerisinde Zülfü Bey’e bir sürpriziniz daha varmış. Ama onu gerçekleştirememişsiniz. Şu pasaport mevzusu... Nedir, anlatabilir misiniz?- B.Ö: Ben Zülfü Ağabey’in yasaklı olduğu dönemde ismini değiştirip, sahte pasaportla yurtdışına kaçtığını öğrendim. Sonra da mavi, kırmızı, birleşmiş milletler pasaportu olmak üzere altıya yakın pasaportunun olduğunu öğrenince onları bir şekilde elde etmek istedim. Ama eksik olunca bunu yapamadım. Son dakikaya kadar eksikler tamamlanır diye bekledim ama olmadı. Olsaydı o pasaportları göstererek Zülfü Ağabey’i anlatacaktım.