Oluşturulma Tarihi: Ağustos 31, 2003 00:00
Söz Karadeniz'den açılınca nedense nokta koymak mümkün olmuyor. Geçen hafta Vakfıkebir'in ekmeğini ve tereyağını yazmıştım. Bu hafta da fındık üreticileri gündeme oturdu. Meseleyi görmezden gelmek doğru olmaz.Bir önceki pazarın Milliyet gazetesi Ordulu fındık üreticilerinin feryatlarıyla dolup taşıyordu. Devlet bizi parasal olarak desteklesin yollu dilekler gazetede yer alıyordu. Bence biraz bu meseleye yakından bakmakta yarar var. Çünkü Türkiye dünyanın en büyük fındık üreticisi. Bizim fındığımız dünyada fiyatları belirliyor. Kalitesi ise tartışmasız derecede üstün. Koca bir bölge halkı da ucundan kıyısından bile olsa bu işe bir yerinden bağlı görünmekte.Meral Tamer, bu konuda, başta sabık cumhurbaşkanı olmak üzere, eski siyasetçilere verip veriştirmiş. Eline sağlık! O sabık cumhurbaşkanı -Allah uzun ömür versin- emri Hak vaki oluncaya kadar bu ülkeye nizamat vermek istiyordu, zor kurtulduk. Bizleri getirdiği nokta da ortada. Bir başka sabık başbakan sözümona Karadenizli idi de ne oldu?Meselenin özü şu: Devlet üreticiye yol gösterici, tanzim edici, planlayıcı ve ufuk açıcı olmak yerine hep avanta dağıtıcı oldu. Sonunda gemi gelip karaya oturdu. Borç verenler işe el koydu. Duyunu Umumiye hortlamak üzere. Belki hortladı da ben farkında değilim.FINDIK NASIL DESTEKLENMELİCumhuriyeti kuranların Duyunu Umumiye gibi konulardaki hassasiyeti malum. Ben aynı görüşü paylaşmıyorum. Çünkü uygar dünyaya eklemlenmek, o sahnede ticari bir aktör olabilmek öncelikle oyunun şartlarına uymaya bağlı. Aksi mümkün değil. Dış etkenler bizi buna zorluyor diye ağlayacak değilim.Adı geçen dış güçler bize 2001 yılında fiyat yoluyla tarım destekleme politikalarını bıraktırdı. Yani devletin taban fiyatı belirlemesi ve çeşitli kurumlar aracılığıyla üreticiye muhayyel ve uluslararası piyasalarda karşılığı olmayan paraları ödemesi son buldu.Şimdi üretici, tarımsal arazisine bakılarak doğrudan destekleniyor. Boşu boşuna depolarda çürütülecek, denize dökülecek, toprağa gömülecek veya yakılacak ürün yetiştirilmiyor, depolanmıyor, bir de imhası için masraf edilmiyor.Aslında yapılan bu, ama başkalarının yaptığı biraz farklı. Fındık Tanıtım Grubu'nun verdiği bilgiye göre, mesela İspanya ve İtalya'da Avrupa Birliği (AB) üreticiye ‘‘yeni bahçe tesisi’’, ‘‘üretimi arttırma teşviki’’ ve ‘‘üretilen kilo başına prim’’ gibi sistemler uygulamakta. Yine ilginç bir bilgi, 1996 yılından bu yana AB tarafından ödenen kilo başına 20 sent prim, Türk fındığının uluslararası piyasalarda 400-500 dolara çıktığı, dolayısıyla İspanyol fındığının çok kolay müşteri bulduğu dönemlerde bile kesilmemiş.ÇOK İLGİNÇ BİR KİTAPFındık Tanıtım Grubu'ndan (FTG) söz etmişken, büyük tüccarların yer aldığı bu ihracatçı kuruluşunun son birkaç yıl içinde fındığın Türkiye içi ve dışındaki tanıtımına büyük yatırım yaptığını söylemeden geçemem. Çin, Japonya ve ABD'de ses getiren kampanyalar düzenlemişlerdi. Ajansları Scope Tanıtım, bu kampanyaların Hindistan ve Rusya'da da yapılacağını söyledi. Ayrıca FTG Türk Hava Yolları ile birinci kalite fındıkların ikramı için çok kapsamlı bir ‘‘barter’’ anlaşması yaptı. Böylece uçaklarımızda kendi ürünlerimizi tüketiyoruz. Hele yayınladıkları bir fındıklı yemekler kitabı var ki, son yılların çok ilginç
yemek kitaplarından biri. (Kitabı merak edenler, Karadeniz İhracatçılar Birlikleri Genel Sekreterliği,
Atatürk Bulvarı, Giresun adresine başvurabilir.)Ben yapılan işe bakarım ve geleceğe ait tahminlerin -yıldız falı köşeleri dışında- gazeteciliğin konusu olmadığını düşünürüm. Yine de FTG'nin gündeminde bulunan fındık üzerine bir web sitesi projesi ile fındığın menşeinin tasdik ettirilmesi projesine hayran kaldım. Bütün dünyayı dolaşacak bir ‘‘fındık günleri’’ düzenlemesi de harika olur. Ama can alıcı iş, her şeye rağmen, fındığın tüketimini artırmaya yönelik çalışmalar. İnşallah bunlar da önümüzdeki günlerde gerçekleşecek.Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen sonuçta iş, Fiskobirlik çatısı altındaki üreticinin devlete ‘‘taban fiyatı ver ve ürünümün tamamını al’’ çağrısına karşılık, devletin aynı Fiskobirlik'e ‘‘önce bana olan 200 trilyon borcunu öde, sonra da paran kalırsa üretici ortaklarından ürün satın al’’ cevabına geliyor.Ben her türlü fikri, görüşü, tezi -elimden geldiğince- dile getirdim. Karar okuyucuya ait.KÜLLİ CAHİLİ CESSURViskiyi sek mi içersiniz dömisek mi!Bu haftaki cesur cahil, içecek alanındaki bir sektör dergisinin yazarı. Dergi, viski üzerine bir dosya hazırlamış. Bu ‘‘dosya’’ lafı, Fransızlardan mülhem bir kavrama işaret etmekte. Dosya, dergilerde derinlemesine araştırılmış bir konu üzerine hazırlanmış özel uzman yazılarını içeren bölüm anlamına geliyor.Bakalım bizim uzmanımız ne demekte?Önce bir bar ziyaretine ilişkin bölüm var ki evlere şenlik. Nasılsa isabetli bir
seçim yapılıp North Shields barlarından birine gidilmiş. Konseptin yaratıcısı Teoman Hünal da bulunmuş. O da iyi. Sonra buranın 20 çeşit malt ve 30 çeşit standart viski ile meraklıları için tam bir viski cenneti olduğu söylenmiş ki o da doğru. Gazeteci meraklı olur ya, sormuş: ‘‘En çok tüketilen viskiler nedir?’’ diye. Cevabı da okuyucularla paylaşma cömertliğini göstermiş: ‘‘En çok tüketilen viskiler doğal olarak malt: Mc Allan ve Macallan meraklıları çoğunluktaymış’’!Hay dilini eşek arısı soksun. Bir kere ne Mc Allan, ne de Macallan diye marka var. Doğrusu tek bir marka ve o da daima harfi tarifle anılan ‘‘The Macallan’’.Aynı dosyada bir başka bölüm... Yazar, bir şöhrete ‘‘Viskiyle aranız nasıldır?’’ diye sorup da, ‘‘Çok sık viski içerim. (...) bence viski keyif alınarak içilen bir içki’’ cevabını alınca bir sonraki soruyu patlatmış: ‘‘Sek mi, dömisek mi içersiniz?’’!Kardeşim, bu şarap mı ki, seki ve dömiseki olsun? Viski viskidir. Ha, ‘‘Viskinizi içerken su katar mısınız?’’, ‘‘Su katıyorsanız, miktarı nedir?’’ veya ‘‘Viskinize buz ekler misiniz?’’ gibi meşru soruları anlamak mümkün. Ama dömisek de ne oluyor Allah aşkına?Bu yazıları kaleme alan hanım kızımıza -min gayri haddin- tavsiyem, evde oturup bulaşık ve çamaşır işiyle uğraşması. Evli değilse hayırlı bir kısmet de bekleyebilir. Ama ne olur anlamadığı işlere bulaşmasın. Yazıyı bu haliyle yayımlayan için de, erkek olduğu için, yukarıdaki tavsiyeyi kendine uyarlayarak uygulamasını önereceğim.Hani ayıp oluyor biraz...New York'taki sütlaç modasıHürriyet'ten kesip sakladığım bir haber var. Haberin başlığı, ‘‘New York'ta sütlaç modası yayılıyor’’. Álá, hatta daha iyisi, eskilerin deyimiyle, áláyülálá.Haberin içeriği de ilginç. New York'ta SoHo'da açılan ve sadece sütlaç satan bir işletme kentin çok popüler yerlerinden biri haline gelmiş. Sütlacı Amerikalıların ağız tadına uyacak şekilde hazırlayan Peter Moceo, sütlacın vanilyalı, çilekli, çikolatalı, portakallı, mangolu, ananaslı, ahududulu ve böğürtlenli çeşitlerini yapmış.Birkaç hafta önce şöyle yazmıştım: ‘‘...mutfaklarda milliyetçilik dozunun iyi ayarlanması gerektiğini düşünürüm. Yerel olana sıkışıp kalınmamalı. Önemli olan yerel bir temayı, bütün insanları -ve elbette mümkünse giderek insanlığı- ilgilendirecek bir biçime kavuşturabilmek. Son cümlenin Türkçe'den Türkçe'ye çevirisi şu: Marifet, Antep'in bir köyündeki yemeği New York'taki bir restoranın mönüsüne koydurabilmek ve o yemeği orada sattırabilmek.’’Hürriyet'in haberi sözlerimin gerçekleştiğini gösteriyor. Ben sözlerimin doğru çıkmasından elbette çok mutlu oldum, ama meselenin özü hepimizi yakından ilgilendiriyor. O yüzden sevincimi paylaşmak istedim.
button