Filmlerdeki aşkı ben de yaşamadım

Güncelleme Tarihi:

Filmlerdeki aşkı ben de yaşamadım
Oluşturulma Tarihi: Aralık 12, 2012 09:13

Kendisinden uzun zamandır beklenen kitabı “Sinemam ve Ben”le huzurlarınızda Türkan Şoray... Sinemanın ‘Sultan’ıyla evinde bir araya geldim, samimi sohbetiyle tazelendim!

Haberin Devamı

Kitabınızda set ortamlarını, oyunculuğu o kadar sıcak duygularla ve aşkla anlatmışsınız ki, okuduktan sonra oyuncu olmaya karar verdim...

- Tüylerim diken diken oldu. Yaşadıklarımı çok iyi ifade edebilmişim demek ki. Ama bu gerçek. Artık ruhum, tüm dokularım çok bütünleştiği için sinemayla, bunları anlatmakta zorlanmadım. Beş dakika önce setteydim de şimdi size onu anlatıyormuşum gibi yazdım.
 
Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?  

- Bana “Neden kitap yazmıyorsun?” diyorlardı hep. Düşünüyordum, fakat bir türlü nereden başlayacağıma karar veremiyordum. Hep erteliyordum. Sonra sinemaya karşı görevimi yerine getirmem gerekir diye düşündüm.

Neydi buna kesinkes karar vermenizi sağlayan?

- Bir dönem Yeşilçam sineması bir kısım entelektüeller tarafından küçümsenirdi. Ben de hep bunlara içlenirdim. Yeşilçam sineması diye küçümsenen sinemanın nasıl var olduğunu insanlara anlatma ihtiyacı içindeydim. Ve bunu, bu kitapla yapmaya karar verdim.

BİZ SOKAKTA GİYİNİRDİK ŞİMDİKİLERİN KARAVANI VAR

Yeşilçam sinemasının en çok hangi konularda haksızlığa uğradığını düşünüyorsunuz?

- Bir kere sansür vardı ve bu yüzden suya sabuna dokunmayan konuları işlerdik. Halbuki sanat, özgür olur. Teknik koşullar da yoktu. Bir-iki lambayla film çekerdik. Bizim jeneratörler bir çalışırdı, mazot kokusundan sette duramazdık. Sokaklarda soyunup giyinirdik, şimdi oyuncuların karavanları var. Finans derdi de yok. O zamanlar devlet desteği yoktu.

Devlet desteği olsaydı, bugün çok ileri bir Türk sineması olurdu, değil mi?

- “Yılanların Öcü”, “Hudutların Kanunu”, “Sevmek Zamanı”, “Acı Hayat”... Bunlar hangi İtalyan, hangi Fransız filminden aşağı? Onlardan hiç aşağı filmler değildi ama Türk filmi diye önemsenmiyordu. İşte bunlar benim gücüme gidiyordu.

Peki ya o kalemi elinize alma anınız?

- Bir gün balkonda oturuyordum. Vapur, ardında iz bıraka bıraka gidiyor. Hava soğuk, müthiş bir görüntü... “Bunun fotoğrafını mı çeksem, film sahnesi mi olsa acaba?” diye düşündüm. O sırada çocukken izlediğim “Acı Pirinç”teki Silvana Mangano geldi gözlerimin önüne. Sonra Leyla’yı (Özalp) çağırdım; “Ben karar verdim” dedim. Atıf Yılmaz’ın 10-15 sene asistanlığını yaptı Leyla. Akşamları boş zamanlarımda oturup sabah 04.00’e kadar odamda el yazısıyla kitabı yazmaya başladım. Leyla ertesi gün gelip, o yazıları bilgisayarda düzene koyuyordu. O da benimle beraber altı-yedi ay çalıştı. Benim için manevi güçtü.

CANIMI SIKAN KİŞİLERİ YAZMADIM O KONULARI İÇİMDE HALLETTİM

Siz çok mükemmeliyetçi bir insansınız. Kitabı kolaylıkla hazırlayabildiniz mi, yoksa ince eleyip sık mı dokudunuz?

- Fazlasıyla ince eleyip sık dokudum. Bu benim özel yaşamım değil. Ben tamamen özel yaşamı anlatmaya karşıyım. Herkesin ne olursa olsun bir mahremiyeti olmalı. Burada da benim özel yaşantım var ama nasıl? Hep sinemayla bağlantılı olaylar. Evlendiğimi yazdım, çünkü evlenince sektörden ayrı kaldım. Yağmur’u yazdım, çünkü filmlerde de hep çocuk doğurdum. Gerçekle oyunu ayıramadım.

Kitapta herkesi sevgi ve saygıyla anmışsınız. Hiç kızdığınız insanlar yok mu bunca yıldır?

- Tabii ki bu kadar uzun bir sinema yolculuğunda beni kıran, üzen insanlar, olaylar oldu. Canımı sıkan, küstüğüm kişiler... Onları yazmadım, çünkü o konuları kendi içimde hallettim. Kitapta itham etmenin, yaralamanın ne anlamı var!

Türk sinemasında meşhur “Türkan Şoray kanunları” vardır ya, bu kitapta ne kadar çıplaksınız peki?

- Aslında yazmadığım bir şey var. Bir köşe yazarının hakkımda yazdığı bir şey var, onu koyacaktım, sonra vazgeçtim. Benim için “Yıllarca seyirciyi afyonladı” ve “Seyirci yağcısı” diyor. O benim çok içimi acıttı. Kim ne düşünürse düşünsün, bu benim gerçeğim. Ben o seyircinin önünde saygıyla eğilirim. Devlet, Cumhuriyet kurulduktan sonra operaya, tiyatroya, baleye ağırlık verdi, sinemayı önemsemedi. Hiçbir yatırım olmadı sinemaya. Sinema nasıl doğdu? Kendi kendine doğdu. Seyirci filmlere gitmeseydi, desteklemeseydi, bizleri sevip bağrına basmasaydı, Türk sineması diye bir şey olmayacaktı. Onlar bizi yüceltti. O zaman neden ben o seyircinin önünde saygıyla eğilmeyeyim!

KARTAL BULAMAYINCA KARGA KULLANDIK FİLMİN BÜTÜN HAVASI GİTTİ

Aslında hiç kolay hayat değil sizinki. Hiçbir zaman istediğiniz gibi yaşayamamışsınız...

- Ama kimsenin de yaşayabileceği bir hayat değil. İsteseler de, dünya hazinelerine de sahip olsalar, böyle bir hayat satın alamazlar. Bunu bana nasip ettiği için her gece Allah’ıma dua ediyorum.

Bu naif, kırılgan kadın, 1970’lerde erkekler dünyasında çıkmış film yönetmiş. Nasıl bir cesaret, hem de o dönemde?

- Ama orada tanımazsınız beni; tatlı sertimdir. Bir de benim beğendiğim bir huyum var; bir şeyi yapmaya karar verdiysem yaparım. O güç çıkar hemen içimden. O tarafımı severim. Çok kırılganım ama yeri geldiğinde de Yengeç burcu olduğumdan mıdır nedir, hemen o sert kabuklarımı kapatır, korurum kendimi. İlk yönetmenlik denememde sette de rol yapıyordum, biliyor havalarındaydım. Halbuki kameranın objektiflerini bile bilmiyordum!

Elinizde imkan olsa hangi filmlerinizi bugünkü teknolojik imkanlarla çekmek isterdiniz?

- “Yılanı Öldürseler”i çekmek isterdim. Filmde bir kartal sahnesi çekmemiz gerekiyordu, kartal bulamadık. Karga gibi bir şey bulduk, filmin bütün havası gitti. Mesela filmde çocuğun, babasını yılan gibi görmesi gerekiyor. Şimdiki imkanlarla adamı yılan yapıyorlar. Biz ise çamurlu sular yaptık, içine yılanları attık, Ahmet Mekin’i de içine soktuk. Canım benim, gıkını çıkarmadı. Bir de “Dönüş” filminde bir araba kazası sahnesi vardı. O sahne, filmin can alıcı noktası. Ama yapımcı masraftan kaçtı. Oyuncak araba koyunca, her şey mahvoldu. Bunları değiştirmek isterdim.

Haberin Devamı

FİLMLERDE YOL GÖSTERDİK

En güzel aşkları yaşadınız filmlerde. Gerçek hayatta o filmlerdeki duyguları hissedebildiniz mi?

- Biz biraz idealize ediyorduk Yeşilçam döneminde. Keşke aşklar öyle olsa; uzun süren, kutsal aşklar... İhanetin olmadığı, ölümün göze alındığı aşklar... Ama onlar maalesef yok. Ben de özel hayatımda aşk yaşadım ama filmlerdeki gibi aşkımı sonsuza kadar yaşayamadım. Filmlerdeki gibi olmadı.

Olsun, yine de aşka inanmayı öğrettiniz bize...

- Filmlerde yol gösterdik belki de. Aşkın nasıl ömür boyu süreceğini gösterdik. Belki de o dönem gerçek hayatta yaşanan aşklar daha gerçekçiydi. Bizim filmlerimizde de bir büyü vardı.

Haberin Devamı

SİNEMAYA BAŞLAMASAM ÖĞRETMEN OLACAKTIM

Sinemaya başlamasanız öğretmen olacakmışsınız. Öğretmen Türkan Şoray nasıl olurdu?

- Annem güç durumdaydı, bize bakamıyordu, ben de öğretmen olmak istiyordum. Öğretmenimi de annem kadar seviyordum. O sevgiyle Bursa’da mı ne, yatılı okumaya karar verdim. Öğretmen olsaydım da çok mutlu olurdum, çünkü çocukları çok seviyorum. Çok kutsal bir meslek öğretmenlik.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!