Herkese pek nasip olmayacak kendine özgü oyun gücü, onu káh züğürt bir ağa, káh namussuzluğa zorlanan namuslu mutemet, káh kaybetmiş organizatör Muhsin Bey ya da çıplak bir vatandaş olarak Türk Sineması’nın unutulmayacakları arasına yerleştirmişti. Son olarak, Gönül Yarası’ndaki rolünden dolayı 42. Antalya Altın Portakal
Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü alan Şener Şen, filmlerinde ne kadar anti-kahramansa özel hayatında da o kadar anti-star. Oyunculuğu dışında hiçbir şekilde gündeme gelmedi. Antalya’da son ödülünü aldıktan sonra da aynı şeyi yaptı: Ne sağda solda yorumlarda bulundu, ne birine laf attı. Çünkü, her ne kadar iyi bir oyuncu oğluysa da bugünün alışılmış starlarından çok farklı bir geçmişe ve hayat anlayışına sahip bir sanatçı: Adana’da çocukluktan İstanbul varoşlarında fabrika işçiliğine, Sirkeci’de işportacılıktan üç gün yürümeyle varılan köy okulu öğretmenliğine, bambaşka yerlerden gelip sinemada bu kadar başarıya imza atmak kolay değil. Çünkü, Şener Şen olmak kolay değil...
26 Aralık 1941’de, Adanalı Ali Bey ve Mürvet Hanım’ın üç çocuğundan ilki olarak Adana’da dünyaya gelir. Marangoz babası Ali bey, Halkevi Tiyatrosu’nun dekorlarını yaparken oyunculuğa merak sarmış, sonra da bütün hayatını 500 civarında filmle Türk Sineması’na vermiş, ünlü oyunculardan Ali Şen’dir. Dolayısıyla yürümeye başladığı yer, Adana Halkevi Tiyatrosu’nun kulisi olur. Yeteneği ve işine duyduğu saygısı, disiplini babasından yadigardır ama tiyatro kulislerinde kendi emin adımlarını atana kadar köprünün altından çok başka sular akacaktır.
O dokuz yaşındayken İstanbul’a taşınırlar. Adana kentinden İstanbul’un o dönem henüz gecekondu mahallesi olan Zeytinburnu’na geldiklerinde Şener Şen henüz dokuz yaşındadır. Babası Ses Tiyatrosu’ndan Yeşilçam’a geçip ünlü bir sinema sanatçısı olduğunda ise haylaz bir lise öğrencisi. Şener Şen ve haylazlık kelimesi yan yana gelince pek inandırıcı değildir aslında, öğretmenleri de çok şaşar bu duruma ama o öyle bir dönemdir işte.
Ortaokulu bugün Tarık Akan’ın sahibi olduğu Bakırköy’deki Taş Mektep’te sorunsuz bitiren Şen, haylazlıktan lise 1’i üç yılda geçemez, belge alır. O yıllarda yaptığı tek kaydadeğer şey, Cağaloğlu’ndaki Yeşil Sahne’de, Cüneyt Türel, Seden Kızıltunç, Mete İnselel’in de aralarında olduğu bir grupla amatör tiyatroculuktur. Ancak aklının köşesinden bile geçmez ileride oyuncu olmak ya da herhangi bir şey olmak...
ÜNLÜ OYUNCUNUN İŞPORTACI OĞLU
Ancak okula gidememek de sıkıcıdır. Zeytinburnu İplik Fabrikası’na işçi olarak girer ve Akşam Lisesi’ne yazılır. Okulda o kadar öğrenciye benzemeyen insan vardır ki, biraz da kulak dolgunluğu olduğundan, neredeyse iftiharlık hale gelir. Sonunda dördü Akşam Lisesi’nde olmak üzere toplam yedi yılda liseyi bitirir. Bu arada, ünlü bir oyuncunun oğlu olarak, Sirkeci’de işportacılık, Sirkeci-Karaköy hattında şoförlük yapar. Lise diplomasını eline alınca artık haylazlık devri de biter. O yıl Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı ve lise mezunlarının öğretmenlik yapmasına olanak sağlayan sınava girer, daha önce lisede hiç çalışmadığı kadar çalışır ve sınavı veren beş kişiden biri olur. Altı-yedi ay Kocaeli’de çalıştıktan sonra, Muş’un Malazgirt ilçesinin en uzak köyü Fenek’e atanır.
Köy Malazgirt’e 70 kilometre uzaktadır ve gitmek için tek yol vardır: İki ya da üç gün yürümek. Beş sınıfı birden aynı derste okuttuğu ve tek bir radyoyla oyalandığı bu köyde geçirdiği 2,5 yıl, hayatı sorguladığı dönem olur. İstanbul’a oyuncu olma kararıyla döner.
Kararını açtığı babası, sinemada kamera arkasını da deneyebileceğini söyler. Böylece, Nejat Saydam’ın yönetmeni olduğu Acar Film’de üçüncü asistan olarak işe girer ama aklı tiyatro oyunculuğundadır. İkinci asistan Ergun Köknar’dan Şehir Tiyatroları’na zaman zaman dışardan eğitimsiz oyuncular alındığını öğrenince soluğu orada alır. Ancak o sırada öyle bir ihtiyaç yoktur. Bu işi o kadar ister ki, ‘biz sizi ararız’a kanmaz, ‘ben para istemem, geleyim, siz kadro açılınca alırsınız’ der.
Büyük bir mutlulukla adım atar sahneye... Kahvede oturan adam, başrol oyuncusunun arkasından geçen adam, kalabalık Roma senatosunun konuşmayan senatörlerinden biri, genç uşak, yaşlı uşak, tarla faresi gibi ‘rol’lerle tam bir yılı geçer. Kadro da açılmaz. Bu yüzden önceki yıllardaki gibi 70 kilometre olmasa da Tepebaşı-Etiler arasında yürüdüğü çok olur. O dönem babadan para istemek ayıptır.
SİNEMAYA EK İŞ OLARAK BAŞLADI
Ancak hep ortalarda -sahnede- olması sonunda işe yarar, giderek küçük roller almaya başlar, mesela Romeo’nun adamı Balthazar olur ve bir yıl içinde kadroya geçtiği gibi, hızla yükselir. Komedi, dram ya da trajedi, önemli tiyatro oyunlarında başrolleri alır, yönetmen yardımcılığı yapar.
Ancak çok sevdiği tiyatrodan aldığı 450 liralık maaş yetmediği için, ek iş olarak sinemaya dublaj ve günde 100 lira aldığı için figüranlık yapmaya başlar. Yani Şener Şen olmadan önce, Cüneyt Arkın’ın arkasında duran mızraklı adam, Kartal Tibet’e servis yapan garson, esas oğlanın gittiği barda danseden adamdır uzun süre... Hizmetçi Dediğin Böyle Olur, Çıldırtan Arzu, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Altın Prens Devler Ülkesinde figüranlık yaptığı sayısız filmden birkaçıdır. Giderek o roller de büyür ve ilk dişe dokunur rolü 1975’te Hulki Saner’in yönettiği, bir Ahmet Özhan-Hale Soygazi filmi olan Bak Yeşil Yeşil’de oynar. Sinema kariyerinin dönüm noktası, herkesin ‘efsane’ ve sinema okulu olduğunda birleştiği Arzu Film’in babası Ertem Eğilmez tarafından çağrılması olacaktır.
O sıralar ikinci Hababam filmini çekecek olan Eğilmez, beden eğitimi öğretmenini aramaktadır. Üç dakika sürmez onu seçmesi. Şen de anlayamaz hiç oynatmadan kendisinde Badi Ekrem’i nasıl gördüğünü. Ama görmüş, onun da Arzu Film yılları başlamıştır. Sinemanın ciddiye alındığı, filmlerin laf ya da prestij olsun diye çekilmediği, muhteşem ekipli, disiplinli bir yerdir burası. Tam ona göredir yani. Doğruyu söylemek gerekirse sinemanın ne olduğunu orada öğrenir. Bugüne kadar hep birlikte çalışacağı senarist ve yönetmen Yavuz Turgul’la orada tanışır. Yıllarca çok gişe yapan Hababam, Kemal Sunal, Adile Naşit-Münir Özkul, Müjdat Gezen, İlyas Salman filmlerinde yardımcı rolleri hakkını vererek oynar, esas oğlanlar kadar dikkat çeker.
Çünkü, geçtiğimiz şubatta Kabalcı Yayınları’ndan çıkan Türk Sinemasında Şener Şen adlı kitabının yazarı Giovanni Scognamillo’ya göre, ideal bir komedyendir. Şaklabanlık yaptığında bile. Bazen çizdiği karakter karikatüre benzeyebilir, tekrara düşebilir ama bir anda çok yerinde bir tepki, bir mimik, bir söz, kaş göz işareti yaparak gerçek kişiliğini ortaya koyma özelliğine sahiptir. Böylece karakterleri salt karikatür olmaktan çıkarır inandırıcı hale getirir.
Bu filmlerin önemli bir kısmında ama ağa, ama belediye zabıtası ya da Osmanlı komiseri olarak kötüyü ve üçkağıtçıyı oynar, ancak Şener Şen kötü olamaz ki! En fazla, kötülüğün parodisini, taşlamasını yapar. Yönetmen Yavuz Turgul’a göreyse, ortaoyununun modern bir temsilcidir. Olduğu yerde duran bir şeyi alıp taklit etmek yerine, ona bambaşka şeyler ilave ederek, yeni bir oyunculuk yaratmaktadır.
ONA ASIL KARAKTER OYUNCULUĞU YAKIŞTI
Dikkatini çektiği sadece izleyici değildir, dönemin ‘kral’ yapımcılarının gözüne çarpmaması imkansızdır. Yapımcılar Ertem Eğilmez’e, ‘Cüneytli film çekelim’, ‘Kemalli film çekelim’ dedikleri gibi, bir gün de ‘Şenerli film’ isterler. O güne kadar başrolü hiç düşünmeyen Şen, yapımcıların istediğini değil, kendi istediğini, Namuslu’yu çekmeyi önerir. Tutmazsa ‘başrol’ hayatı başladığı gibi bitecektir. Şen, kendisi gibi konuşur: ‘Eee bitsin, ne olacak?’
Onun derdi başrolde oynamak değil, oyunculuk yapmaktır. Her şekilde yapabilir. Tek şartla, inandığı roller olmalıdır. Namuslu o yıl ilk on film arasına girer. Hemen hepsi de başarı kazanacak diğer filmleri gibi... Ertem Eğilmez’in bir senarist ve oyuncu olarak buluşturduğu Yavuz Turgul ve Şener Şen, sonraki yıllarda, kendi ortak çizgilerini oluşturacak ve usta yönetmen- usta oyuncu olarak birbirinden başarılı filmlere imza atmaya başlayacaktır.
Dramatik güldürüden tamamen karakter oyunculuğuna geçtiği filmlerdir bunlar; Muhsin Bey, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Gölge Oyunu, Eşkıya ve son olarak Gönül Yarası gibi, eskiye saygıyla, nostaljiyle, günümüz değerlerine getirdiği eleştirilerle, kendini daha bulduğu, ifade ettiği filmler... Az ama öz.
Filmlerinde giderek ne kadar devleştiyse, özel ve gündelik hayatında da o kadar ‘sıradan’ olmayı seçen bir star olmasıyla da farklıdır. ‘Şener Şen diye bir oyuncu! Ee ne yapalım?’ diyecek kadar... İşini iyi yapan herhangi birinden farkı yoktur ona göre. Küçük evinin bulunduğu Cihangir’de, Beyoğlu’nda yürüyüş yaparken kimsenin dikkatini çekmemeyi başarır. Film çevirmediği zamanlarda -ki bu onun seçimidir, her projeye, her açık çeke evet demez- kaygı duymaz. Bundan sonra hiç film yapmasa ne olur? Onu çok mutlu eden, birçoklarına nasip olmayacak iyi filmlerle dolu bir geçmiş vardır arkasında. Yok yok olmaz Şener Bey, hayranlarınız yeni filmlerinizi bekler...