Güncelleme Tarihi:
ŞERİF GÖREN: HALKTAN HİÇ KOPMADIM
“Amerikalı”yı çektikten sonra “Sinema dilim toplumla uyuşmuyor” deyip sinemayı bırakmışsınız, bu doğru mu?
- Böyle bir şey söylemedim. O zaman Türk filmleri sadece 2-3 bin seyirciye ulaşırken, Amerikalı iki haftada 550 bin kişi tarafından izlendi. O sözü düşmanlarım yaymış! Bütün filmlerim büyük iş yaptı ve hiçbir zaman halkla kopukluğum olmadı.
18 yıl aradan sonra sizi yeniden setlere çeken şey neydi?
- Bu kitabı o kadar çok okudum ki, elimde eskidi. Yıllardır filmini çekmek istiyorum, birkaç yıldır da senaryosunu yazıyorum. Ama mükemmeliyetçiliğim yüzünden bu zamana kadar hayata geçemedi.
Onca yıl sonra sete dönmek nasıl bir histi peki?
- Kamerayı tutunca ve vizöre gözümü dayayınca ara kapandı. Yeni yönetmenler vizöre gözünü dayayamaz ama... Onlar monitör çocukları! Ben son sinema kuşağıyım. Biz “film gibi film” diye tabir edilen şeyin kuşağıyız.
Bugünkü sinemayı seviyor musunuz?
- Bazılarını evet ama çoğunu sevmediğimi söyleyebilirim! şunu söyleyeyim, iki film daha çekeceğim belki... “Ay Büyürken Uyuyamam”ın iki ve üçüncüsü...
Kitaptaki hikâyeler senaryoya bire bir uyarlanmamış sanırım...
- Doğru. Kitapta birçok hikâye var ama ben sadece beşini aldım. Kendi katkılarım da var ayrıca, o hikâyeleri birleştirmek için kendimden kattıklarım oldu.
Mesela kitaptaki helvacı, filmde lokmacı olmuş...
- Aile ızmirli olduğu için karakteri lokmacı yapmayı tercih ettim ama helvacı da var.
Çekildiği döneme göre çok cesur bir film olan “Kurbağalar” gibi bu da bir kadın hikayesi...
- Tam olarak aynı değil bu iki film. Orada çocuklu, dul bir kadının hikâyesi vardı, buradaki kadınsa dul değil. ıki filmde de konu kasabada geçiyor evet, ama burası Ege, o filmde mekan bir taşra kasabasıydı.
Bu film için bir de türkü yazmışsınız öğrendiğime göre...
- Çocukluğumdan aklımda kalmış bir Trakya türküsü vardı. Ama sadece melodisi aklımdaydı, sözleri kendim yazdım.
Filmin konusundan bahsetmeyi sevmiyormuşsunuz ama biraz anlatmanızı rica etsem yine de...
- Konusu dört beş hikâyeden oluştuğu için anlatması zor, seyretmek gerek. Ama tabii ki bir aşk filmi. Ahlak ve ahlaksızlık, namus ve namussuzluğa çok provokatif bir bakışım var. Toplumsal bir gönderme söz konusu, bu da benim sinemama uygun bir şey.
AYÇA BİNGÖL: ÇÖMEZ BİR ÖĞRENCİ GİBİYİM
Ayça Hanım, şerif Gören’le çalışmak çok heyecan verici bir deneyim olsa gerek, siz neler hissediyorsunuz bu sette?
- Çok heyecanlıyım tabii ki. Bana telefon açıp “şerif Gören yeni bir film çekiyor, sizinle görüşmek istiyor” dediklerinde bir es verdim acaba gerçek mi diye! O andan beri de aynı şekilde heyecanlıyım. Projeyi kabul etmemin en büyük sebebi onunla bir macera yaşamaktı. şerif Gören’le bir yolcuğa çıkmak çok önemli. Kendimi çömez bir öğrenci gibi hissediyorum burada.
Filmde canlandırdığınız Melek karakterinden söz eder misiniz?
- İki kız annesi bir kadın. Kasabaya ızmir’den gelmiş ve giyimiyle kuşamıyla farklı bir ışığı var. Bu yüzden de yadırganıyor. Kasabada onun üstüne çok gidiyorlar, büyük çıkmazlarda kalıyor. Bazı olgulara çok provaktif yaklaşan bir film bu. Kadınların cinsiyet ayrımcılığından dolayı yaşadığı sıkıntılar da yansıtılıyor. Bunun bir kadın filmi olduğunu düşünüyorum. “Ay Büyürken Uyuyamam” rol aldığım dördüncü film ama kendimi en çok bu projeye ait hissettim.
“Öyle Bir Geçer Zaman ki”de öyle hissetmediniz mi?
- O dizinin de hayatımda çok önemli bir yeri var. 15 yıldır oyunculuk yapmama rağmen o dizi sayesinde insanlar beni tanıdı. Bir sürü iltifat aldım. Dolayısıyla o işin yüreğimde hep farklı bir yeri olacak. Belki de şerif Gören’in beni fark etmesini bile o dizi sağlamıştır.
Filmde bir de türkü söyleyecekmişsiniz...
- Evet, ilk kez böyle bir şey yapacağım. Haftalardır çalışıyorum ama yine de biraz korkuyorum açıkçası. Bir de herkesin haddini bilmesi gerek, ben şarkıcı değilim. Oyuncu şarkı da söyler ya, ben de bir oyuncu gibi şarkı söyleyeceğim, o kadar.
Şerif Gören’in sisteminin farklı olduğu söyleniyor, nasıl bir sistemi var?
- Hayat gibi çekiyor filmi. Bütün planlar ve kurgular kafasında o kadar net ki, siz sadece onları yerine getiriyorsunuz. Alanlarınızı çok net belirliyor. ılk günlerde şerif Bey’in sistemi beni zorladı. Hızlı çekmesi “Nasıl yani, oldu mu hocam?” gibi bir panik yaratıyordu. Zamanla alıştım ve antrenmana dönüştü. Bu sistem kıvrak oyunculuk tarafımı besledi.
FIRAT ÇELİK: TÜRKİYE’DE KADINLA ERKEK EŞİT DEĞİL
Siz biraz mükemmeliyetçi bir insanmışsınız. Bu yönünüzü tatmin etti mi bu film?
- Paris’te büyüdüğüm için Cannes’da ödül almış bir yönetmenle çalışmak farklı bir duygu tabii. şerif abi her şeyi çok iyi biliyor, çok iyi bir kurgucu. Fazladan bir sahne çekip oyuncuyu yormuyor. Biz her hafta 90 dakikalık diziler çektiğimizden her şeye alışmışız. şurada bizim bazı alışkanlıklarımızı kırdı.
Sizin rolünüz nedir?
- Mert’i oynuyorum. Mert, mahallenin serseri delikanlısı ve bir sörfçü. Anne-babasının ölümünden sonra birçok ülkeyi geziyor, sonra tekrar kasabaya dönüyor. Kadınları sevmiyor çünkü babası annesini başka bir adamla yakalamış, hem onu hem de kendisini öldürmüş. Kadınları seviştikten sonra bir kenara atıyor. Sonra Hülya’yla karşılaşıyor, âşık oluyor ve hayatı değişiyor. Bir anlamda baskıcı mahallenin aydınlık yüzü diyebiliriz. Baskıcı bir toplumuz, bu ülkede kadın ile erkek eşit değil ne yazık ki.
Fransa’da büyümüş biri olarak Türkiye’de kadının durumunu nasıl görüyorsunuz?
- Burada, erkeklerde ben her şeyi yaparım gibi bir tavır var. Kadın hep arkada... Bakışlarından, yürüyüşünden anlıyorsunuz.
Fransa’ya dönmek gibi bir düşünceniz var mı?
- Türkiye’de kalayım ya da hemen Fransa’ya gideyim gibi bir düşüncem yok. Ben hayatı akışına bırakırım.
Paris’te Türk sinemasına nasıl bakıyorlar?
- Çok iyi. Bazı arkadaşlarım benim seyretmediğim filmleri bile biliyorlar. Türk sinemasına inancım çok yüksek. Yönetmenler biraz daha özgür olsa çok iyi olacak ama...
HAZAL KAYA: ŞERİF GÖREN BİR BABA GİBİ
Filmde Melek’in küçük kızı Hülya’yı canlandırıyorsunuz. Nasıl bir karakter Hülya?
- Hülya, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, hiçbir erkeğe ya da hiçbir güce muhtaç olmamak için elinden geleni yapan bir kız. Güçlü bir karakter. Bu filmde mahalle baskısını, kadın olmanın zorluklarını açıkça göreceğiz.
Bunlar size yabancı değil sanırım çünkü anneniz avukat olduğu için çocukluğunuzda kadın sığınma evlerini sıkça ziyaret etmişsiniz.
- Evet, bunlar benim yakından şahit olduğum şeyler. O yüzden senaryodan çok etkilendim zaten.
“Hayalimde hep beyazperde vardı” demişsiniz. Sonunda bu hayal gerçek oldu diyebilir miyiz?
- Evet. Gerçi daha önce de çok teklif gelmişti ama ben bir ustayla çalışmak istiyordum. Bu filmi seçmemin nedeni de şerif Gören’dir. ılk sinema filmim olduğu için çok özendim, tatile gitmek yerine bir oyuncu koçuyla çalıştım.
Şerif Gören’in oyuncu üzerindeki etkisi nasıl?
- Sette baba gibi aslında. Geçen gün sette rahatsızlandım, “ıyi misin yavrum?” diye yanıma geldi.
SELİN ŞEKERCİ: FAST FOOD İŞ YAPMIYORUZ
Sizin canlandırdığınız Leyla, kardeşi Hülya’ya pek benzemiyor galiba
...
- Doğru... Leyla, ona göre daha fingirdek ve hırslı bir kız. Kasabadaki yaşantısından çok sıkılmış. Zengin bir ağanın oğluyla nişanlı, çünkü onunla evlenip buradan kaçacağını düşünüyor. Melek ve kızları, ızmir’den geldikleri için kasabadakilerden farklılar. Hatta kasabanın düzenini bozan şeytanlar, patlamaya hazır seks bombaları gözüyle bakılıyor onlara.
Sizin de Hazal Hanım gibi ilk sinema filminiz değil mi?
- Evet, hiç sinema filmi yapamayacakmışım geliyordu, kendimi yırtarken bu film geldi! Bu film, fast food değil de mutfakta uzun saatler uğraşmayı gerektiren bir yemek gibi.
Daha önce şerif Gören’in filmlerini izlemiş miydiniz?
-Evet, “Yol”u izlemiştim.
Peki kitabı okumuş muydunuz?
- Çok önceden okumak zorunda bırakılmıştım, çünkü okul ödevimdi. Ama film, kitaptan daha farklı. Mesela kitapta Leyla yok.