Şermin TERZİ
Oluşturulma Tarihi: Mart 09, 2008 00:00
Son yılların en hızlı yükselen, en popüler markalarından biri The House Cafe. 2002’de İstanbul Teşvikiye’deki bir arkadaşlarının kirasını ödemekte zorlandıkları apartman dairesini kafe yapma fikriyle işe başladılar. Hatta "iş yapamazsak gelene geçene kahve satar, hiç olmazsa kirayı çıkarırız" diye düşünüyorlardı. Şimdi 8 olan, iki ay sonra 10’u bulacak şubeleriyle 35 milyon YTL değerinde bir kafe zincirine dönüştüler. Yetmedi bir de Cihangir, Tünel ve Nişantaşı gibi semtlerde satın aldıkları dairelerle rezidans işine el attılar.
Boğaziçi ve Bilgi üniversitelerinde verdikleri girişimcilik konferansları dolup taşıyor. Canan Özdemir (32), Ramazan Üren (47) ve Ferit Baltacıoğlu (47) bu başarının üç mimarı. Çok iyi üç arkadaş. Hatta Canan ile Ferit eski karı koca. Aslında hiçbiri işletmeci değil. Canan ekonomist, Ferit mühendis, Ramazan tasarımcı. Şimdiye kadar hiçbir reklam kampanyası yapmadan, hiçbir halkla ilişkiler şirketiyle çalışmadan, sadece akıllarından geçen doğru hamleler ve gönüllerindeki pusulayla hareket ederek bu başarıyı yakalamaları hikayelerini daha da ilginç kılıyor. Bu başarılarını gören yabancı yatırımcılar, hisselerinin yüzde 40’ını satın almak için teklifte bulunmuşlar bile. Satışın gerçekleşmesi an meselesi. Teşvikiye’de o apartman dairesinde 40 kişilik bir kafe olarak açılan The House Cafe, hisselerini yabancılara satıp 2010 yılına kadar 100 şubeye ulaşacak.
2001 ekonomik krizi sürüyordu. Ramazan Üren, bir arkadaşı kirasını ödeyemeyince, "Hazır bir mekan var, bari kafe açalım" diye düşündü. Ama müşteriler bir apartman kapısından girecek, sekiz-on merdiven çıkarak kafeye ulaşacaktı. Bu riskli gözükse de Üren, "Hiçbir şey olmazsa gelene geçene kahve satar kirayı çıkarırız" dedi ve bu riski aldı. Sağdan soldan eskicilerden topladığı, başkalarının atıl malzemeleriyle dekore ettiği bu çok düşük bütçeli mekanın, sadece altı yılda, başka kafeler tarafından taklit edilmesini bir yana bırakın, ellerinde House Cafe’nin fotoğraflarıyla mimarlara gidenlerin "Evimin aynen House Cafe gibi olmasını istiyorum" denecek bir örneğe dönüşebileceğini aklına bile getirmiyordu.
PAT DİYE DALDILAR2002’de Teşvikiye’deki şube inanılmaz tutunca, Tünel’de ikinci bir şube açmaya karar verdi. Bu arada işin içine arkadaşları, o sıralar evli olan Canan ve Ferit Baltacıoğlu girdi. Ortak oldular. Hiçbirinin işletme tecrübesi yoktu. Bu işe nasıl pat diye daldıklarını Ferit Baltacıoğlu anlatıyor: "Bu sektör demir çelik sektörü değil ki. Masanın hizmet alan tarafında otururken, yön değiştirip hizmet veren tarafına geçiyorsunuz. Dolayısıyla masanın diğer tarafındakinin ne istediğini aslında çok iyi biliyorsunuz."
Üçüncü şubeleri, Ortaköy Meydanı’ndaki The House Cafe oldu. Üç şube de birbirinden iyi iş yapmaya başladığında, büyük hırs ve kaygılarla başlanmamış bir teşebbüs birden yön değiştirip daha kurumsallaşmak ve çok şubeli olabilmek için kolları sıvadı. Büyümedeki itici lokomotifin başını Ferit Baltacıoğlu çekti. "Ben diğer ortaklarıma göre daha hırslı ve müteşebbis ruhluyum. Ortaköy şubesini açtıktan sonra 2010’da 100 şubeye ulaşıp, 100 milyon dolara bu markayı satacağız hedefini koymuştum." İlk şubesi 25 bin YTL’ye mal olan House Cafe’lerin şimdi her bir şubesinin açılış maliyeti 1 milyon YTL. Ortaklardan Canan Özdemir, işe ilk başladıklarında maaşlı listesindeki 11 kişiyi ajandasına not almakla yetinirken, şimdi çalışan sayısı 400.
Fikirler büyük beyin fırtınalarıyla ortaya çıkmamış. Bu kadar büyümelerine rağmen, her şeyi biraz gönül gözü ve vizyonla yapıyorlar. Başlangıçta, part time çalışan üniversite öğrencilerini garson olarak çalıştırırken, şimdi bu işi meslek edinmek isteyen, turizm otelcilik mezunlarından seçiyorlar.
Ortaklardan Canan Özdemir, milyon dolarlık cirolara ulaşırken, en büyük sırlarının, hálá amatör ruhla hareket etmek olduğunu söylüyor: "Ufacık şeylere nasıl kafa yorduğumuzu görseniz inanamazsınız. Bir şubede bir müşteri herhangi bir şeyi beğenmediğini söylediğinde, hep beraber atlar gider ters giden şeyin ne olduğunu anlamaya çalışırız. Mesela, isli Çerkes peynirinin iyisini bir türlü bulamıyorduk. Gittik Adapazarı’nın bir köyünde bunu en iyi yapanları bulana kadar uğraştık. Şimdi o köy sırf bize isli Çerkes peyniri yapıyor. Çorlu’daki köylü kadınlara ekmeklerimizi yaptırıyoruz. Ekmekleri elleriyle yoğuruyorlardı, onlara yoğurma makinesi aldık. Hiçbirimiz patronluk taslayan patronlar değiliz. Bir yerde musluk bozulsa onu da tamir etmeye çalışırız."
Ramazan Üren, övgülerin başlarını döndürmediklerini, eleştirilere de çok açık olduklarını söylüyor ve müşterilerine sürekli anketler yaptırarak nabız yokladıklarını anlatıyor.
Reklama para harcamıyorlar, kimseden danışmanlık almıyorlar. Şimdiye kadar hiçbir halkla ilişkilerciyle çalışmayı düşünmemişler. Çünkü standartlarını tutturup iyi olan şeyleri insanların gözüne sokmadan da, yapılan işlerin fark edenler tarafından takdir edileceğini düşünüyorlar. Reklama para harcamak yerine, evlerinin de bulunduğu Alaçatı’da, Windsurf turnuvasına sponsor olup hem spora hem gençlere destek olmayı tercih ediyorlar.
Ferit Baltacıoğlu, "Sıfır danışmanlıkla bugüne kadar geldiysek ve yabancı ortaklar yüzde 30-40 hissemizi almak için kapımızdaysa doğru şeyler yapıyoruz. Zaten bütün hülyamız bir dünya markası olmak. Boğaziçi ve Bilgi Üniversitesi’nde sıfırdan başlayıp nasıl buralara geldiğimizi konferanslarla anlatmamızı istediler. Öğrenciler pür dikkat dinledi. Hocalar, yahu ben ders anlatırken bunlar arkada tavla oynuyorlardı, bu çocuklara kendinizi dinletmeyi nasıl başardınız, diye şaşırdılar" diye anlatıyor.
Yabancı ortaklarla anlaşmanın eli kulağında. Ortaklık imzalandığı anda, Atina’da birkaç şube açmak üzere anlaşmışlar bile. Ardından Londra, Bükreş ve Budapeşte gelecek. Bu yıl İstanbul dışındaki ilk şubelerini Ankara ve İzmir’de açıyorlar.
Ekol oldularHouse Cafe ortakları, iki trend yarattıklarını düşünüyor. Daha önce alaylıların bu işi yaptıklarını ama onlarla birlikte profesyonel dünyadan avukatlar, reklamcılar, ekonomistler gibi geniş skalada meslek grubunun yavaş yavaş bu işe soyunduğunu ve mekancıların daha önce başka başka isimlerle şubeler açmalarına rağmen, The House Cafe’nin aynı isimle şubeleşmesiyle, şimdi başkalarının da aynı isimlerle şubeleşmeye gittiğini söylüyorlar.
Ramazan Üren ise büyük masa ve annelerimizin yaptığı limonatanın kendileriyle birlikte tekrar trend olmasını anlatıyor: "Teşvikiye’deki ilk kafeyi açtığımızda, ortaya 20 kişilik büyük bir masa koyduk. Birbirini tanımayanların aynı masada oturup sosyalleşmesini istedik. Başlarda kimse o masaya oturmak istemiyordu. Bir kişi oturduğunda bir başkası oturmayı düşünmüyordu. Ama şimdi büyük masa için sıra bekliyorlar. Büyük masa fikri o kadar tuttu ki, bizden sonra herkes bunu uygulamaya başladı. Limonata belki sadece geleneksel lokantalarda varken, bizimle birlikte tekrar popüler oldu. Biz mönüye naneli limonatayı koyduk, şimdi her kafe limonata satmaya başladı. Servis ettiğimiz suyun içine üzüm atmaya başladık, baktık herkes yine bizi takip ediyor."
The House Cafe’lerin büyük masa ve limonata ikonları gibi büyük avizeler, ev gibi rahat koltuklar, masif mobilyalar, House Burger gibi vazgeçilmezleri de var. Mönülerini kışlık ve yazlık olarak yılda iki kez değiştiriyorlar. Aşçılarının biri Londra’da aşçılık okumuş, bir diğeri Robert Kolej’i bitirip dört yıl ABD’de şeflik yapmış.
10’UNCU ŞUBE BEYOĞLU’NDA R. BRAVO’NUN YERİNDETeşvikiye’de açılan ilk şubenin müdavimleri genellikle gazeteciler ve reklamcılar. Tünel şubesinin müdavimleri yabancılar ve sanatçılar. Ortaköy ise gençlere emanet. İstinye Park’ın içinde açılan şubenin müşterileri alışverişe gelen çok karma bir grup. The House Cafe’nin Caddebostan’daki ve Etiler’deki şubelerinin de sadık müşterileri var.
10 gün sonra Bebek’te yeni bir şube açıyorlar. Nisan ayının başında ise Beyoğlu’nda yıllarca Rio Bravo adıyla bilinen pub, The House Cafe’nin 10’uncu şubesi olacak.