Güncelleme Tarihi:
Kendimi aldım karşıma... Dart'a atar gibi okları fırlatıyorum karşıdaki aynada duran bana.
- Sen hiçbir işe yaramazsın! Hiçbir işi tam yapamazsın. Herşeyi yarım bırakırsın... Zaten bacakların da kalın. 3000 metreden bile atlayamadın! Korkak ne olacak? Zaten bir tarafın Alman, cesaretsizliğin o tarafından geliyordur mutlaka. Tam bir Türk bile olamadın. Olsaydın zaten, 3000 metreye çıkar, bayrak diker, hatta hiç düşünmeden suya atlar, bota çıkar, üstelik rafting bile yapardın! Yapamadın...
Aynadaki ben, boynu eğik, bütün hakaretlerimi sabırla dinledikten sonra, birden yüzünü kaldırdı, gözlerini kısarak sarı bir yılan gibi baktı ve...
- Görürsün sen dedi.
O kadar.
Başka bir şey söylemedi.
Ama ben anlamıştım.
Kararını vermişti.
Yarın güneşin ilk ışıklarıyla dağın tepesinden atlayacaktı...
*
Yanımda benimle aynı macerayı paylaşacak arkadaşım Figen...
Bitmez tükenmez sorular soruyor.
Biraz motivasyona ihtiyacı olduğunu söylüyor!
- Uçaktan korkuyorum, kendimi hiç emniyette hissetmiyorum. Geçenlerde de kızımla balerine bindim, ‘durdurun bunu, inecek var' diye ciyak ciyak bağırdım. Midem bulandı, tansiyonum düştü, nasıl desem gözlerim karardı. Ben zaten 13. kattan aşağıya da bakamıyorum. Sence bende yükseklik korkusu mu var? Söylesene bu yamaç paraşütü işini kıvırabilir miyim?
- Tabii ki kıvırabilirsin Figen. Arkandan bir adam seni itecek, evet uçurumdan aşağı, ne olacak yani, rüzgar da seni kaldıracak. 17 senedir binlerce insan atlıyor. Aşağıdan yukarıya doğru hareket eden hava akımıyla dans ediyor. Biz niye yapamayalım? Neyimiz eksik? Hem zaten, bir sırt çantasının bile içine girebilen o yedi-sekiz kilo ağırlığındaki paraşütler çok emniyetli duruyor. Pilotu paraşüte bağlayan ipler de pek bir sağlam maddeden üretiliyor. Sonra cırt diye yere ineceksin. Tek tavsiyem şu olabilir: Kendini kötü hissedersen, gözünü kapat. Aşağıya bakmazsın olur biter. Başka şeyler düşün, daha heyecanlı şeyler...
Bunları konuşurken, heyecanımı bastırsın diye kahvaltı masasında ne varsa silip süpürüyorum: 10 kibrit kutusu peynir, reçelli ekmekler, karaciğerime iyi gelsin diye 18 adet siyah zeytin, iki göz yumurta, çikolataya batırılmış bilumum krep, 5 bardak portakal suyu (ne de olsa C vitamini). Spor yapmak için iyi besleneceksin, 4 adet yarım greyfurt...
Daha henüz hiç kimse, bütün yediklerimin intikam almak için benden, 3000 metre yukarıda tepeme çıkacağını, özellikle de o iki göz yumurtayı derin gırtlağımda hissedeceğimi ve deve gibi geviş getireceğimi söylememişti!
*
İşte o meşum an gelmişti...
Yanları açık kamyonete bindik.
Kendimi ergenliği henüz bitirmiş bir oğlan çocuğu gibi hissettim.
Bir kadınla ilk seferinde, istediği halde, heyecandan birlikte olamayan, bütün gece kendisiyle boğuştuktan sonra ertesi gün, aynı kadına koştura koştura giden küçük bir çocuk gibi...
Bu tür deneyimler genellikle hayal kırıklığıyla sonuçlanır.
Kendilerine yapabileceklerini kanıtlamak için yapılır.
Yapmış olmak için...
İnsallah benimki de öyle olmaz!
Macera başlıyor...
Baba gibi Babadağ'a tırmanıyoruz.
Uçurumlar, boşta dönen tekerler filan...
Bana bir haller oluyor...
Nedense uyuyorum!
Haliyle ben farkında değilim, uyuduğum için, daha sonra Figen anlatıyor, iki gün boyunca her şart altında, her tarafta uyumuşum.
Allahtan uçarken uyumadım!
*
Tepeye vardık.
Adı İbrahim (Önal), o benim canım pilotum.
O anda yeryüzünde İbrahim'den başka ‘‘canım'' olan erkek yok!
İbo, Escape Havacılık Ekibinden. 600 adet tandem uçuşu, 300 de solo yamaç paraşüt uçusu var. Boru değil yani. Üstelik Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümünde okuyor. Zaten tüm Escape'ciler ya Boğaziçili ya da ODTÜ'lü. Bu arada belirtmekte fayda görüyorum: Kayak hocaları bir zamanlar kadınlar nezdinde epey bir prim yapardı, paragliding hocalarının da onlardan aşağı kalır tarafı yok!
Özel kıyafetler giyiyoruz.
Kaskları takıyoruz.
Pek havalı oluyoruz...
Önde ben, arkada İbo, aşağıda uçurum, yamacın dibinde duruyoruz.
Canım İbo'yla birlikte rüzgarın gelmesini bekliyoruz.
Gelmiyor...
Rüzgarı beklerken, İbo kuralları öğretiyor.
- Ben sana koşacaksın dediğimde koş diyor.
Koşmazsam yükselemezmişiz...
Ama gözüm yemiyor, yese de yemese de rüzgar geliyor, koşmaya başlıyorum. Ya da ben öyle zannediyorum. Arkandan biri seni çekerken, koşmaya çalışman gibi...
Otuz saniyelik ilk an içinde korkuyorum.
Fakat içimde bana oklarını fırlatan o kadına da bu işi yapabileceğimi göstermek istiyorum.
Gösteriyorum.
Uçuruma doğru gidiyoruz.
Ayaklarımın altındaki son kara parçasına bastığımda...
*
Allah kahretsin!
Ayakkabılarım ayağımdan çıkıyor...
Topuğum serbest kalıyor.
Düşecek...
El yapımı canım ayakkabılarım, önce havada süzülecek, sonra yeri öpecek.
Bir süre tereddüt ettikten sonra ikinci tercihimi kullanarak canımı seçiyorum. Ve öyle havalanıyorum. Daha sonra oturunca düzeltiyorum.
İyice yükseliyoruz. Sıcak hava akımlarını ve rüzgarı kullanarak. Yani İbo öyle söylüyor, havada süzülüyoruz.
- Bu muymuş onca kortuğum şey. Ne var ki bunda? Pek bir keyifli. Oturuyorsun, işte havadasın. Fethiye bacaklarının altında!
Bir süre sonra İbo'ya ukalalık bile ediyorum...
- Daha tehlikeli bir şey yok mu?
Denizin üzerine gidiyoruz.
Spiral yaparak alçalmaya başlıyoruz.
İrtifa olarak alçalırken midem de bana alçaklık etmeye başlıyor.
Yumurtalar yükseliyor... Ters orantı!
Tersi düzü, sonunda yere iniyoruz.
Ayaklarım karaya basar basmaz...
En gıcık halimle soruyorum:
- Sırada ne var? Ama lütfen daha tehlikeli bir şey olsun!