Ferrari’de ortalığı temizliyordu, şimdi orduya hücumbot üretiyor

Güncelleme Tarihi:

Ferrari’de ortalığı temizliyordu, şimdi orduya hücumbot üretiyor
Oluşturulma Tarihi: Ekim 23, 2005 00:00

Aslında anlatılan, ilk Türk tasarımı otomobil olan Anadol’un hikáyesi, hani şu inekler tarafından yendiği söylenilen Anadol’un. Ama iş Anadol’la sınırlı kalmıyor elbette. Vehbi Koç’tan Bernar Nahum’a, Eralp Noyan’dan Ekber Onuk’a bir dizi önemli insan var. Biz, gençliğinde Ferrari fabrikalarında ortalığı süpüren Türkiye’nin en önemli otomobil tasarımcılarından Eralp Noyan’ın çarpıcı hikáyesini çıkarttık öne.

Ama siz, Aydın Demirer ve Özgür Aydoğan tarafından yazılan ve Güncel Yayıncılık tarafından yayımlanan ‘Huzurlarınızda Spor Anadol’ isimli kitapta birbirinden ilginç başka hikáyeler de bulacaksınız.

‘Başka bir ülkede yaşıyor olsaydık,’ diyor Aydın Demirer ve Özgür Aydoğan, ‘Eralp Noyan’ın ya da Bernard Nahum’un hakkında en azından bir iki belgesel çekilmiş, birkaç doktora çalışması yapılmış olurdu.’ Son derece haklılar. Birazdan, göreceğiniz gibi, özellikle Eralp Noyan, Türk tasarım tarihi diye bir tarih yazılırsa eğer bir gün, onun en okunaklı sayfalarında yer alması gereken bir isim.

Eralp Noyan, Bursa Tophane Motor Sanat Okulu’nu bitirdiğinde, gün gelip Türkiye’nin en önemli hücumbotlarının çizimini üstleneceğini bilmiyordu doğal olarak. Ama Almanlar’ın propaganda dergileri dahil, müthiş bir İkinci Dünya Savaşı yayınları koleksiyonuna sahip bir babanın oğlu sıfatıyla farklı birtakım nitelikler taşıdığını da seziyordu herhalde. Evin değişmez konukları arasında, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in, Bursa Valisi İhsan Sabri Çağlayangil’in, Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’nin bulunmasını ise bir başka ilginç ayrıntı olarak kaydetmek gerekiyor bir kenara.

Yine de bunlar, Eralp Noyan’ın 20 yaşına geldiğinde soluğu Napoli’de almasını açıklayacak kadar zengin unsurlar değil. Ama lise yıllarında, kitaptaki ifadeyle, ‘Çat-pat İngilizce’siyle Napoli’den edindiği kız arkadaş’ sürüklemiştir onu Napoli’ye. Ancak, Noyan pasaport yerine, daha kestirme olsun diye gemici belgesi çıkartmayı tercih etmiştir. Arkasından da Napoli’ye giden bir gemiye atlayacak ve Napoli’de bulacaktır kendisini. Üstelik kız arkadaşının evini bulmakta da zorlanmayacaktır pek. Ne var ki, İtalyan kız kapıyı açıp da karşısında Noyan’ı görünce, artık nasıl hayaller kurduysa, neler düşündüyse, kapıyı suratına kapatacak ve bir daha da açmayacaktır:

‘Eralp Noyan, pasaportsuz, yanında götürdüğü çok az bir parayla İtalya’nın ortasında, tek kelime İtalyanca bilmeden kalakalmıştı. Yanındaki tek değerli şey, arkadaşlarının, ‘Yanına al. Avrupa’da iyi iş yapar’ diye tavsiye ettikleri bir karton Kulüp sigarasıydı. Savaşın yaralarının henüz yavaş yavaş sarıldığı İtalya’da fiyakalı mavi paketi ve siyah tütünüyle Kulüp sigaraları gerçekten de pek çok kapıyı açan anahtar olacaktı.’

NAPOLİ’DE BİR TASARIM CASUSU

Eralp Noyan, bir kız kapıyı suratına kapattı diye yılacak insanlardan değildir. Kısa sürede, kendisi gibi yabancılardan oluşan küçük bir guruba dahil olacak, resimle ve otomobille ilgilendiğini gören arkadaşları, Napoli yerine, Çizme’nin yukarısına çıkmasını tavsiye edeceklerdir. Çizme’nin yukarısında Po Ovası, Po Ovası’nda ise Maserati, Lamborghini ve Ferrari gibi ünlü otomobil devlerinin fabrikaları vardır çünkü.

Noyan, artık nasıl yaparsa yapar ve Ferrari’ye ‘temizlikçi’ kadrosuyla girmeyi başarır. Bir bakıma, mühendis olarak girmekten daha fazla yarayacaktır işine bu. Neden derseniz, Ferrari’de atölye kısmına işi olmayanların girmesi kesinlikle yasaktır. Ama bir ‘temizlikçi’ için böyle bir yasak söz konusu değildir. O da, önce bir pansiyonda oda kiralar, bir tabaka kasap kağıdı alır, altına küçük bir tahta kestirir ve adı yıllar sonra ‘tasarım casusluğu’na çıkacak olan işi yapmaya başlar. Ancak, önemli bir fark vardır arada: Noyan’ın amacı, bunları başka bir şirkete satmak değildir, o sadece otomobillere olan kişisel merakını tatmin etmektedir:

‘Ama bu sürekli yapılacak bir iş değildi doğrusu. Her şeyden önce, 1950’lerin İtalyası’nda temizlikçi maaşı tahmin edilebileceği gibi hayli düşüktü. Çalışılan kuruluşun adının Ferrari olması da bu durumu değiştirmiyordu. Bütün para, odanın kirasına ve günde bir paket makarnaya gidiyordu. 20 yaşındaki Eralp Noyan, her gün bir paket makarnayla doyacak insan değildi hiç kuşkusuz. Birkaç ay sonra sabrının sınırlarına geldiğinde, yeni limanlara doğru yelken açmaya karar vermesi şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, kirayı bile ödeyecek parası olmadığı için, evsahibinden kaçmasıdır.

KAMYON BEKLERKEN PORSHE DURDU

Arkadaşları, ‘Yola çık, gelip geçen kamyoncular alır’ demişlerdir ama gelip geçen kamyonların Noyan’ı almak gibi bir dertleri yoktur. Almak bir yana, herhangi bir kamyon yavaşlamaya bile tenezzül etmemiştir. Eh, aksilik başlayınca devamı gelir ya, birdenbire bastıran yağmur da bu işi üstlenir. Sırılsıklam olmuş bir vaziyette bir taşın üstünde oturan Eralp Noyan uyuklarken, bir Porsche geçer önünden. Geçmesi doğaldır da, yüz metre ileride durup, geri geri gelerek Noyan’ın önünde kapısını açması tuhaftır biraz. Üstelik, Porsche’un direksiyonundaki adam, binmesi için işaret etmektedir.

Noyan’ın sapık mı, yoksa katil mi diye hakkında iyimser düşünceler beslediği adam İsviçreli’dir. Aldığı yolcunun Fransa’ya gideceğini öğrenince, kamyoncuların olduğu bir yerde bırakır. O da yanındaki Kulüp sigaralarını bir kamyoncuya vererek, önce Fransa’ya girecek, arkasından da kaçak olarak yük trenlerine binerek Belçika’ya geçecek ve ‘Ecole Textile de Vernier’ adlı tekstil okuluna kaydolacaktır. Ancak onun aklı güzel sanatlardadır. Fransızca konuşamasa bile altı bin adayın arasında üçüncü olarak bu işi de başarır. Akademide genel bölümde, resim, anatomi, malzeme bilgisi, sanat tarihi, gravür, baskı teknikleri, heykel, iç mimari dersleri alacak, üç yıl da endüstri tasarımı okuyacaktır.

ADI PİS TÜRK DİYE KALDI

Ne var ki, bütün bu yükün altından saatte 25 Frank’a gazetelerin içine ek yerleştirerek kalkmak mümkün değildir. İşte tam da burada, o güzelim tabirle kader ağlarını örecek ve arkadaşlarıyla gittiği bir gece kulübünde Porsche’nin şoförüyle karşılacaktır: ‘Yanına gittim. Parmağıyla işaret etti ‘Pis Türk’ dedi. O günden sonra da benim lakabım ‘Pis Türk’ ya da Alpi olarak kaldı. Eralp diyemiyor, Alpi diyordu.’

Karşısındaki adam, Belçika’nın ünlü otomobil tasarımcılarından Mean Motors Şirketi’nin sahibi olan ve cebinde beş farklı ülkenin pasaportunu taşıyan Jacques d’Heure’ün ta kendisidir. Noyan’a buralarda ne aradığını sorar, serüvenini öğrendikten sonra da, ‘Gel benim yanımda çalış’ demekten alamaz kendini. Eralp Noyan’ın sorusu son derece basittir: ‘Ne kadar para vereceksin?’ D’Heure’ün cevabı da aynı basitliktedir: ‘İstediğin kadar.’

ŞİMDİ HÜCUMBOT YAPIYOR

Tam beş yıl, bu ilginç adamın yanında çalışacaktır Noyan. Almanya, İtalya, Fransa ve Hollanda’da hem otomobil yarışlarına, hem de tasarım atölyelerine girecektir. 1967’de ise askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye dönecek, Jacques d’Heure’den de bir daha haber alamayacaktır. Çünkü, birkaç yıl sonra intihar edecektir, Noyan’ın önüne yeni ufuklar açan bu adam.

İşte Anadol’dan sonra üretilen ilk yerli otomobil olan spor Anadol’un mimarlarından biri de, Ekber Onuk ve Bernar Nahum’la birlikte Eralp Noyan’dır. Kitabı okuyunca da göreceğiniz gibi, spor Anadol üretiminden çabucak vazgeçilmiş, bu da Türk otomobil sanayiinin emekleme aşamasında kalmasına yol açmıştır.

Eralp Noyan mı? Şimdi arkadaşı Ekber Onuk’la birlikte, Türk Deniz Kuvvetleri için hücumbotlar ve çıkarma gemileri yapıyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!