Güncelleme Tarihi:
Dünya Tiyatrolar Günü’nde doğdum. Annem doğum sırasında Tosca’nın ünlü aryasını söylemiş. İlk kez dört yaşındayken Shakespeare’in ‘Yanlışlıklar Komedyası’nda rahibenin yanında kilise çocuğu olarak çıkıyorum sahneye. Annem de o oyunda oynuyor. Yıllar sonra ‘Asiye Nasıl Kurtulur’da da annemle aynı sahneyi paylaştık. Sahnenin tozunu küçük yaşta yutmakla kalmadım. Sahneyle hayata başladım ben. İlk seyrettiğim opera Viyana’da, Wagner’in ‘Tanrıların Çöküşü’ operası. 3.5 yaşındayken annem, Viyana’ya götürüyor beni. Girişte diyorlar ki, “Aman çocuk girmez operaya!” Annem, “Yok, o hiç sesini çıkarmaz dinler” diyor. Gözümü kırpmadan sessizce dinlemişim gerçekten.
GİTMEYİN DİYE SİZİ SINIFTA BIRAKAYIM
35 yıldır Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölüm Başkanıyım. Gençler tiyatroyu çok seviyorlar. Her sene sadece bizim okula 600-700 kişi yetenek sınavına giriyor. Sadece 15’ini alıyoruz okula. Önce ‘Artist mektebi’ diye bakıyorlar. Oysa sadece oyunculuk değil, bunun teknik kondisyonu, diksiyonu var. Tiyatro tarihi, sosyal tarih, felsefe, toplumsal tarih öğreneceksiniz. Bunları bilmezseniz zaten tiyatrocu olmuyorsunuz, komik oluyorsunuz. Okulların sayısı arttı. Her sene 200 mezun çıkıyor. Neresi alacak bu çocukları? Opera sanatçıları, harikulade sesler var. Mezun oluyor operalar almıyor. Oyun başına 30 lira 40 lira veriyor. Dünya yüzünde böyle bir şey var mı? Bakın, Avrupa kapışıyor dansçılarımızı, operacılarımızı. Bazıları çekip gidiyorlar. İşte o yüzden dördüncü beşinci sınıfta sıkıntım başlıyor. Çocukların gözlerine bakınca hüzün doluyor içime. “Hadi gitmeyin bir sene daha sınıfta bırakayım sizi bakın okulda ne güzel oyun oynuyoruz” diyorum bazen. Çocuk, gitmek istiyor ama nereye gidecek? İyi tarafı çocuklarda müthiş bir enerji olması. Kendi tiyatrolarını kuruyorlar, yeni alanlar yaratıyorlar.
Tiyatrocular dilli düdüktür çok sevilmezler
YENİ NESİL
Sanat, yaşamın içinde eleştirel bir yerde duruyor. Özellikle tiyatrocuların dili uzundur, fazla sevilmezler. Müzisyenler, dansçılar, orkestralar bir yere kadar sevilir ama iş tiyatroya geldi mi, tiyatro dilli düdük. Bizim genç tiyatrocular çok zeki, çok akıllı, her şeyi anında algılıyorlar ve bizim gençliğimizdeki gibi naif de değiller. Çok daha farklı, hızlı tepki gösteriyorlar. Bu çok iyi. Avrupa’daki tiyatrocularda bu kadar atraksiyon göremeyebilirsiniz. Popüler sanat meselesi var bir de. Global ekonomi, pazarlama, reklam ve tüketici ekseni içinde popülariteyi pompaladı. Ancak böyle sabun köpüğü gibi bir etki yaratırsınız. 1968’de İstanbul’da 40 tane özel tiyatro perde açardı. O zaman 40 tiyatro varsa şimdi bu nüfusla 140 olması lazım. Ama yok! Çünkü 80’den sonra müthiş bir kültür erozyonu yaşandı.
Yönetmen oyuna sahip çıkmadı
GENÇ OSMAN
Devlet Tiyatroları’nda önceki yıllarda klasiklerden, Avrupa ve Amerika’da oynanan oyunlara kadar geniş bir repertuvar yapılıyordu. Devlet Tiyatroları’nın birinci görevi klasikleri tanıtmaktır. Antikleri, yani kalabalık kadrolu ve büyük para gerektiren prodüksiyonları yapmak zorunda. Özel tiyatro bunları yapamaz. Bütün Avrupa ülkelerinde böyledir. Büyük projeler, gişe kaygısı taşımayan ve özgün, hacimli sanat olayı olarak büyük paralar gerektirir. Ben 45 senelik oyuncuyum. Bunun 40 senesi özel tiyatrolarda geçti. Ama Devlet Tiyatrosu’nun gerekli olduğuna inanıyorum. Tartışılan ‘Genç Osman’ oyununu izlemedim. Oyunun yönetmeni Şakir Gürzumar niçin çıkıp konuşmuyor? Yönetmen, “Bir dakika efendim benim oyunumda böyle bir sahne var, bu interaktif tiyatro” diye açıklayacak. Bu böyle ortada bırakılamaz. Bakana da oyuncunun değil, sorumluluğu üzerine alıp Şakir Gürzumar’ın gitmesi gerekirdi. O sahnenin değiştirilmesine nasıl izin verdi? Oyunda tek irade rejisördür.
‘İsmene’yi oynuyoruz
SEMİHA BERKSOY VAKFI
Semiha Berksoy, tüm sanatların birliği kavramının dahi bir temsilcisidir. Geçen yıl bu dünya çapındaki sanatçının 100. doğum yılıydı. Çok güzel etkinlikler oldu. Semiha Berksoy Opera Vakfı’nın varoluş nedeni, Semiha Berksoy’un eserlerinin korunması ve onun tanıtılması. Gündemimizde yeni projeler var ve en önemlisi Semiha Berksoy Müzesi’nin oluşumu. Semiha Hanım, büyük bir koleksiyon bıraktı. Tabii bütün eserleri müzeye aynı anda koymaya kalksak sığmaz. Her seferinde belirli konseptlerde uzun süreli olarak sergileyebiliriz. Vakıfta küçük bir salonumuz var. 20 izleyici alıyor. Epik ve avangard tarzı butik oyunlar sergiliyoruz orada. Bunlardan biri Yannis Ritsos’un ‘İsmene’si. Çarşamba ve perşembe akşamları oynanıyor. Almila Uluer Atabeyoğlu oynuyor. Bu oyundaki rolüyle 16. Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Ödülleri’nde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ seçildi. ‘İsmene’, vahşet, savaş, barış, insanlık, vicdan konularında mesaj veren ve toplumsal dönüşümlerin içinde faşizm olgusunun hiçbir zaman bitmediğini anlatan bir oyun.
Annemle uzlaşmaz bir aşk yaşadı
NAZIM HİKMET
Nazım Hikmet ile 34-35’li yıllarda öyle bir tutku yaşanıyor. O uzlaşmaz bir aşk. Annem, 1942’de Nazım’ı cezaevinde ziyarete gidiyor. Çıkarıp, babamın resmini gösteriyor. “Bu adamla evleneceğim” diyor. Nazım, “Ben çıkınca seninle birlikte oturacağım” diyor ama Semiha Hanım dinlemiyor. Aşık olmuş babama. Sonra Nazım ile çok iyi dost oluyor annem. Annem, babam Ercüment Siyavuşoğlu ile 35 sene yani ölene kadar evli kaldı. Babamın soyadı resmi soyadımdı. Annemin soyadı Berksoy ile tanınınca sonra onu da resmen aldım. Babamla aneminin arasında büyük bir aşk var. Babam çok yakışıklı, güzel bir adamdı. Annemin hayatta en büyük şansı ve en doğru seçimidir babacığım.
Brecht repertuvarım vardı
BERLİN
Babam Fransa’ya annem Berlin’e gitmemi istedi. Birincisi Avrupa sanatının koyu damarı Berlin’dedir. Paris, Roma hafiftir açıkçası. Viyana ve Berlin koyudur, klasik sanat... Bir de annem, “İki dünya birlikte bu şehirde. Doğu Berlin ve Batı Berlin. Onun için çok rica ediyorum Berlin’e gitsin Zeliha” dedi. Berlin hakikaten çok doğru bir karardı. Berlin’e gittik biz, Schiller Theater’dayız. Annem, “Şimdi seni dünyanın en büyük tiyatrosuna götüreceğim” dedi. Berlin Ensemble’a götürdü. Bize loca açtılar. Oturduk izledik. Brecht’in ‘Adam Adamdır’ oyunu oynanıyordu. Nefis bir ekipti oynayan. Boleslaw Barlog, genel sanat yönetmeni yani savaştan sonra o tiyatroyu kuran adam. Onun asistanıydım. Doğu’ya gidip sürekli oyun izliyordum. İlkbahardan sonra Berlin Ensemble’a düzenli gitmeye başladım. Dramatik tiyatro ekolünün üzerine epik oyunculuk meselesini, Brecht’in oyunlarının oynanış şekilleri, uygulanan stilleri orada öğrendim. Zaten Brecht hayranıydım, şansonlarına tutuldum. Türkiye’ye döndüğümde Almanca koca bir Brecht repertuvarım vardı. Nitekim ilk konserimi 1972’de Alman Kültür Merkezi’nde verdim.
Annem beni hiç çalıştırmazdı
KONSERVATUVAR
Ankara Devlet Konservatuvarı’na gitmeyi ben istedim. Annem istemiyordu. Sonunda, “Bak bu çok zor bir yol, benim hayatımı gördün. Büyük bir mücadele ve acı var bu hayatın içinde. Sen bunu göze alıyor musun?” dedi. “Evet, alıyorum” dedim. “Peki o zaman sen bilirsin” dedi. Annem hiç beni çalıştırmaz, hiçbir parçama bakmazdı. Annemden de babamdan da çok korkardım. Çünkü beğenmedikleri an beni yerin dibine geçirecek nitelikteydi ikisi de. Allah’a şükür, hiç beğenmedikleri olmadı. Bakalım bizim kız ne yapmış, gözüyle geliyorlardı. Sürekli sınavdaydım ben. Bunu Genco (Erkal) bilir, prömiyerde falan ödü kopardı annem ters bir şey söyleyecek diye.
‘Asiye Nasıl Kurtulur’
POPÜLERLİK
“Ne olacak üç ay oynar Berlin’e giderim” diye düşünüyordum. Fakat ne mümkün? ‘Asiye Nasıl Kurtulur’ bir başladı, Türkiye birbirine girdi. İki sene matine-suare oynadım. En popüler oyunum oldu. Ankara Birlik Sahnesi’nde oynadım, Anadolu turneleri yaptım. Ertesi sene Dostlar Tiyatrosu Genco Erkal’ın rejisiyle sahneye koydu. Orada da bir sene oynadım. İlk başta çok üzerinde durmuyordum. Fakat 20-30 seneyi aşıp da hala böyle Asiye denince herkes anlatıyorsa, “Demek bu bir efsane” diye kabul ettim.
Oynamamak benim tercihim
DİZİ VE SİNEMA
Dizilerde oynamayı tercih etmiyorum. Oyuncu olarak da yönetmen olarak da benim bir metne aşık olmam lazım. Onun için biraz seyrek oynuyorum. Zor aşık oluyorum yani. Sinemada yönetmenlerimizle böyle bir buluşmam olmadı benim. İki filmim var. Buluşma olabilseydi belki daha çok filmde oynayabilirdim. Ama zaten o sırada yoğun şekilde politik tiyatro yapıyordum. Şunu söyleyeyim, ben seyircinin karşısında olmayı seviyorum. Seyircisiz bir ortamda oynamak bana boşluğa oynamak gibi geliyor. Ona sinemacılar, oyuncular çok alışkın. Tiyatroda her gün seyircinin karşısında yeni bir sınava çıkıyorsunuz. Alkışlarla yenilenip tazeleniyorsunuz. Duygusal anlamda beni daha yukarda tutuyor.
Oğlum babasının misyonunu sürdürecek
AİLE
Ankara Birlik Tiyatrosu’ndan ayrılıp Dostlar Tiyatrosu’na geçtiğimde İstanbul’a taşındım. Evlendim o sırada. Yıldırım Aktuna ile dört yıl evli kaldık. Bir oğlumuz var. Oğul Aktuna. Amerika’da global ekonomi ve pazarlama okudu. Şimdi de politikayla ilgileniyor, CHP’li. Sanırım gelecek seçimlerde bir yerden aday olur. Babasının misyonunu devam ettirmek istiyor. Yıldırım Bey, belediye başkanlığı sırasında bir tiyatro kurmak istedi. Bakırköy’de Türkiye’nin üçüncü ödenekli tiyatrosunu kurdum. Baruthane binasında inşaatın başında durdum üç yıl. Çok önemli yazarlardan bir repertuvar tiyatrosu kurdum. Deli bir çalışmaydı benimki. Fakat Yıldırım Bey, iki sene sonra ayrılıp Sağlık Bakanı oldu. ANAP’lı yeni başkan Ali Talip Özdemir ile kanımız uyuşmadı. Gerekçesiz biçimde görevden alma yoluna gitti. Biz de ona idari bir dava açtık. Altı sene sonra da kazandım, tazminatımı aldım.