OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 16, 2001 00:00
FARKINA VARMADAN DELİRMENİN DAYANILMAZ CAZİBESİ Yaklaşık bir yıldır kiracısı olduğum büyük bir evim var... tek başıma yaşadığım için çok fazla eşya almadım... gereksiz fazlalıklar oluyor çünkü sonra o gereksiz eşyalar... mesela duvarlara pahalı tablolar, köşelere şık lambalar, pencereler için gösterişli perdeler... sadece yatmak için kullandığınız kocaman bir mekanı hiç bakmayacağınız, dokunmayacağınız, tozunu bile almayacağınız bir sürü eşya ile dolduruyorsunuz... evet siz dolduruyorsunuz... ben doldurmuyorum.. ( bakınız; dövüş klubü filmi etkileri madde 4:eşya nedir ki...) onların yerine çiçek dikmeyi istiyorum kaç zamandır... yerlerine derken onların duracakları yere kamyonla toprak getirtip bahçe haline getirmeyi kastetmiyorum...( bu açıklamayı niye yaptım ki! kim böylesine yanlış anlayabilir ... ) istiyorum ama çiçek dikmek kolay da, o çiçekler, o eşyalardan daha çok zaman ve ilgi istiyor. istiyormuş desem daha doğru çünkü ilk denemelerim fiyasko... beni sevmiyor çiçekler... aslında çiçekler benim evimi sevmiyorlar... çok havasızmış... çok kuruymuş... az nemliymiş... güneş görmüyormuş... oysa güneş görüyor... günde en az 30 dakika arka odaya güneş düşüyor... ben bir kere şahit oldum... (Bir kere de nikah şahidi oldum... ilginç bir tecrübeydi...) Ben aslında çok düzenliydim... eşyalarıma çok temiz bakardım... balkonumu her zaman yıkardım... artık yıkamıyorum... artık şehrin pisliğini üzerimden atamıyorum... petrole bulanmış deniz kuşları gibiyim... benim balkonu yıkamamla balkonun toz içinde kalması arası on dakika... on dakika sonra eskisi gibi oluyor... işin en kötü yanı bunun insanın ruh hali üzerindeki etkisi... deliriyorsunuz farkında olmadan... değersizleşiyor herşey... hayat on dakika gibi geliyor birden... on kısa dakika... Sanki şehrin üzerinde, hayır üzerinde değil her yerinde, en küçük hücrelerine bile bulaşmış, ağır, ağdalı, yapışkan bir pislik var... toz, karbonmonoksit, dioksit, üç oksit ,beş oksit vs.den oluşan...yapışıyor.. yıkıyorsunuz, gidiyor... ama hemen tekrar pisletiyor herşeyi... on dakikada... Şehirleri kim seviyor ki... seviyorum diyenlere bir sorun... iyi yanlarını anlatsınlar... sonra da siz onlara kötü yanlarını anlatın... hemen "tamam ama buradaki imkanlarla hiçbirşeyi değişmem" diyeceklerdir... imkanlar dedikleri de büyük ve kocaman hastaneler, güzel ve temiz yollar, sıkışmayan bir
trafik, çocukları için eğitim imkanı, uzay yolculukları için füze rampaları falan değil... imkan dedikleri büyük, çok büyük, kocaman alışveriş merkezleri, eve telefonla
yemek getirtebilme, barlar, diskolar, bowling, squash, golf ( volkswagen), korna sesleri, eksoz dumanları, baÅŸ aÄŸrıları ve yaÄŸlı güreÅŸ ...( yaÄŸlı güreÅŸ mi? ) ÖrneÄŸin bayanlara herkesin içinde bağıran minibüs şöförleri var ÅŸehirlerde.. kasabalarda olmaz onlardan... kasabadakiler tanır birbirini... kabalık etmez... utanır... en azından kabalık ederse aÄŸzının burnunun akÅŸama kalmadan kırılacağını bilir... yani kasabada yok mudur kaba insanlar ... vardır... ama kendilerine, en fazla ailelerine kabadırlar... kimseyi rahatsız etmezler... Ama ÅŸehirlerde kimse kimseyi tanımıyor... kimse kimseyi takmıyor... herkes birbirine hiçkimse... en baÅŸta kendinize hiçkimseleÅŸiyorsunuz... insanın aynaya bakmaya vakti mi oluyor... ya da şöyle oturup hayatınızın muhasebesini yapmaya... karşı dairede oturan kim?.. bilmiyorsunuz... bir fincan kahvenin hatırını bankaya koysanız yüzde kaç getirir diye düşünüyorsunuz... ne getirir? senede en fazla bir fincan getirir... kırk sene bekleyin, elinize sadece fazladan bir kilo kahve geçsin... olur mu? komisyonu da düşerseniz... offf... iÅŸte ÅŸehir adamı böyle yapıyor... herÅŸey para ... herÅŸey menfaat... rantabıl mı? deÄŸil mi? soru bu... sorun da bu... herÅŸey herÅŸeye hiçbirÅŸey aslında.. Bir de sonradan akılları baÅŸlarına gelenler var... ben amerikan filmlerinde gördüğüm gökdelenler arası yeÅŸilliklere çok gülüyorum... öyle yapay geliyor ki bana o yeÅŸillikler... bir yanda tonlarca çelik... ayıp olmasın diye yanıbaşına bir dönüm yeÅŸillik... her köşebaşında çocuk parkları ve oynarken, koÅŸarken ÅŸehrin bütün pisliÄŸini ciÄŸerlerine çeken çocuklar... Peki neden insanlar ÅŸehirlere göç ediyor... iÅŸte yüzyılın sorusu... ÅŸehirdekiler deli gibi doÄŸayı, sessizliÄŸi özlerken, köydekiler de deli gibi ÅŸehri, gürültüyü, pisliÄŸi mi özlüyor... hayır... köyde iÅŸ yok diye geliyorlarmış... yol yok diye... doktor yok diye... gelsinler... ÅŸehirlerde iÅŸ var... yol da var... doktor da var... hem de çok var... köyde kazandıklarının 10 katını kazanırlar... ama gözden kaçırdıkları ÅŸu; köyde kazandıklarının 11 katını harcamak zorundalar... yol için... doktor için.... yoksa ne mi oluyor... köyü kente getiriyorlar... gecekondu mahalleleri oluyorlar... bizim almancılar gibi ... almanya sokaklarında çemiÅŸgezek türküleri söylüyorlar... apartmanda inek beslemeye falan kalkıyorlar... böyle trajikomik gurbetçi hikayeleri var...( almanya üniversitelerinde okuyan kaç gurbetçi türk var acaba) ... sadece para kazanmak istiyorlar... kendilerini asla ÅŸehre ait hissetmiyorlar... ÅŸehrin kültürüne ÅŸu kadarcık katkıları olmuyor... ve çok kazanıyorlar ( köydekinden çok)... bir ÅŸehirli gibi kazanıyorlar... ama bir köylü gibi harcamaya çalışıyorlar... ÅŸehirde yaşıyorlar ama ÅŸehirli gibi giyinmiyorlar... ( ÅŸehirli gibi giyinmek pahalı) ... ÅŸehirde yaşıyorlar ama boÅŸ vakitlerinde ÅŸehrin sunduÄŸu sosyal hayatı deÄŸil köylerindeki gibi kahvehaneyi tercih ediyorlar... ( ÅŸehrin sosyal hayatı pahalı)... yaÅŸadıkları yer ÅŸehrin sınırları içinde bile deÄŸil çoÄŸu zaman ... kıyılarda... hatta sınırın tam üstünde... ÅŸehirde yaÅŸadıkları ancak posta adreslerinden anlaşılıyor... dere yataklarına ev yapıyorlar, yaÄŸmur çok yağıyor, evleri yıkılıyor... otobanda karşıdan karşıya geçerken havada parçalanıyorlar... çocukları çamur içinde oynadıkları için hastalanıyorlar durmadan... çocukları yetersiz beslendikleri için bodur aÄŸaçlar kadar büyüyorlar... çocukları fakirliÄŸin öfkesini büyütüyor içlerinde... sonra yastık altlarında köy için çok ama ÅŸehir için hiçbirÅŸey olmayacak kadar paraları oluyor... zengin olduklarını sanıyorlar... biriktirdikleri parayla ÅŸehirlinin yeni bir müzik seti bile alamayacağını bilmeden... ya da bilmezlikten gelerek... sadece sanıyorlar... ya da tutunamayıp iyice fakirleÅŸiyorlar... bin piÅŸman oluyorlar köyü terkettiklerine... gururlarına yedirip geri de dönemiyorlar... züğürt aÄŸa filmi bunu anlatmıyor muydu... O zaman da ortaya böyle komik bir tür çıkıyor... ÅŸehrin tam ortasında dolaÅŸan bir sürü tıraÅŸsız adam... ne ÅŸehirli ne köylü... ÅŸehirliler ÅŸehirliliÄŸini kaybediyor... köylüler köylülüğünü... Ben sosyolog deÄŸilim... bunlar gördüğüm... o yüzden öyle büyük laflar edemem... ama kılavuz istemeyecek kadar ortada bu köy... ÅŸehir güzel bir yer aslında ... köy daha güzel bir yer bana sorarsanız... ama ÅŸehirlilik sonradan olmuyor... olmuyor iÅŸte... sonradan ÅŸehirli olmaya çalışanlar sadece ÅŸehre zarar veriyor... ne kötü ki suçlu onlar deÄŸil... köylerinde adam gibi köylü olabilseler gelmeyecekler... sorunca öyle diyorlar..."biz istemez miydik köyümüzde kalmayı" diyorlar... ama siz sorunca birÅŸey olmuyor... sorması gerekenler ise sormuyor... Hayat böyle gereksiz bir döngü içinde serbest yüzerken, benim evimde çiçekler açmayı bile reddediyor... çünkü kendilerini benim eve ait hissetmiyorlar... doÄŸa sonradan olmuyor... sonradan olduÄŸunu sanmanıza bile izin vermiyor... hele onu bozmanıza, yok etmenize çok sinirleniyor... denizi dolduruyorsunuz, sonra bir deprem oluyor, doldurduÄŸunuz yer kadarı tekrar denizle doluyor... En üst katta otursam kestirirdim tavanını bir odanın... o odaya da kamyonla toprak koydururdum... iÅŸte derdim çiçeklere; alın size açık hava... alın size toprak.... artık çiçek açın n'olur... çiçekleriniz olmadan bu ÅŸehir çekilmiyor... Akın BAÅžAL - 16 Nisan 2001, Pazartesi Â
button