Eylül

Güncelleme Tarihi:

Eylül
Oluşturulma Tarihi: Eylül 26, 2001 00:00

KOTRASI marinadaki pontonun batı yakasında kıçtankaraydı. Kamara arkasının meltemsiz kuytusunda dünya seyrine oturmuştu Kızılok. ‘‘Çanak anten gibi entegrasyon sağlamış’’ dediği dünyaya bakıyordu, küresel köye.Ufalan vücudunun üstünde ve yeleleşen kır saçlarının ortasında küçülmüş mü büyümüş mü olduğu anlaşılmaz sfenks yüzüyle.Sormaya cesaret edemiyordu insan: Niçin eylülün adını vermişti acaba teknesine?Özellikle Kerme Körfezi'nde ayların en güzeli olduğu için mi? Ömrünün sonbaharını hissedip uzun sürsün diye ilk ayından başlayış mı?Yoksa, ‘‘Vay hayvan vay’’ magandalığından tenhalığın sessizliğine sığınış mı?Belli ki, yorgundu. Yalnızca sahibini ‘‘unutmadığını’’ sık sık anımsatan kalbine değil, teknesinin yıpranmış tentesine, aşınmış halatlarına da bulaşan bir yorgunluk. Haklı ve ilerici olduklarına inandıkları için ister istemez ‘‘aceleci’’ olmuş eski kuşakların didinişlerinden gelen.Fransızların deyimiyle ‘‘yavaş yavaş acele ediş’’i kendilerine yakıştıramayanların yorgunluğu.Zaten Fransa'nın Georges Brassens'leriyle Jacques Brel'leri tek insan olup Türkiye'de yaşasalardı, ortak adları da herhalde Fikret Kızılok olurdu.Ama, şair tabiatlıların pek azı Kızılok kadar denizi sevmiş olabilir. Tuhaf olan, denizi bu kadar sevip yapıtlarında denizden bu kadar az söz eden şair tabiatlı insanın da çok az oluşudur. Belki de, gizliden gizliye sürdürülen, yoğunluğu bir türlü açığa vurulmayan, derinliklerde bir aşk.İlle de başka aşklara karıştırılarak ifade edilmesi gereken.Zihninde böyle bir karışım olmasa, güzel kadınlardan vazgeçmeyen, belki biraz da bundan ötürü yorulan bir insan, sazını alıp dağlara vurmuş Karacaoğlan'lardan farklı olarak, ‘‘Aklı başında, kültürlü, ama denize dayanıklı, paslanmaz kadın arıyorum’’ der miydi?Bilmek istemezdi ki, küçük teknelerde büyüyen deniz aşkı ile öbür aşkları birleştirmek çok zordur. Nerdeyse olanaksız, bizim gibi toplumlarda pek ender başarılı olabilecek bir arayıştır ‘‘denize dayanıklı, paslanmaz kadın’’ arayışı. Yalnızca, ruhbilimdeki tanım gereği, tutkunun ortaklık kabul etmeyişinden, örneğin sırılsıklam áşık birinin aynı zamanda gerçek bir alkol ya da kumar tutkunu olamayışından ötürü değil. Hatta, bir mekan sorunu, geniş ev içlerine alışkın olanın kotra boyutlarına katlanmayışı da değil. Asıl engel, denizciyle küçük teknesi arasında oluşan aşkın kadında yarattığı kıskançlıktır.Aslında aynı aşka anlayışla bakan deniz pek hoşlanmaz bu çeşit kıskançlıktan. Gemileri dişi sayan geleneğin ilk sefere kadın bindirmeyişi de herhalde bundandır.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!