Şermin TERZİ
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 28, 2006 00:00
Türkiye’de konuşulması ayıp, hatta günah bir konu evlilik dışı çocuklar. Hele hele iş, evlilik dışı çocukların hukuken korunmasına gelince, kanunların bile onlara ne kadar vicdansız ve çağdışı yaklaştığını görüyorsunuz.
İşte İzmir’de 2003 yılında, "Evlilik Dışı Çocuklar Derneği"ni kuranlar bu konudaki haksızlıklara dikkat çekmek için çalışıyor. Hikayesini okuyacağınız Yıldız Turnalı (52) ve Meral Küçükerol (57) evlilik dışı dünyaya gelmiş ve evlilik dışı çocuk olmanın bütün sıkıntılarını yaşamış olanlardan sadece ikisi.
Yıldız Turnalı’nın hikayesi, derneğin kurulmasının da sebebi aynı zamanda. Meral Küçükerol derneğin kurucu üyesi. Evlilik Dışı Çocuklar Derneği’nin her şeyini sırtlayan Yıldız Turnalı’nın eşi Ceyhan Turnalı (52) ise derneğin kurucusu. Hepsinin amacı aynı. Medeni kanunda, babalık davalarında 18+1 olan yaş sınırının kaldırılması. Türkçesi şu: Evlilik dışı doğan bir çocuksunuz ve babanızın tespit edilmesini istiyorsunuz. Bunu rüştünüzü ispatladıktan, yani 18 yaşınızı doldurduktan sonra bir yıl içinde yapmalısınız. Bu süreyi geçirirseniz kanun karşınıza dikiliyor ve "Bu saatten sonra babanın kim olduğunu öğrenemezsin" diyor.
İşte Yıldız Turnalı da bu zamanaşımı süresine isyan ederek, "Ben bir eşya, bir arsa değilim ki zamanaşımına uğrayayım. Yaşayan bir varlık için zamanaşımı nasıl olabilir" diye soruyor.
Medeni hukuk profesörü Rona Serozan ise aslında meselenin ardında yatanın ne olduğunu çok iyi özetliyor: "Evlilik dışı ilişkilere ve bu ilişkilerin ürünü çocuklara karşı toplumdaki alerjinin, fobinin bir uzantısı, bir ideolojinin yansıması olarak bu yasa karşımıza çıkıyor. Halbuki imam nikahından doğan çocuklara nedense aynı tepki gösterilmiyor ama onlar da evlilik dışı doğan çocuk sayılıyor. Artık DNA gibi kesin bir kanıt varken, babalığın tespitinde zamanaşımı olmasının hiçbir anlamı yok".
MERAL KÜÇÜKEROL
Sadece ve sadece soyadımı istiyordum
Annem Hikmet Küçükerol ve Bedri Koraman, 1948 yılında imam nikahıyla evlenmişler. Babam o sıra asker kaçağı konumunda olduğu için resmi nikah yapamamışlar. 1949 yılında da ben doğmuşum. Fakat daha annem bana 7 aylık
hamileyken, babaannem Bafra’dan İstanbul’a gelmiş ve annemi istemediğini söylemiş. İkisi de birbirlerini çok sevmelerine rağmen ayrılmışlar. Babam doğumuma bile gelmemiş. Babamı ilk kez, dört yaşımda bir rahatsızlık geçirince gördüm. Hastanedeydik, tanımadığım bir adam anneme, "Kızı bana ver, bende büyüsün" diyordu. Beni bırakmasın, tanımadığım bu adama beni vermesin diye annemin paçalarına yapıştım. Sonra onun babam olduğunu öğrendim. Ortaokula giderken nasıl oldu tam hatırlamıyorum, babamla görüşmeye başladık. O arada beni babaannem, halam, hatta annemden sonra evlendiği hanımdan olan kardeşimle tanıştırdı. Üvey annemle de görüşüyorduk. Ortaokul üçüncü sınıfa giderken beni Taksim’in ortasında eve gitmem için bıraktı. Sonra 5-6 yıl kendisini görmedim.
Ben Gülriz Sururi-Engin Cezzar tiyatrosunda oynuyordum. Babam ve Engin Cezzar iyi arkadaştılar. Onların araya girmesiyle babamla tekrar görüşmeye başladım. Her seferinde soyadımı istiyordum. O arada son eşiyle evlilik hazırlıkları yapıyorlardı. Sonra o evliliğinden de bir erkek kardeşim oldu ve ne acıdır ki onu da tanıdığımda 25 yaşındaydı. O hanımla evlendiğinde, "Baba benden bahsettin mi, soyadımı ne zaman vereceksin" diye soruyordum. Şimdi bile anlayamadığım mazeretler söylüyordu, münakaşalar ettik.
KENDİMİ HEP YARIM HİSSETTİM18 yaşında bana soyadını vermediği için babama küstüm ve 20 yıl hiç görüşmedik. Her zaman kendimi yarım hissettim, hiçbir zaman tam olamadım. Ben 46 yaşındayken babamın şimdiki eşi beni buldu ve tanışmak istediğini söyledi. Onların beni arayıp sormasından dolayı son derece mutluydum, evlerine gidip kalıyordum, yazlığa birlikte gidiyorduk. Kan gruplarımız uyduğu için by pass ameliyatında babama ben kan verdim. Son eşiyle ve babamla birlikte çok güzel üç yıl geçirmiştik. Ama ben soyadı meselesine takılmıştım, sabit fikir olmuştu. Babama yine aynı şeyi sordum. Ne evet dedi, ne hayır dedi. Ben de 49 yaşımda kendisini mahkemeye verdim. Fakat karşıma hak düşürücü süre çıktı. Maalesef diğer kardeşlerim de benim mirasçı olmak için bu davayı açtığımı düşündüler. Baba özlemiyle yandığımı, onun himayesinde olmak istediğimi, onu çok sevdiğimi anlayamadılar. Sadece ve sadece soyadımı istiyordum.
Prof. Dr. RONA SEROZAN (Medeni Hukuk)
DNA varken, bu kanun çağdışı
Bu gibi zamanaşımları, delillerin zamanla inandırıcılığını kaybetme düşüncesiyle yasalara koyulur. Fakat artık DNA gibi bilimin bu kadar kesin kanıtlarla kanıtlayabileceği bir şey varken, bu yasanın varlığının hiçbir anlamı yok, çağdışı. Evlilik dışı çocuğun menfaatleri tamamen yakılıyor, çocuk yalnız bırakılıyor. Mahkemeler de her nedense, bu sürenin uygulamasında aşırı bir titizlik gösteriyor. Bizde evlilik dışı çocuklara karşı oldum olası mesafeli bir tavır alınmıştır. Evlilik dışı ilişkilere ve bu ilişkilerin ürünü çocuklara karşı, toplumdaki alerjinin, fobinin bir uzantısı olarak, bir ideolojinin yansıması olarak bu yasa karşımıza çıkıyor. Halbuki imam nikahından doğan çocuklara nedense aynı tepki gösterilmez ama onların da evlilik dışı doğan çocuklardan hukuki olarak hiçbir farkı yok. Eskiden sözde af yasalarıyla özellikle imam nikahlı çocukların meşru kılınabilmesi için özel yasalar çıkarıyorlardı ama artık yok. Evlilik dışı çocuklar için, "Ne oluyormuş efendim, ne davası bunların dava açması bile doğru değildir" diyen insanlar var. Bu yasadan dolayı mağdur olan çok sayıda insan var, bu kanunu kökünden kaldırmak gerekir. Çoğu yabancı ülkede çocuğun babalık davasında sınır getirilmemiştir.