Güncelleme Tarihi:
Onu önce "Doktorlar" dizisinin Fikret’i ardından "Geniş Aile" dizisinin eli coplu Sevim’i olarak izledik. Sonrasında da hep ses getiren, adından söz ettiren dizi ve filmlerde rol aldı. Şimdilerde yine güzel bir heyecan yaşıyor. Rol aldığı "Ateşin Düştüğü Yer" filmi Oscar’a aday… Oscar almak için sadece filmin iyi olmasının yetmediğini söyleyen Bozoğlu, Evita’yı oynamayı çok istediğini, oyunculuğu çok ciddiye aldığı için zaman zaman eleştirildiğini, beklentisiz olmanın muazzam bir çekicilik kattığını, aşık olduğunda çok utangaçlaştığını, hâlâ şövalyelere inandığını anlattı.
"ATEŞİN DÜŞTÜĞÜ YER", D- SMART'TA
HER OYUNCU KIRMIZI HALIDA YÃœRÃœMEK Ä°STER
YEŞİM CEREN BOZOĞLU / FOTO GALERİ
Filiminiz Oscar'a aday olduğunu öğrendiğinizde nasıl hissetiniz?
Her oyuncu mutlaka bir kez kırmızı halıda yürümenin hayalini kurmuştur. Ben de onlardan biriyim ve bu yüzden tabii ki çok mutlu oldum ve müthiş heyecanlandım.
Bir de uluslararası festivaller söz konusu olunca…
Aynen… Uluslararası festivallerde Türk Sinemasını temsil etmenin heyecanı ile baÅŸka bir duygu karışıyor iÅŸin içine. Tabii ki ÅŸunun da farkındayım, Oscar için sadece filmin iyi olması yetmiyor, kulisi güçlü olan ülkelerin filmleri ön plana çıkıyor. Ben sadece iÅŸin hayalini kurma tarafındayım ve bu hayal bile çok heyecan verici geliyor bana.Â
OYNADIĞIM KARAKTERLE ÇOK KAVGA ETTİM
KADINA YÖNELİK ŞİDDET BEYAZPERDEDE / WEB TV
"Ateşin Düştüğü Yer" duygulara, kalplere dokundu. Bir hekim hastalığı bilmeden tedavi edemez. Siz de bu filmle töreyi ele almışken hastalığı tespit ve tedavi aşamasında zorluk çektiniz mi? Yani çaresiz töre hastalığından ötürü acı çektiğiniz, kıvrandığınız anlar oldu mu?
Senaryo gerçek bir hikayeden yola çıktığı için insanı derinden etkiliyor. Bu çağda kendimizi belki de tek güvende hissedeceğimiz yerde, yani ailenin içinde yaşanan çok acı bir durum söz konusu. Töre yüzünden çocuklarına düşkün, onları koruyan kollayan bir anne babanın suç ortaklığı içinde katile dönüşmesi beni çok zorladı. Çünkü oyuncu olarak o duyguları doğru canlandırabilmek için o duyguları an be an hissetmeye çalıştım. Çocuklarını canlarından çok seven anne babanın çocuklarını öldürme planı yapışı, aralarındaki ve yüreklerindeki çarpışmalar, karşıtlıklar, susmalar ve haykırışlar… Birçok sahnede ağlamamam gerekirken gözümden gayri ihtiyari yaşlar süzülüyordu. Oynadığım karakterle içimde çok kavga ettim.
ERKEKLERE CEZA VERMEK YETMEZ!
SevdiÄŸi adamdan hamile kaldığı için 16 yaşındaki bir kızın öldürülmesi hangi insanlığa sığıyor? Neler yapılmalı ve nelerden vazgeçilmeli ki, boÅŸu boÅŸuna canlar yitip gitmesin?Â
Elbette insanın her giden canda bir kez daha yüreği kanıyor. Ama esas olan "Ateş Düştüğü Yeri Yakıyor". Yapılacak çok şey var. Devletin bu konuda ciddiyetle yaptığı bütün çalışmalara, çıkarılan kanunlara rağmen bu töre cinayetleri devam ediyor. Çünkü sadece kadınları güçlendirmeye çalışmak ya da erkeklere ceza vermek yetmiyor. Erkeklere yönelik bilgilendirme çalışmaları yapılmalı. Üniversiteler, din görevlileri, sivil toplum kuruluşları, sanatçılar, kanaat önderleri hep birlikte çalışmalı. İnsanlara ölüm dışında yaşam alternatifleri olduğunu göstermeliyiz. Nasıl kızlarımızı okutmayı düzenlenen sosyal kampanyalar ile başardıysak töre cinayetleri konusunu da çözebiliriz. Ayşe’nin öyküsünü anlatan filmimiz bu konuda tartışmalar yaşatıp öncülük edebilir. Tabii önce jürileri, festivalleri tartışmayı bırakıp gerçek soruna, filmin ne anlattığına odaklanabilirsek…
"Ateşin Düştüğü Yer" çoğu kişi tarafından "Mutluluk" filmine benzetiliyor...
Mutluluk çok severek izlediğim bir film... İki filmin de konusu töre olduğu için benzetiliyor olabilir. Yoksa bambaşka iki hikaye anlatılıyor. İki filmin de sorduğu sorular ve sorunun çözümüne giden yol çok önemli. Keşke daha çok film çekilse keşke daha çok tiyatro oyunları oynansa ve keşke sanat bize daha çok soru sorsa da çözümleri hep birlikte tartışsak.
KOCASINI KATİL OLMAYA, KIZINI ÖLÜME YOLLUYOR
Bu ülkede her gün 140, her hafta 1000 her ay 4 bin 200 her yıl 51 bin aile içi şiddet yaşanıyor. Hal böyleyken "Ateşin Düştüğü Yer" senaryonuzla Türkiye’nin kanayan yaralarından biri olan töreyi, yaşanmış bir hikayeden yola çıkılarak ele aldınız. Hani hep duyarız, okuruz ya töre cinayetlerini fakat bu kez siz bir nevi olayın içinde oyuncu olarak bu havayı soludunuz? Duyduklarımız ve okuduğumuz töre cinayetleri bir yana "Bu kadarı da olmaz" dediğiniz oldu mu filmi çekerken?
Kendi kanından canından olan çocuğunu sırf birini sevdi, birine aşık oldu diye, töre yüzünden, aile öyle karar verdiği için ölüm yolculuğuna uğurlamak benim aklımın alamayacağı bir durumdu. Bir de oynadığım karakter Hatice Ana sadece kızını ölüme göndermiyor, o yolculukla kocasını da evlat katili olmaya uğurluyor. Çok zor bir durum.
Filmi izlerken birçok soruyu da kendine soruyor insan.
Aynen… Ne için canından çok sevdiğin çocuğundan onu ölüme yollayarak vazgeçersin? İşte, bu sorunun yanıtını herkesin bir durup kendine sorması lazım. Utanç mı, statü kaybı mı, aile büyüklerinin ya da toplumun baskısı mı ya da ne sizi çocuğunuzdan vazgeçirir? Erkek olmak, aile babası olmak nedir? Çocuğuna kıymak mı, yaşadığın toplumsal baskılara boyun eğmeyip aileni korumak mı? Film bu soruları sizin kendinize çok naif bir şekilde sormanızı sağlıyor. Eğer şu an bu satırları okurken bile kendinize bu soruları sorarsanız bir şeyleri anlayabilir ve bu konuda bir şeyler yapmaya başlayabilirsiniz. Anlamak işin yarısı çünkü.
İKİ SEÇENEĞİMİZ VAR; YA ACIYA SAPLANMAK YA DA ÇIKIŞ YOLU ARAMAK!
Kızını kendi elleriyle ölüme uğurlayan bir anneyi canlandırmak… Düşüncesi bile tüyleri diken diken ederken, film çekilirken insanlığın bu noktaya geldiğini görmek neleri haykırttırdı size gerek içinizde, gerek oyunculuğunuz sırasında?
İnsan olarak tahammül edemediğiniz durumlarda iki seçeneğimiz var; ya acıya saplanmak ya da çıkış yolu aramak… Ben 2'ncisini tercih edenlerdenim. Çıkış yolunda filmler, kitaplar, müzik veya sanatın herhangi bir dalı size yanıt olabilir. Çözüm yaşadığınız sorunlara yaşama ve yaşatmaya dair yanıtlar aramaktan geçiyor. En azından benim kişisel sorumluluğum bu ve zaman zaman eleştirilsem de bu bağlamda yapılan her çalışmada canı gönülden orada olup destek veriyorum.
Sizi en çok etkileyen sahneler hangileri oldu peki?
Ölüm kararının alınışından sonraki sahnede Hatice Ana’nın içine ağladığı sahne benim için çok özeldi. Ve tabii ki kızıyla vedalaşma anı.
Bir şey daha var ki, Montreal ödüllerini, filme hayat hikayesini veren Ayşe’nin ölüm yıldönümünde almışsınız. Bu şaşırtıcı tesadüf, hangi düşüncelerinin izini bıraktı aklınızda ve sizde?
Bu tesadüfü düşününce insanın tüylerini diken diken ediyor. Filmi çekerken biz çok samimi bir işin derdine peşine düştük. Bu samimiyetin arkasında Ayşe’nin hikayesinin sorumluluğu vardı. Aldığımız ödüllerin Ayşe’nin hikayesinin anlatılması, unutulmaması ve belki de başka Ayşe’lerin cinayetlerine engel olmasını sağlaması ile ilgili umudum var.
ELİMİZİ ATEŞE UZATIRSAK BELKİ ATEŞ SÖNER
"Töre denen bu vahşeti, bilinçleri yükselterek aşabiliriz" diyorsunuz ama gerçekleri görmek yerine bilinçleri daha da uyuşturmanın, her geçen gün olanları bilinçaltına süpürmenin temelinde neler yatıyor sizce?
Duyarsızlaşma, yabancılaşma, bu yüzden ateşin, sadece düştüğü yeri yakması ama galiba en önemlisi çaresizlik. Yani hiçbirimiz kişisel olarak bu konuyla ilgili ne yapabileceğimizi bilmiyoruz. Hepimiz her şeyden sorumluyuz. Yaşatmaya dair yeni töreler oluşturmak bizim elimizde. Her birimiz bu sorumluk bilinciyle konuya duyarlılık gösterip elimizi bu ateşin içine sokarsak onu söndürmeyi başarabiliriz.
HAYAT EZBERÄ°MÄ°N DAÄžILMASI HEYECANLAN VERÄ°CÄ°!
Ne mutlu gerek filmlerde gerek dizilerde rolleriniz birbirinden farklı. Bu da sizi ve oyunculuğunuzu besliyor. Karakterlerle gülüp ağlarken, onları gözlemlerinizle üstünüze giyerken gördüklerinizden yola çıkarsak… Bir oyunda ya da filmde ne olmalı ki, izlensin?
İçimde, aklımda bir şeylere dokunuyorsa ben o hikayenin peşine takılıyorum. Oyuncu olarak da seyirci olarak da. Ama en çok bana hayatı bilmediğim köşelerinden gösteren yaşatan işleri seviyorum. Hayat ezberimin dağılması beni müthiş heyecanlandırıyor.
Sizin son çalıştığınız projelerden biri de, Fransa, Belçika, Türkiye ortak yapımı 'Gizli Yüzler' adlı filmin çekimlerini tamamladınız. Bu filmde canlandırdığınız karakter nasıl biri? Ve bu rolle nasıl bağ kurdunuz?
Son derece sürpriz bir karakter. Oynarken çok zevk aldım. Film bir psikolojik gerilim filmi. Beni bu filmde izlerken çok şaşıracaksınız. Hikayenin büyüsünü bozmamak adına çok fazla ipucu veremiyorum ama ben oynarken çok keyif aldım, dilerim seyircilerimiz de beğenir.
Oyunculuğun avantajları ve dezavantajlarını sorsam neler söylersiniz?
En büyük avantajı seyirciyle aramızdaki o saf sevgi. Sanıyorum hayatta çok az şey o sevginin yerini doldurabilir. Her yeni hikayede bambaşka bir hayatın deneyimlerini yaşamaksa büyük bir keyif. Bir hayatın içine binlerce fazladan anı sığdırıyorsunuz. Ben biraz hayat arsızıyım bu yüzden benim ruhuma çok iyi geliyor oyunculuk. Setsiz veya tiyatrosuz olduğum dönemlerde ciddi ciddi yoksunluk sendromu yaşıyorum. Herkes bir kalıba sizi yakıştırdığında çok oynamak istediğiniz bir karakterin size teklif edilmesi bazen zaman alabiliyor, dezavantajlardan biri bu. Bir başka dezavantajda hep bir otokontrolle yaşıyorsun. Yolda karşılaştığım, Twiter’dan, Facebook’tan "Sizi örnek alıyorum" diyen mesajları okudukça yanlış adım atmamak için büyük bir hassasiyet geliştiriyorsun. Ama karşılığında seyircilerimizden gördüğüm sevgiyi hiçbir şeye değişmem.
OYUNCULUĞU CİDDİYE ALDIĞIM İÇİN ELEŞTİRİLİYORUM!
Siz oyunculuğunuzun paralelinde oyuncu koçluğu ve doğaçlama eğitmenliği de yapıyorsunuz. Hatta bununla alakalı kitap da yazdınız. Oyunculukta neyin farklı olması ya da nelere özellikle dikkat edilmesi oyuncuyu bir adım daha öne çıkarır?
Ben ona üç "S" kuralı diyorum. Saf, samimi ve sahici. Kendine ait olan hikayeyi çalışılmış bir disiplin içinde, beklenmedik şekilde oynadığında seyirci seni tek bir sahnede dahi görse fark ediyor. Bir de galiba en önemlisi senaryodaki role kendini uydurmayı ve gerekirse bu uğurda ruhunu, fiziğini ve düşünce biçimini değiştirmeyi başarmaya çalışmak. Ben oyunculuğu çok ciddiye aldığım için zaman zaman eleştiriliyorum. Ama bence her insan mesleğini çok ciddiye almalı. Fırıncı ekmeği damak tadınızı tutturamadan çıkardığında, markette aradığınızı bulamadığınızda, kuaför saçınızı istediğiniz gibi son trendlere uygun kesemediğinde, garson yemeğinizi geç getirdiğinde işini ciddiye almıyor, sallamış işi diye sinirleniyorsunuz da oyuncu işini ciddiye aldığında neden eleştiriyorsunuz?
EVİTA’YI OYNAMAYI ÇOK İSTERDİM!
Sizi tiyatro sahnesinde görmeliyiz diyorum ben, oyunculuk yelpazenizin renkliliğine ve çeşitliliğine baktığımızda... Sahnede oynamayı çok istediğiniz bir eser ya da rol var mı?
Evita’yı oynamayı çok isterdim. Müthiş bir müzikal ve içinde korkunç çelişkileri barındıran bir rol.
AŞIK OLDUĞUMDA ÇOK UTANGAÇLAŞIYORUM!
"Aşık bir kadını canlandırmak istiyorum" diyorsunuz. Rolden gerçeğe geçerek sormam gerekirse aşık bir kadını canlandırmak bir yana, nasıl bir aşık olur Yeşim, kalbinin bahçesinde aşk gülleri açtığında?
Aşık olduğumda çok utangaçlaşıyorum. Bütün o özgüvenli Yeşim halleri gidiyor. Karşındakinin gözüne bakamamalar, iltifat edildiğinde yüz kızarmaları, neye ne cevap vereceğini bilememe halleri ve aşırı bir kırılganlık geliyor. Aşk ilişkilerindeki flört döneminde kurulan arkadaşlık benim için çok önemli. Kendimi güvende hissetmem için karşımdakine insani özellikleri anlamında güvenmem ve ruhunun masumiyetine inanmam şart.
BEN HÂLÂ ŞÖVALYELERE İNANIYORUM!
Güvenebileceğimiz ve masum ruhlu kişiler çok kalmadı gibi.
Ben hâlâ şövalyelere inanıyorum. Merhamet duygusu, iyi kalplilik, dürüstlük ve hakkaniyet bence her şövalyede bulunması gereken temel özellikler.
Günümüzde insanlar gerçek sevgiye sahip çıkmak yerine sevgiden vazgeçerek kolaycılığa kaçarak çabuk tüketilen ilişkiler yaşamayı tercih ediyor. Sonra da gerçek aşkı bulamamaktan bahsediyorlar. Tezat bir durum değil mi bu?
Tabii ki tezat ama hayatımızı özellikle metropollerde her şeyi çok hızlı yaşamamızdan kaynaklanıyor bu durum sanırım. Hızlı ve sanal tüketim alışkanlığına kaptırdık kendimizi. Galiba biraz yavaşlamaya ihtiyacımız var. Gerçek ve güzel bir gül istiyorsanız onu ekmeli, büyümesini seyretmeli ve ona emek vermelisiniz. Bu zaman alacaktır. İsteğiniz sadece sıradan bir gülse o zaman plastik bir gül de işinize yarayabilir. Ama şu da unutulmamalı ki plastik güller gerçek bir gülün size yaşatacağı güzellikleri size veremez. O yüzden ya plastik gülleri ya da gerçek bir gülün sorumluluğunu seçeceksiniz. Seçim bizim seçimimiz.
KENDÄ°NÄ° SEVMEYEN BAÅžKASINII SEVEMEZ!
İnsanlar, ilişkilerde kolaycılığa kaçıp çabuk tüketme evresini ne zaman, neleri anlayarak ve nasıl farkına varacaklar?
Yarı aç yarı tok aşklar yaşamaktan bıktıklarında… Birinin bir başkasını gerçekten sevebilmesi için kendi içindeki değer duygusunu tamir etmesi gerçekten önemli. Yetişkin olana kadar hepimiz bir sürü yara biriktiriyoruz ruhumuzda. O yüzden ruhunu tamir etmemiş, kendine saygısını tamamlamamış, kendini sevmeyen bir insanın başkasını sevmesi mümkün olamıyor. Öbür türlü kadın erkek ilişkisi ya karşılıklı hastalık iyileştirmeye, ya maddi manevi çıkarlara veya ego tatmini sağlayan strateji oyunlarına dönüşüyor.
Çıkar yoksa ve gerçek sevgi - aşk varsa o ilişki yol alıyor.
Aynen öyle… Benim inandığım ilişki biçimi kendini gerçekleştirmiş iki insanın mecburiyetten ötürü değil salt sevgi ve aşkı paylaşmak için bir araya gelmesi ve birlikte yol almaları. Gerçek aşkın kişinin tam da olduğu gibi ve olduğu kadar bütün sahiciliğiyle karşısındakiyle ruhunu ve hayatını paylaşarak sevilmesi ve kabul edilmesi olduğuna inanıyorum. Gerçek aşk masallarının formülü bu bence.
BEKLENTİSİZ OLMAK ÇOK ÇEKİCİ
"Eğer siz kendiniz bir masal kahramanına dönüşürseniz ve orada iyi niyetle durursanız, prensiniz sonunda gelip sizi bulur" diyorsunuz. Peki ya bir masal kahramanı olarak iyi niyetle durmak her zaman işe yarayan bir durum mu?
Kendi hayatınızda kendinizi mutlu etmeyi başardıysanız evet. Buradaki temel sorun galiba kadınların da erkeklerin de hayatlarındaki mutluluğun sorumluluğunu tamamen aşk ilişkilerine yüklemeleri. Yalnızken yani tek başınıza da mutluysanız ve hayatınız sizin için de başkaları için de güzel şeyler ifade ediyorsa zaten beklenti içinde olmuyorsunuz. Ve sanırım tuhaf bir biçimde beklentisiz olmak hali muazzam bir çekicilik yaratıyor insanda.
Bir de olaya şöyle bakarsak… Bugün şiddete kurban giden bir kadının bu konudaki suçu ne olabilir? Şiddete karşı töreye karşı geliştirilen bir masal kahramanı nasıl olmalıdır?
Öldürmeye ve yaşam karşıtı olan, sevgisiz ve hoşgörüsüz olan her şeye hayır demeye cesaret eden ve başkaldıran bir kahraman olabilir. İşin güzel tarafı seçimlerimizi gözden geçirirsek istediğimiz her an, hepimizin o kahramana dönüşme şansı varilem, dostlarım, hayvanlarım ve en büyük aşkım oyunculuk…
Hayatta sizin için en önemli şeyler neler?
Ailem, dostlarım, hayvanlarım ve en büyük aşkım oyunculuk…
EN BÜYÜK ÖĞRETMENİM AİLEM
Ve hayatın size öğrettiği en önemli gerçekler neler?
Sevginin ilaç, çözüm ve anahtar olduğu. Ailemin hayatımdaki en büyük öğretmenlerim olduğu. Yaşamımda beni mutsuz eden her şeyi eğer gerçekten istersem değiştirebileceğim ve ne olursa olsun, ne yaşarsam yaşayayım hayallerimden asla ve katta vazgeçmemem gerektiği…