Güncelleme Tarihi:
Yüzünde harika bir gülümseme var. Bu tebessümün önemli nedenlerinden biri geçen ay “Yok Böyle Dans” yarışmasında kendi deyimiyle “Emeklerinin karşılığını alıp” şampiyon olması... Bir diğeri ve bizce çok daha önemlisi ise bir süredir “Evet aşığım” diyebileceği bir ilişki yaşıyor olması.
“Twitter’da ‘Sanki Oscar kazandı, neden bu kadar çok sevindi ki!’ gibi yorumlar okusam da bizim ne kadar çok çalıştığımızı bilmediklerini düşünerek gülüp geçtim. Çünkü izledikleri o 1,5 dakikalık performanslar için, aylarca haftanın altı-yedi günü çalıştık” derken dans etmenin onun için ne kadar büyük bir tutku olduğunu bir kez daha vurguluyor.
Özge Ulusoy, kendini bildi bileli dans ediyor. Akademik kariyere çok önem veren bir ailenin (babası hukukçu albay, annesi bir dönem Ankara’da belediye ilçe başkanlığı yapmış) kızı olan Ulusoy, dokuz yıl önce İstanbul’a taşınmaya karar verince, kaydını Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’den Mimar Sinan Üniversitesi’ne almış bir dansçı aslında.
Türkiye güzellik yarışmasında kazandığı derece onu podyumlara taşıyınca, bu işi de çok sevmiş. Pek çokları onun çıkışının “Survivor” ile olduğunu, “Yok Böyle Dans” ile de pik yaptığını düşünse de moda dünyasını takip edenler dokuz yıldır en önemli firmaların defilelerinde çıktığını biliyor.
ASLINDA HAYALİM BAŞ DANSÇI OLMAKTI
Özge Ulusoy, yarışmadan sonra boş duracak bir gün bile bulamamış çünkü yeni projesi “Bugün Ne Giysem?”in çekimleri için ertesi gün stüdyoda almış soluğu... “Programda Uğurkan abi (Erez) jüri koltuğuna geçerken, yarışmacıları podyuma hazırlama işi bana düştü” diye başlıyor söze ve sonra projeyi kabul etmesinin nedenlerini sıralıyor: “Bugün Ne Giysem? Türkiye’de en çok izlenen moda programlarından biri. Bunun en büyük sebebinin halka yakın durması olduğunu düşünüyorum. Pahalı ve hesaplı ürünlerin karıştırılması, indirimlerin takip edilmesi her zaman destekleğim bir şey. Oraya gelen yarışmacılara da bunu tembihliyorum.”
Televizyon şimdilerde Ulusoy’un hayatını sarmalasa da, konservatuarda öğrenci olduğu yıllarda hedefi Devlet Opera ve Balesi’nde baş dansçı olmakmış. Boyu uzamaya başlayıp fiziği giderek güzelleşince, herkes ona “Modellik yapsana” demeye başlamış. Ablasının ısrarıyla güzellik yarışmasına katılarak hayatını değiştirecek adımı atmış. Ama okulunu bitirmiş, hatta sonra bir üniversite daha okumuş. Ve eğer bir fırsat yakalarsa yüksek lisans yapmak gibi bir hedefi de var. Ancak şimdilerde rüzgar televizyon tarafından estiği için kollarını açıp o rüzgarın hızıyla ilerlemeyi hedefliyor.
EVCİMEN BİR TİP OLMADIĞIMI BİLİYORUM
Tüm yoğun temposu içinde kendine ayırdığı günlerin ismi “bakım günü” oluyor Ulusoy’un. Sürekli bakımlı olma sorumluluğundan dolayı cilt bakımı, manikür, pedikör, kuaför gibi işlerine ayırıyor boş gününün önemli bir bölümünü. Eğer bir de bir iki arkadaşını görebilirse, kâr sayıyor.
Evcimen bir tip olmadığının farkında. “Son bir yıldır çok çalıştığım için evime biraz daha bağlandım. Yorgun oluyorum, kendimi evime kapatıp dinlenmek, kitap okumak, bir şeyler yazmak istiyorum. Özellikle yazları, evde otur desen oturamam. Bir de Nişantaşı’nda oturduğum için etrafın cıvıltısı beni dışarıya davet ediyor” diyor.
Ulusoy, yaşadığı ve gördüğü şeyleri not almayı çok seviyor. “Çok okuduğum için not alacak pek çok şey oluyor. Twitter’da hoşuma giden bir sözü, gazetede okuduğum bir yazıyı, okuduğum kitaptaki bir paragrafı bile not alıyorum. Çocukluğumuzdan beri ablam da ben de ‘hayatta mutlaka okuma ve yazma olmalı’ mantalitesiyle büyütüldük” diyor.
Çocukluktan gelen kitap okuma alışkanlığını hiç kaybetmemiş. Özellikle şunu, okurum, bunu okumam gibi sınıflamaları yok: “People dergisi de okurum, Alain de Botton da, Oğuz Atay da... Mesela birazdan aylar sonra D&R’a gidip gelecek haftalarda gideceğim seyahatte okumak üzere bol bol kitap alacağım.”
Siz bu satırları okurken Ulusoy, büyük ihtimalle ıngeltere ve Fransa rotalarından oluşan seyahatine çıkmış olacak. Biraz dinlenecek, bolca alışveriş yapacak, güzel restoranlara gidecek ve enerji depolayarak dönecek. “Seyahati çok seviyorum. Modellik nedeniyle pek çok ülkeyi gezme fırsatım da oldu. Ama son bir yıldır hiçbir yere gidecek vaktim yoktu. şimdi bu Londra seyahati beni çok heyecanlandırıyor” diyor.
BEN ÇOK MUTLUYUM UMARIM O DA MUTLUDUR
30 yaşına yaklaşırken aşık olmanın getirdiği neşenin de keyfini sürüyor. “İstanbul’a ilk geldiğimde uzun bir ilişkim oldu. Her zaman iyi andığım bir insan. O şekilde İstanbul’a adapte oldum. Sonrasında da aklımdan çok kalbimle hareket ettim. Hâlâ da öyle yapıyorum. Çabuk aşık olmuyorum. Ama artık önceliklerim değişti. Artık karşımdaki insanın bana değer verip vermediğini bakışlarından bile anlıyorum. Beni çok sevdiğini düşündüğüm insanların bir şeylerden, adımdan, mesleğimden faydalandığındı gördüm. Ama şu anda yanımda olan insanın gerçekten beni sevdiğini gözlerine bakarak, konuşmasına bakarak anlayabiliyorum” diyor.
Her ne kadar sevgilisinin ismini söylemese de “Zaten magazin basınında yazdılar” diyerek adresi belli ediyor: Hacı Sabancı... “şu anda aşık mısınız?” sorusuna da yanıtı net: “Evet aşığım ve mutluyum. Umarım yanımdaki insan da mutludur. Çünkü ilişki zor bir şey. ıki aileden, iki ayrı eğitimden gelip de birlikte hareket etmeye çalışmak çok zor. O yüzden bir ilişkide bence en önemli şey özveri. Günümüzde ilişkilerde unutulan bir şey bu... Yanınızdaki insana güveniyorsanız, onunla bir takım şeylerin güzel olacağına inanıyorsanaz, mümkün olduğu kadar ortak bir hayatı yaşamaya çalışmak gerekir. Beraber bir yolda el ele yürümek, biri tökezleyince diğerinin kaldırması çok güzel. Ben de annem ve babamın yaşadığı gibi özverili bir ilişkinin peşindeyim.”
BU MESLEK KENDİMİ KORUMAYI ÖĞRETTİ
Yaptığımız iş çok keyifli ama giderek kalbimin bir kenarı katılaşıyor. Bunun İstanbul’daki yaşamla mı ilişkisi var yoksa tv/moda camiasında çalışmakla mı, bilmiyorum. Buraya ilk geldiğimde daha naif, daha konservatif biriydim. Baktım ki ben kendimi ifade etmedikçe insanlar beni bastırmaya devam edecek, şartlarımı söyler oldum. Ondan sonra insanların bana saygı duyduğunu gördüm. Bu meslekle birlikte açıldım, kendimi korumayı öğrendim. Küçükken annem sürekli ağlamama kızar “Neden seni ağlatmalarına izin veriyorsun?” derdi. şimdi geldiğim noktadan o da memnun. Bence İstanbul bana iyi geldi. Ankara’da yaşasaydım daha sessiz ve savunmasız kalabilirdim.