Evden limon almak için çıkan şair siparişi tam beş yıl sonra getirdi

Güncelleme Tarihi:

Evden limon almak için çıkan şair siparişi tam beş yıl sonra getirdi
Oluşturulma Tarihi: Ekim 12, 2006 00:00

Türk hicvinin büyük ustası olan ve gençliğinde baba dayağından çok çeken Neyzen Tevfik, şöhretini birkaç adet limona borçluydu. Bir iftar öncesinde babasının limon almak için bakkala gönderdiği genç neyzen bakkala gitmek yerine Mısır’a yol alacak olan bir teknenin güvertesini seçmiş ve evine beş yıl sonra elinde babasının istediği limonlarla dönmüştü.

ŞİİRİN, özellikle de hicvin yanısıra musikide de üstad olan Neyzen Tevfik, hemen her ánı berduşlukla geçen hayatıyla toplumumuzun hafızasında silinmez bir iz bırakmıştı. Neyzen Tevfik hiçbir kayda tábi olmaz, kafasına ne eserse onu yapardı.

Henüz çocukluğunda, her nasılsa pehlivanlığa heves etmişti. Ufak tefekti ama cüssesinden çok büyük güreşçilere kafa tutmaktan çekinmezdi. Böyle akıl almaz tahriklere giriştiği günlerden birinde, pehlivanların meydan okuyuşuna kayıtsız kalamadı, güreşe tutuştular ama rakibinin kolları arasında yere çarpılması bir oldu. Neye uğradığını şaşıran Tevfik’i görenler, sağ kolunun omuzundan aşağıya doğru bir tuhaf sallandığını farketttiler. Kolu kırılmıştı, o günün hatırasını ömrü boyunca çarpık bir kol şeklinde taşıyacak ama "Ney üflemeye pek faydası oluyor" diyerek teselli bulacaktı.

Yine ilk gençlik günlerinde, bir ramazan akşamıydı ve iftar vaktine az bir kalmıştı. Babası Fehmi Efendi son derece titizdi. Sofra kurulmuş, Fehmi Efendi ev halkına bir eksik olup olmadığını soruyordu. Birdenbire çorbaya sıkacak limon olmadığını farkettiler. Fehmi Efendi dillere destan haykırışı ile oğlu Tevfik’i çarşıya limon almaya gönderdi.

Tevfik, eline verilen birkaç metelik ile dışarı fırladı. Limonları aldı ama gözü o sırada limandan ayrılmak üzere olan bir gemiye takıldı ve sıska bedenine babasının attığı dayakları hatırlayınca ev yerine gemiye yöneldi. Kaçak olarak bindiği geminin nereye gittiğini bile bilmiyordu. Günlerce süren yolculuğun ardından karaya ayak bastığı yer Mısır’ın İskenderiye limanı idi ve Neyzen Tevfik, tam beş yıl boyunca Mısır’da ney üfleyerek yarı aç-yarı tok yaşadı. Beş yıl sonra yine bir ramazan akşamı iftara dakikalar kala, vurulan kapıyı açan Fehmi Efendi, gözlerine inanamadı: Beş sene önce çarşıya limon almaya gönderdiği oğlu Tevfik, elinde beş adet limonla karşısındaydı!

Neyzen, aşktan su sıkıntısına kadar her konuda yazmıştı

TÜRK şiirinin ve hicvinin önemli isimlerinden olan Neyzen Tevfik 1879’da Bodrum’da doğdu, hayata 1953’te İstanbul’da veda etti.

Aşk ve tasavvuf şiirlerinin yanısıra ince buluşlarla dolu ama mısralarında galiz ifadelerin geçtiği çok sayıda hiciv de yazan Neyzen, şiirlerinin bazıları "Hiç" ve "Azáb-ı Mukaddes" isimli kitaplarında toplandı.

Aşağıda, Neyzen Tevfik’in değişik konularda yazdığı bazı şiirleri yeralıyor:

TASAVVUFİ BİR ŞİİRİ: "Yamansın her zaman aldattın beni / Hem düşürdün, hem de kaldırdın felek / Mecnunsun diyerek Leylá peşinden / Issız vádilere saldırdın felek // Rehberimsin dedin, ben ise kördüm / Elimle başıma çok çorak ördüm / Kendimi unuttum, álemi gördüm / Hesapsız günahlar aldırdın felek // Bir devádır dedin zehir attırdın / Gençlüğün okunu boşa attırdın / Körlerin yurdunda ayna sattırdın / Çıkmaz sokaklara daldırdın felek // Uyuşmadı gönlüm merd ile zenle / Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle / Hicrán köşesinde bozuk düzenle / Neyzen’e her telden çaldırdın felek"

BİR SİYASETÇİYE: "Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler / Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus dediler / Künyeni almak için partiye ettim telefon / Bizdeki kayda göre şimdi o meb’us dediler"

SU KESİLMELERİ HAKKINDA: "Sıkboğaz etti yine halkı susuzluk derdi / Biliriz yaz ayının şehri bunaltan huyunu / Boğar İstanbul’u toplasa eğer válimiz / Belediye kapısında dökülen yüzsuyunu"

BİR AŞK ŞARKISI: "Derdinle gönül derdime derd kattı da her gün / Neş’eyle avundum da gönül gülmedi bir gün / Çılgın geçecek sandığım hep günlerin ölgün / Yádınla harap, derd ile ortak gönül her gün"

Özür dilemenin bile protokolü vardır

KAPI dibi, ayakkabı çıkarılan yer, terim olarak "páy-ı máçán"dır ve odanın eşiğinden içeriye girilince, kapının kıyısıdır. Ayakkabı ile terlik eşiğin dışında çıkarılır ve odaya öyle girilir.

Tekkede bir suç, bir yolsuzluk yapan sálik, yerinden kalkıp yüzünü dönmeden geri-geri oraya gider, sağ ayağının baş parmağını sol ayağının baş parmağı üstüne kor, ayak mühürler. Sağ eli üstte olmak, parmaklar düz ve açık bulunmak üzere ellerini çaprazvari göğsüne kor, parmak uçları omuz başlarını biraz geçer; buna "niyáza durmak" denir. Bu vaziyette suçunu söyler, cezasına rázı olduğunu bildirir. Suçu bağışlanırsa yürüyüp şeyhe niyaz ederek, yani dizini öperek yerine oturur.

Kalenderiler, ayak mühürleyip sağ eliyle sol, sol eliyle de sağ kulaklarını tutarlarmış. Páy-ı máçán, bilhassa Mevleviler ile Bektaşilerde vardır ve buna "peymançeye durmak" denir.

Sultani kabak

Kabuğu iyice soyulmuş kabaklar parmak kalınlığında kesilir. Bakır bir tencerede su ilávesiyle az haşlandıktan sonra bir tepsiye dizilir. Üzerleri rendelenmiş havuçla kaplanır, havuçların üzerine de nar ekşisi dökülür. Önceden ısıtılmış fırında nar ekşisinin kokusu mutfağı kaplayıncaya kadar pişirilip üzerine ayrı bir kapta kavrulmuş soğan rendesi ve tarhunotu serpilir. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra tereyağında kızartılan bir kaşık una yine nar ekşisi iláve edilir ve kabakların üstü bununla kaplanır. Sultani kabak hem sıcak, hem de soğuk yenebilir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!