Oluşturulma Tarihi: Kasım 21, 2004 00:00
Akşam yemeğinde çocukluk yıllarından damak tadımızı belirleyen yiyeceklerle haşır neşir olacağız. Haylidir bir araya gelemediğimiz bir arkadaş grubuyla gittiğimiz lokanta New York’un iyilerinden.İsmi, mönüsü, sahibi, aşçısı, dekoruyla her şey Türk. Garsona beyaz peynir, mantı, piyaz, çoban salatası, ardından ana yemeği ısmarlıyoruz. Sıra hal hatır sormada. Arkadan sağlık vaziyetleri, çoluk-çocuk sorunları, iş gidişatı, yeni evli birinin boşanma dedikodusu. Masada sohbet derin.*Oturalı yarım saati çoktan geçmiş, içki yoldaşı mezelerin geldiği yok. Garsonumuz yan masaya bizden sonra gelen bir Amerikalı çifte İskender kebabı servisi yapıyor. Arkadan konuşmaya dalıyor gençlerle. Kebanın nasıl yapıldığını anlatıyor. Ama biz de müşteriyiz, sabah kahvaltısına gelmedik lokantaya. Girişte barmene söylediğimiz içkiler boş mideye iniyor. Kaş-göz, el işaretiyle bizim yiyeceklerin ne olduğunu soruyor bizden biri. Garson İskender’i bitirmiş Kapadokya’nın peri bacalarını anlatıyor. İşaretimizi fark edince yüzü asılıyor, bir kaşı havada mutfağa yöneliyor.Biz gene ufuk turuna devam ediyoruz. AB üyeliği,
seçimler, AKP derken konular azalıyor, Asena-Tatlıses tartışmasına giriyoruz ama gözler mutfak kapısında. Rahat bir saat geçmiş masaya oturalı. Nihayet garson çıkageliyor, tepside kebap tabakları. Oysa yalnızca iki kebap siparişi vermişiz. Gerisi birer, ikişer buğulama balık, döner ve köfte. Mezelerden ses-seda yok. Rakı meraklısı yaşlıca doktor dostumuz öfkeyle birkaç laf ediyor garsona. Kulağına eğilip ‘Vazgeç, keyfimiz bozulmasın.
Yemek mühim değil, maksat birlikte olmak’ gibisinden söz edip yatıştırmaya çalışıyorum.*Hayatta çekindiğim şeylerden biri lokantada garsonu sinirlendirmek. Zira masaya getireceği tabakta yemeğin hammaddesi dışında kim bilir ne olur! Usturayla sakal tıraşı yapan berberi kızdırmak hangi babayiğitin harcı?Bizim garson, şüphesiz iyi niyetli. Türk mutfağını, tarihi yerlerimizi anlatarak Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunduğunu sanıyor. Ama işi turist rehberliği değil. Yanlış meslek seçmiş olmalı. Lokanta müşterisi olarak siparişlerin makul zamanda masamıza gelmesini bekliyoruz. Genç çift hesabı dolarla ödeyecek, biz de çakıl taşı vermeyeceğiz. Aradaki fark bizim Türk olmamız.*Her nedense yabancılara karşı boynumuz kıldan ince. Amerikalı değil de Patagonyalı bile olsa. Keşke yaban ellerinde birbirimize karşı aynı ilgiyi gösterebilsek. Amerikalı’ya dostluk göstermek güzel, hoş. Bir de endazenin ölçüsünü kaçırmasak. Yıllardır hálá alışamadığım bir kimlik arayışı, muhabere garipliği var Amerika’daki Türklerde.Bu kıta ülkede sayıları 60’ı aşkın dernek-cemiyetlerimizin isminde, birkaçı dışında çoğunlukla ‘Amerikanlık’ vurgulanıyor. Türk cemiyetlerine üye gerçek Amerikalıların sayısı bir elin parmaklarından az.Türkiye’den gelen devlet ve hükümet erkanı için yapılan toplantılarda bile zaman zaman konuşma dili İngilizce oluyor. Devlet Bakanı Ali Babacan, geçen yıl Türk gazeteciler için yaptığı basın toplantısında konuşmasını da, sorulara verdiği cevapları da İngilizce’yle sürdürdü.*Derneklerin konferans, sanat etkinliklerinde anadilin bir tarafa atılıp, İngilizce’nin tercihi pek ender sayılmaz. Kendi lisanımızda birbirimizle anlaşmak dururken 300 Türk’ün katıldığı bir kültür konferansında üç Amerikalı var diye İngilizce konuşmamız şart mı! Ankara’da Amerikalıların kurduğu bir derneğin toplantısında, herhangi bir etkinlikte Türkler geliyor diye Türkçe mi konuşuyorlar!Yabancı ülkelerde korunması, yaşatılması gereken Türk dilinin dışlanmasını anlamak mümkün değil. Yeni Dünya’da yaşayan Türklerin konuşma dili için İngilizce’yi seçmeleri Türkçe’nin daha zayıf görülmesinden mi? Şimdiye kadar çözemedim.*Lisan uzmanı değilim ama Türkçe yabana atılacak bir dil değil. Lugátlardaki kelime sayısı İngilizce’deki kadar kalabalık olmayabilir. Ama ifade, duygu beyanında anadilimiz hiç de yoksul değil. Amerikalı dostların bazı hallerde, ‘Kusura bakma bir eşeklik ettim’ deyişlerine yanıt vermekte her seferinde güçlük çektim. ‘Estağfurullah’ın İngilizce’de karşılığını bilmediğim için. Bilen çıkıp beni bilgilendirirse mutlu olurum.Konu bence Amerikalılığa yönelik özenti. Türkçe konuşulması gereken yerde İngilizce tercihi bu özentinin bir uzantısı. Lokantadaki Türk garsonun sekiz Türk müşterisine azap çektirip iki Amerikalı’yı memnun etme uğraşısı da bireysel bir yanlışlık değil. New York’taki resmi kurumlarımızı, Birleşmiş Milletler delegeliğimizi telefonla arayan Amerikalı ve Türklerin nasıl farklı muamele gördüklerini deneyin, anlarsınız. Yabancı karşısında eziklikten acaba ne zaman kurtulacağız?
button