Güncelleme Tarihi:
<ı>
SONı> aylarda iyice keşmekeş olan İstanbul trafiğine, polisle ilişkilerini kullanan gazeteciler, eskortlu çözüm buldu. 'gercekgündem.com' internet sitesinin haberine göre; İstanbul trafiğine ''dayanamayan'' bazı gazetecilere eskort verildi. Bu gazetecilerin arasında, Sabah'ın yazarı Hıncal Uluç'un da olduğu öğrenildi. Uluç, trafikte yaşadığı olumsuzluklara, köşesinde sık sık yer vermişti. Sabah işe gelirken, akşam da sosyete barlarına eğlenceye giderken eskort kullanan Uluç'un, trafik ekiplerini canından bezdirdiği belirtiliyor.
HATALI araç kullandığı için polisin ceza yazdığı Ergun Babahan'ın da bu durumu köşesine taşıyınca, 'eskort'una kavuştuğu iddia edildi. Devlet büyüklerine tahsis edilen eskortların, gazetecilere de verilmesinin yasal dayanağı yok. Emniyet, ancak hayatı tehdit altında olan kişilere vali oluruyla koruma verebiliyor. Bu gazetecilere hangi gerekçe ile eskort tahsis edildiği, tartışma konusu oldu. Konuyla ilgili bilgi almak istediğimiz İstanbul Emniyet Müdürlüğü, her hangi bir açıklama yapmadı. (Tercüman, 22 ağustos)
Tabii ki bu haber yalandı ve Hıncal Uluç da ağzına geleni söyledi, Tercümancılar’ın ne alçaklığı kaldı, ne rezilliği, ne utanmazlığı...<ı> (23 ağustos)ı>*
Şimdi bu yalan haberi ve Hıncal Abi’nin haklı tepkisini okuyunca, içime bir korku düştü, hemen itiraf edeyim dedim. Belki ‘iyi niyetim’ kâle alınır da, cezam hafifler ümidiyle...
Klasik tabirle <ı>mea culpaı> diyorum, suçluyum hâkim bey...Daha bu sene yazdım ama, bir kere daha anlatacağım fıkrayı.
Karadeniz’in bir kasabasında genç bir kadın tecavüze uğramış. Polis üç şüpheliyi gözaltına almış. Kadıncağız “Geceydi, zifiri karanlıktı...” dediği için, başkomiser ışıkları söndürtmüş:
“Bak bakalım, karanlıkta tanıyabilecek misin saldırganı?” demiş.
Yok, saldırganı teşhis edememiş kadın.Tekrar ışıklar yakılınca, üç zanlıdan biri atılmış:
- Aha işte bu karidur daa!
Benimki de bu hesap, korkudan itiraf ediyorum kimsenin hesabını sormadığı kabahatimi:Eskort eşliğinde giden o gazeteci BENİM!Ama geçerli bir sebebim var!*Geçen hafta, kızımla ‘karşıya’ geçtik, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gideceğiz. ‘Karşıya’ dediğim, bize göre karşıya, yani Kadıköy Yakası yahut Anadolu Yakasına. Hani İstanbul’a sonradan gelenlerin ‘Asya tarafı’ dediği yaka...
“Ben bu tarafta doğdum” misali (Hasan Pulur Abi’nin alanına girmemek için ikinci bir fıkra anlatmıyorum, yoksa güzeldir!) karşı yakayı hiç bilmem ben. ‘Acıbadem’ dediler, ben önce Acıbadem’i Altunizâde’ye tahvil ettim, ardından da (ne alâkası varsa artık) Bağcılar’a...
Bağcılar’da dört dönüyorum Güzel Sanatlar Fakültesi arıyorum. Kimse bilmiyor. Anlatanın tarif ettiği yolu da ben bulamıyorum.Bir ara, yol sormak için sinyal verip kaldırıma yanaşırken, arkamdan acı bir fren sesi duyuldu; aynadan gördüm, bir ekip otosu tamponuma dokunarak zor bela durdu. Allah’ı var, memur, direksiyondaki elinin dört parmağını kaldırarak, dikiz aynasından bakan bana belli belirsiz (sadece Türkler’in anlayabileceği) bir ‘Kusura kalma!’ dedi.Hemen fırsatın üstüne atladım. Beni sollamakta olan ekip otosuna - alışık oldukları dilden - ‘Sağa çek!’ işareti çaktım. Sağa yanaşıp, yanlarına gelmemi beklediler. Ve kızımın şaşkın bakışları altında, direksiyondaki genç polisle aramda şöyle bir konuşma geçti:- Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bulamıyorum ya ben...- Şu Göztepe’deki üniversite mi?- Hayır Acıbadem Köprüsü’nün orada dediler. Hemen karakolu geçince...- Buralarda en yakın karakol... Bak şimdi, buradan düz gidiyorsun...Polisi görenler yolu kapatmamıza ses etmiyorlar bu arada, yoksa içlerinden sövüyorlardır eminim.Genç polis anlatıyor ama ben yine anlamıyorum. Sonunda kızımı ‘bitiren’ espriyi patlatıyorum:- Demin az kaldı vuruyordun sen bana!- Vurmadım ya, sen ona bak!- Ceza olarak... bi’ yol göster yahu, bir saattir dönüp duruyorum.- Tamam, düş peşime...Ve bundan sonraki 5 dakika, Amerikan filmlerini aratmayan bir sahne, ama ‘tersine’ : bu sefer polis otosu (sıkışınca bir ‘ııııııııııı’ attırarak) kaçıyor, beni (zor durumda bırakmak için) zigzaglar yapıyor; ben inat etmişim, kıçından ayrılmıyorum...Kızım hem benim estarabimlerden korkuyor, hem de ‘Baba, polis eskortuyla gidiyoruz; fakültede karizmam müthiş olacak!’ diye bağırıyor.Sonunda, bana yol açan (!) ekip otosu, beyaz boyalı bir ahşap binanın önünden geçerken işaret etti, ‘Burası, burası’ diye.Karakolmuş! Hani ‘Buralara en yakın karakol’ dedikleri...Gerçi yanlış karakolmuş ama, olsun! Kapıdaki nöbetçi bizi tekrar yönlendirdi. Gerçi onun tarif ettiği de Güzel Sanatlar Fakültesi değil M.Ü.Hastanesi çıktı ama, olsun! Mühim olan polisimizin iyi niyeti, güleryüzü, yardım etme gayreti...Hasılı, polis eskortu aldık ama, vallahi eğitim amaçlıydı hâkim bey!