Eskiden hiçbir sevgilime darbukacıyım diyemezdim şimdi doktor, gazeteciherkes darbuka çalıyor

Güncelleme Tarihi:

Eskiden hiçbir sevgilime darbukacıyım diyemezdim şimdi doktor, gazeteciherkes darbuka çalıyor
Oluşturulma Tarihi: Ocak 26, 2008 00:00

Mısırlı Ahmet müzik dünyasında darbukanın statüsünü yükselten adam olarak tanınıyor. Yıllarca düğün salonu ve pavyonlarda çalıştı. Kendine ait bir teknik geliştirdi. Mısır’a gitti, Sina Çölü’nde bir yıl kaldı. Sonra arka arkaya albümler yaptı. Önde gelen Türk sanatçılara albümlerinde eşlik etti. Son olarak, Avrupa Birliği tarafından fon verilen Euromed Medimuses projesinde "Akdenizli Büyük Müzik Üstadları" adlı seride, perküsyon dalında Mısırlı Ahmet’e albüm yapıldı. Şimdi de İstanbul’da açtığı Mısırlı Ahmet Ritim Akademisi’nde sihirli parmaklarının sırrını öğrencilere aktarıyor.

Gerçek adı Ahmet Yıldırım olan Mısırlı Ahmet (44), Ankara doğumlu. Annesi ev kadını, babası elektrik mühendisi. Küçükken, kenar mahalle düğünlerinde çalan darbuka ritimlerinin büyüsüne kapıldı. İlk ritimlerini okul sıralarında tuttu. Evine beş kilometre uzaklıktaki müzik dükkanlarına her gün yürüyerek gidip, vitrindeki bakır darbuları dakikalarca seyrediyordu. Babası mühendis veya doktor olmasını istediği için müzik sevgisini önce annesine anlattı. İlk darbukasını aldırmak için bir ay yalvardı: "Bir insan sevgilisine kavuşunca nasıl özlem giderir, ben de darbukama kavuştuğum an gecemi gündüzümü enstrümanıma verdim."

Darbuka çalmayı kendi kendine öğrendi. İlk kez bir düğünde sahneye çıktı. Düğün salonunun darbukacısı gelmeyince tanıdıklarının ısrarlarıyla enstrümanının başına geçti. Salonun sahibinden hemen iş teklifi aldı ve ertesi gün orada çalışmaya başladı. Askerden döndükten sonra bir süre pavyonlarda müzik yaptı: "Ankara’nın çatısı çok alçaktır. Büyüdüğünüz an kafanız tavana çarpar. En fazla pavyon veya gece kulübüne yükselirsiniz."

DARBUKA BU KADAR HIZLINASIL ÇALINIR, DEDİLER

Mısırlı Ahmet, dört yıl sonra Ankara’yı aşmak istedi. Aklına Mısır geldi. Darbukanın anavatanı Mısır’da varolabilmek için yetenekten fazlasının gerektiğini biliyordu. 1988’de, Türk ve Arap tekniği dışında yeni bir teknik yarattı. Parmakların daha hızlı kullanıldığı bu teknikle, pek çok tür müzik çalınabiliyordu.

Kardeşi Levent Yıldırım’la Mısır’a gittiklerinde bildikleri hiçbir adres yoktu. Sokaklarda, doğum günü kutlamalarında, turistik gezilerde darbuka çaldı. Mısırlılar ilk başlarda önyargılıydılar; ama zamanla özel tekniği ve yeteneği sayesinde "Ahmed-i Türki" ismi kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Mısır’ın ünlü sanatçılarından Muhammed Fuat’tan albüm kayıtlarında çalması için teklif aldı. Bir süre sonra da ilk albüm teklifi geldi. "Oriental and Percussion" adlı albüm Mısır’da başarılı oldu.

Türkiye’ye gelen Mısırlı Ahmet, albümü ülkesinde dinleyen birçok darbukacının şaşırdığını söylüyor: "Herkes bu kadar hızlı nasıl darbuka çalınabilir diyordu. Bazıları albümdeki ritimlerin gerçek olmadığını, müzik hilesi yapıldığını düşünüyordu. Ancak meslektaşlarıma tekniğin inceliklerini gösterdiğim zaman bana inandılar."

Mısırlı Ahmet, bu sırada Sezen Aksu, Aşkın Nur Yengi, Mine Koşan, Angelika Akbar gibi sanatçılara eşlik etti. Mısır’dan geldiği için bu albümlerde ismi Mısırlı Ahmet olarak yazılmaya başladı. Onu Mısırlı zannedenler Türkçe konuştuğunu duyunca şaşırıyordu. Böylece Mısırlı Ahmet lakabı üstüne oturdu. O sırada darbukanın statüsü de Türkiye’de yükseliyordu. Mısırlı Ahmet, İstanbul’da Babylon’da konser verdiğinde dinleyicinin büyük tezahüratıyla karşılandı. "Beni en etkileyen atmosferlerden biriydi" diyor.

Mısırlı Ahmet, tekrar kendine has ritim yaratmak ve iç sesini dinlemek için Mısır’a geri döndü. Birkaç arkadaşı ve kardeşiyle Sina Çölü’ne gitti, Kızıldeniz kıyısına yakın iki saman evden oluşan bir kampta kaldı. Sonra çölün iç taraflarında bir kehfe (mağaraya) geçti. Mağaraya bedeviler, pirinç ve sebzeden oluşan yemek getiriyorlardı. "Orada farklı bir müzikal evrim geçirdim. Beste yapmaya başladım. Deholla (darbukanın büyüğü) üzerine çalıştım, bir dehollo çalma tekniği geliştirdim."

Ardından flamenkoyu keşfetmek için dört seneliğine İspanya’ya gitti. Burada "Mel de Cabra" ve "The Search" adlı iki albüm çıkardı. Bu albümlerde İspanyol, İsrailli ve Türk müzisyenler ona eşlik etti. Bu seyahatlerle sürekli kendini aşmaya çalışıyordu: "Kültür zenginliğine ve geleneklere sırtımı dayayıp tüketmektense yenilikler yaratmak istedim."

Hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde konserler verdi. 2005’te sponsorluğunu Avrupa Birliği’nin yaptığı, Akdeniz ülkelerinde klasik müziğin ortak mirasını tanıtmayı amaçlayan Euromed Medimuses projesi kapsamında, Tunus’ta yapılan ve Akdenizli perküsyoncuların katıldığı festivalde Türkiye’yi temsil etti. Ardından, Euromed’in Akdenizli Büyük Müzik Üstadları adlı albüm serisinde, perküsyon dalında albüm yaptı. 2006’da danışmanlık şirketi Eduplus tarafından her yıl verilen Liderlik Zirvesi Ödülü’nü müzik dalında aldı.

İTALYAN, YUNAN, ALMANÖĞRENCİLERİ DE VAR

Şimdi, kendi adını verdiği ritim akademisini açtı. Amacı darbukaya yeni virtüözler kazandırmak. Okulda yaşları 16 ile 60 arasında değişen 90 öğrenci var. Hem yeni başlayanlara ders veriliyor hem de profesyonellere. Bütün derslere öğretmen olarak giren Mısırlı Ahmet, okulunun, kendisi öldüğünde efsane olacağını söylüyor: "Ben nasıl kendimi Mısırlı Ahmet yaptıysam buradan da bir sürü Mısırlı Ahmet çıkacak." Okula İtalya, Almanya ve Yunanistan’dan gelen öğrenciler de var. Akademide, öğrencilere diploma ve sertifika verilecek, konserler düzenlenecek. Mısırlı Ahmet, en iyi bulduğu bir öğrencisine albüm hazırlayacak.

DARBUKA YILLARCA ÇORBA KAYNASIN FELSEFESİNE SIKIŞTI

Darbuka, ekmek parası kazanılsın, çorba kaynasın felsefesine sıkıştığı için şahsiyetini bulamadı. Tarih boyunca hep eşlik enstrümanı olarak kaldı. 1970-1980’lerde hiçbir sevgilime ben darbukacıyım diyemedim. Çünkü darbukacılar toplum gözünde pabucunu çıkarıp müzik yapan tiplerdi. Ben hep bu profilin dışında olduğumu hissettim. Fakat günümüzde darbukaya bakış değişti. Artık televizyoncu, doktor, gazeteci herkes darbuka çalıyor. Bu da şunu gösteriyor: Bütün enstrümanlar masum ve suçsuz. Onlara kimliğini kazandıran, eline alan insan. Darbuka hep varoşlardan çıkan insanların enstrümanı oldu. Hiçbir varoştan bateri veya bas gitar çalan çıkmaz, ya darbukacı çıkar ya da tefçi.

SAKALLARIMI 23 YILDIR KESMEDİM

Ankara’da hangi mekana gitseniz Sakallı Ahmet olarak bilinirdim. Annem çok severdi sakallarımı, oğlum kesme çok yakışıyor, derdi. İlk darbukamı o aldığı için istediğini yaptım. Zamanla ben de sevdim. Askerden sonra hiç kesmedim, 23 yıldır sakallıyım. Belki biraz da tıraş olmaya üşeniyorum.

DARBUKA SAYESİNDE GRİBE ÇARE BULDUM

Günde kaç saat darbuka çaldığımı tam olarak bilmiyorum. İnsan sevgilisiyle aşk yaşarken saat tutmaz. Darbuka sayesinde beş senedir gribe yakalanmıyorum. Hastalık gelince darbukamı elime alıyor çalarak ter döküyorum; bir atlet, iki atlet, üç atlet derken gidiyor.

SERÇE PARMAĞIMLA AKİDE KIRDIM

Mısırlı Ahmet ile ilgili internette efsaneler dolaşıyor. Örneğin, serçe parmağıyla akide şekerini kırmış. "Evet, serçe parmağım çok güçlüdür" diyor. "Bir gün gerçekten akide şekeri kırdım. Ama şeker çürüktü diye düşünüyorum!"

KUŞLARDAN ÇOK RİTİM ÖĞRENDİM

Yaşam ritimle dolu. Kalay yapan kadın, güvercinin uçuşu, kuzunun melemesi. Mesela kuşlardan çok ritim öğrendim. Aynı kuş cinsi farklı ülkelerde kaç kaçlık ritim atıyor, takip ederim.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!