Güncelleme Tarihi:
"Tiyatrodan önce dansla ilgileniyordum. Levent Özdilek ve Nilgün Belgün ile aynı müzikaldeydik. Onlar bir diziye başlayacaktı. Dizideki 1 dakikalık rol için beni çağırdılar ve oyunculuk hayatım böyle başladı."
Ben çok kolay hüzünlenirim
Melisa Sözen, Mardin’de çekilen “Bir Bulut Olsam” dizisinin bitmesinin ardından İstanbul’a döndü. Neşesi, enerjisi ve kocaman kahkahasıyla neredeyse herkesi kendine hayran bırakan başarılı oyuncu, Beyoğlu’nda buluştuğu İstanbul Life ekibine Mardin’de yaşadıklarını ve gelecek planlarını anlattı.
Kışın kendini iyiden iyiye hissettirdiği bir gün... Yer, Beyoğlu’nun tarihi yapılarından Mısır Apartmanı’nın terasındaki 360 İstanbul... Melisa Sözen, şehre gerçek anlamda tepeden bakıyor. Bir yanda etkileyici tarihi yarımada manzarası, diğer yanda St. Antuan Kilisesi ve İstanbul...
Bu manzarayı çok seven hatta “İstanbul’la aşk-nefret ilişkisi yaşıyorum” diyen Sözen, bir yıldır ekranlarda olan “Bir Bulut Olsam” dizisinin finalini çekip Mardin’den İstanbul’a yeni dönmüş.
2000’li yılların başında ekrana “Baba Evi”, “Yeni Hayat” gibi dizilerle gelen, sonraları “Çemberimde Gül Oya” ve “Bıçak Sırtı” ile ününü perçinleyen oyuncunun hız kesmeye hiç niyeti yok gibi görünüyor.
NUSAYBİN'E YÜZMEYE GİTTİM
* “Bir Bulut Olsam”ın çekimleri nedeniyle bir yıldan uzun süredir Mardin’deydiniz. Orada yaşam nasıldı?
- Açıkçası nasıl geçtiğini anlamadık. şehir dışında olmak çok keyifli gelirken, bir yandan da burukluk ve hüzün vardı. Mardin’den geleli iki gün oldu. Hâlâ İstanbul’da olmaya alışamadım, buranın havası enteresan geliyor.
* Mardin’de neler yaptınız
- İlk sezon çekimleri sırasında aktiviteye çok vakit kalmıyordu. Ama kalan vakitlerde Mardin’i, Diyarbakır’ı, Batman’ı, Nusaybin’i gezdik. ılk başta kültürel aktivitelere katıldık, ardından alışverişe merak saldık. Çok güzel takılar vardı. Telkarileri harikaydı. Bakırları ve şahmeranları çok güzeldi. Ardından kumaşlara saldırdık. Orada Selim adında bir terzimiz vardı. Bizim kostümlerimizi dikiyordu; ayrıca özel hayatımız için çok güzel elbise ve etekler hazırladı. Bunun dışında Batman’a, Diyarbakır’a sinemaya gidiyorduk. En son orada Sabancı’nın açtığı müzeyi gezdik. Kiliseler ve camiler de görülmesi gereken yerlerden. Onun dışında yazın çok sık Nusaybin’de yüzmeye Beyaz Su’ya gidiyorduk. Ben bir kere girebildim. Hasankeyf zaten muhteşem bir yer. Set dışı aktivitelerimiz hep gezmek üzerine oldu. Geri kalan zamanlarda da otelde buluşup, oturup sohbet ediyorduk.
ŞEHRİ DEĞİL AMA AİLEMİ ÖZLEMİŞİM
* Mardin’deyken İstanbul’u özlüyor muydunuz
- İlk beş ay İstanbul’u hiç özlemedim. Ağustos sonuna doğru özlemeye başladım. şehirden ziyade ailemi ve arkadaşlarımı özlüyordum. O “zen” hayatın etkisi insanda bambaşka bir duygu yaratıyor. Tamam, çok güzel, harika ama bir yandan da çevremi arıyordum. Aslında bu yorgunlukla da alakalı bir şey! Daha az çalışıyor ve daha az yoruluyor olsaydım belki daha az özlerdim.
* Dizi son bulduğunda dinlenmeyi düşünüyor musunuz, yoksa çalışmaya devam mı?
- Sanırım bir süre dinleneceğim. Sinema ve tiyatro değil ama dizi yapmamakta fayda var. Tabii kaçırılmaması gereken bir proje olmadığı sürece...
* Genelde yaz aylarında sinemaya daha fazla vakit ayrılabiliyor. Sizin bu yaz için böyle bir düşünceniz var mı?
- şu andan itibaren herhangi bir film projesi olursa ruhum ve bedenim her türlü bunu kaldırır. Ama bunu sezonlara ayırmam. Sadece gelecek projeye bağlı olarak bir şey söyleyebilirim. Onun dışında bir planım yok. Daha çok gezmek ve dinlenmek üzerine bir süreç düşünüyorum.
TİYATRODAN ÖNCE DANS EDıYORDUM
* Oyuncuktan önce yaşamınızda dans vardı öyle değil mi?
- Evet, tiyatrodan önce dansla ilgileniyordum.
* Dansa ara verip oyunculuğa başlamanız nasıl oldu?
- “7 Kocalı Hürmüz” müzikalinde dans ediyordum. O dönem oyuncu olmak istediğimi biliyorlardı. Levent Özdilek ve Nilgün Belgün ile aynı müzikaldeydik. Onlar bir televizyon dizisine başlayacaklardı. Dizide bir dakikalık rol vardı ve o rol için beni çağırdılar. Oyunculuk hayatım böyle başladı. Aynı projede Ercan Bostancıoğlu da vardı. Bana “Madem bunu yapmak istiyorsun, bunun okulu var” diyerek beni Pera Güzel Sanatlar Lisesi’ne yönlendirdi.
* Televizyona geçiş de ilk o projeyle mi oldu?
- Bir kere başladıktan sonra çorap söküğü gibi geliyor sanırım. ılk bir dakikalık rolüm vardı. Daha sonra Levent Özdilek, ırfan Tözüm ile “Aşk Güzel şeydir” diye bir televizyon filmi yaptık. Bunun üzerine ırfan Tözüm “Baba Evi”nde bana iki bölümlük küçük bir rol verdi. Aynı dönemde başka bir dizide daha rol aldım.
SANILANIN AKSİNE NEŞELİ BİRİYİMDİR
* Çok neşeli, enerjiksiniz. Ancak hüzünlü de bir duruşunuz var.
- Aslında hüzünlü bir insan değilimdir. Ancak duygusal bir yanım da var. Kolay hüzünlenirim, fakat insanları şaşırtacak kadar saçma bir enerjiye de sahip olabiliyorum. Gülmeyi çok severim. Dışarıdan ilk bakışta belki hiperaktif biri gibi görünmüyorumdur ama çok neşeliyimdir.
* Oynadığınız rollerin de bu duruşunuzda etkisi olabilir mi?
- Evet olabilir. Her insan gibi yer yer öyle, yer yer böyle.
İSTANBUL TUTKULARIN ŞEHRİ
* İstanbul’un hayatınızdaki yeri nasıl?
- Doğup büyüdüğüm şehir olduğu için çok seviyorum. İstanbul tutkuların şehri! Aşk nefret ilişkisi yaşıyorum İstanbul’la... İstanbul’da gün batımı, 360’ın gördüğü bu manzara... Polonezköy ve Büyükada... Bu şehrin her yeri ayrı güzel.
Yılbaşı gününe geri gidelim. Saat de, akşamüstü civarları beş olsun. Evde deliler gibi dolanıyorum. İki derdim var: Bir, bu gece giyecek bir şey bulamıyorum. ıki: Kurada aramızdan birine gidecek hediye hazırlayacaktık ellerimizle ve ben hazırlamadım. Ben niye böyleyim* Kadınlar niye giyeceğe bu kadar anlam yükledi* Ben niye tembelce bekleyip, son anda can havliyle bir şeylere saldıranım* Kıyafeti boş verdim. Hediye önemli. Ben ne yapsam... Derken... Küçük bir çuval fındık gördüm odada. Ordu’dan hediye gelmişti. Aldım onu. Bir şeyin gövdesine benziyordu.
O gövdesiyse şayet, kol ve bacak lazımdı. Bacakları hemen şöminenin orda duruyordu. ıki çıra. Yapıştırdım. Oldu. Kolları atladım, kafa bulmam lazım, yuvarlak bişey derken, ‘niye yuvarlak olsun canım, kare, dikdörtgen kafa da olur’ diye düşününce, bir müzik aleti kutusu gördüm. (Başka sorular, başka cevaplar gösteriyor doğru.) ıçini açtım, aleti çıkardım, kutuyu kafa yaptım, aleti koruma süngerleri de kolları oldu. Öyle hızlı gelişti ki her şey, boş kafalı olmasın diye, karton kutunun içine ‘cesaret kitabı’ diye bir kitap koyarken, artık bunu yıllardır yapıyormuş gibi hissettim.
Konserde taktığım gökkuşağı gözlüklerini kırdım. Gözler oldu. Gözlüğün sapını da ağız yaptım, gülen. Yıllardır arabadan masaya, masadan kütüphaneye savrulup duran ve nereden kimin getirdiğini bilmediğim ‘groovy stamp set’ini de eline verdim. Rengarenk eğlenceli damgalardan oluşan küçük bir set işte. Fena mı, iş güç sahibi oldu. şöyle bir karşıma koydum. Kendimi pinokyosunu bitirmiş Giuseppe gibi hissettim. Kucağıma aldım, havaya kaldırdım, sarıldım. Sonra duvara dayayıp, kendi ayakları üzerinde durabiliyor mu diye baktım. Duruyordu, yüzüne güzel bir güneş bile vuruyordu. Gövdesindeki içi fındık dolu çuvalda, ‘ordu fındık diyarından’ gibi bir şey yazıyordu. Adını da ordan aldım koydum: Diyar.
Diyar’a sahip olucak kişiye onunla ilgili bazı bilgiler vermem gerekiyordu. Oturup bir de, Diyar’ı sevme kılavuzu diye bir şey yazdım. Aynen şöyle:
Diyar basit bir insan/oyuncaktır.
Oyuna gelmez.
Kafasının içine özenle yerleştirilmiş ‘küçük sarı cesaret kitabı’ sayesinde hiçbir şeyden korkmaz. Diyar, korkusuzdur.
Çıra bacakları sayesinde sportiftir. Oraya buraya koşturur, yorulmaz, tezcanlıdır. Bir şeyler yapmak için yanar tutuşur.
Bol fındık yediği için, çok sağlıklıdır. Enerjisi boldur.
Sünger kolları sayesinde, sevdiklerini her halleriyle ve her şeyiyle sever.
Dünyaya bakışı pozitiftir. Ağlasa bile sonunda gökkuşağı çıkacağını bilir.
Çantasından da anlaşılacağı üzere, yaptığı her işe damgasını vurur. Yaratıcıdır. Nev-i şahsına münhasırdır.
Kime giderse, onun olur.
O kişi harikalar diyarında olur.
(Ha bir de en sevdiği şarkıcı Nil Karaibrahimgil’dir.)
İşte Diyar’ın hikayesi bu. Belki fındığından enerji, çırasından alev, yağmurundan gökkuşağı alırsınız. Belki hayatı daha az ciddiye alırsınız. Alırız. Alalım.