Eskiden adam döverdim

Güncelleme Tarihi:

Eskiden adam döverdim
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 17, 1998 00:009dk okuma

Haberin Devamı

Hani derler ya, ‘‘Heykeli dikilecek insan!’’. İşte Pakize öyle. Üstelik onun heykeli bile insanı güldürür! Hem, insanın heykelinin dikilmesi için illa Quantum fizikten anlaması ya da ‘‘memleketi kurtarması’’ mı gerekiyor? O belki memleketi kurtarmıyor (gerçi zaman zaman yazılarıyla bunu deniyor!) ama hayatımızı renkli ve eğlenceli hale getiriyor. O aklınızın almayacağı kadar kendisi olmayı becerebiliyor. Hem çok özel, hem çok sıradan. Hem çılgın, hem muhafazakar. Ben hiç şimdiye kadar böyle bir insan tanımadım. Böyle birinin heykeli dikilmez de ne yapılır? Sizin yapabileceğiniz başka bir şey varsa onu yapın, mesela Kelebek'e yazdığı yazılarını okuyun...

Hayatınızdaki öncelikler neler?

- Aşık olduğum zaman hep aşkı anlatıyorum, sanki dünyada bir tek ben aşık oluyorum! Yani aşka düştüğüm zaman; aşk. Düşmemişsem ya da düştüğüm o şeyden çıkmayı becermişsem; iş. Benim hep uzun süreli ilişkilerim oldu. Dördü geçmez. Millet günde dört tane götürüyor...

Şu anda aşk için nelerden vazgeçebilirsiniz, geçmişte nelerden vazgeçtiniz?

- Doğrusunu söylemek gerekirse, aşk benim için bir adamı bulunmaz Hint kumaşı zannedip, sonra ne kadar büyük bir hıyar olduğunu anladığım zaman dilimi içinde geçen süre. Kaşı güzel geliyor, saçı güzel geliyor ama sonra ‘‘Ayol bunun gözünün altında torbalar varmış’’ oluyor. Aşk bu kadar gelip geçici.

Eski sevgiliniz Gökhan Güney'in, yeni sevgilisinin Zeynep Uludağ olmasını nasıl izah ediyorsunuz?

- Öğrendiğim zaman Gökhan'a telefon açıp ‘‘Aman kendine dikkat et!’’ dedim.

Tam olarak kendinizi hangi sıfatla tanımlamayı tercih edersiniz? Sinema oyuncusu, şarkıcı, yalnız bir kadın, feminist, her hangi bir kadın...

- Şarkıcıyım ben ya! Çok uçlarda bir feminist de değilim, erkeğin bir sıcaklığını da isterim. Gücünü kabul etmiyorum fazla. Tabii ağır bir şeyi kaldırırken bir erkek isterim. Ama bunu kapıcıma da yaptırıyorum. Mesela evde iki şey vardır tamir edilecek, elektrikçiye telefon ediyorsun, geliyor yapıyor.

Uyku illeti var bende

Star olmak geçmişte sizin için hangi şiddette bir hevesti?

- Öyle şiddetli bir hevesim olsaydı çok başka yerlerde olurdum. Hırslı değilim. Sahne hayatı kıskançlık ve hırs gerektiriyor. Ben oyunu kuralına göre oynamadım. Şarkı söyledikten sonra normal bir insan oldum. Hayatımda tırnaklarımı uzatmadım. Takma tırnak takmadım. Sokaklarda, ortalıkta çok dikkati çekecek şekilde dolanmadım. Solistlik yapıyorum ama ben hiç assolist gibi yaşamadım. Bu benim tercihimdi. Gerçi karşıma çıkan fırsatları da hiç değerlendirmediğimi itiraf edebilirim...

Nasıl yani?

- Bir uyku illeti var bende, korkunç bir şey. Benim uykum var ya, nasıl önemli biliyor musun? Telefonları kısarım, kapıları açmam: Uyurum, uyurum, uyurum. Bir kalkarım nasıl bir pişmanlık duygusu ama! Niye kalkmadın! Niye zıbarıp yattın! Bütün fırsatları kaçırdın! Uyku yüzünden çok şey kaybettim. Çok iyi film tekliflerini bile değerlendirmedim. ‘‘Sabah almayın beni. Ben onbir oniki gibi gelsem olur mu?’’ diye yalvarıyorum adamlara. Bu çocuk oyuncağı mı? Millet sekizde sete gidiyor. Anlayacağın uykumu çok severim...

İnsanlar sizin sayenizde eğleniyor. Bu konuda bildiğim kadarıyla özel bir eğitiminiz, hazırlığınız da yok...

- Ne diyeyim ki? Doğalım mı diyeyim. Sahneye çıktığım zaman benim bir kere bakmam yetiyor, acayip bir şekilde insanların röntgenlerini çekiyorum. Korkuyorum bu huyumdan. Ben bakarım ama görürüm de. Sahnede şarkı söylüyorum mesela, arka masadaki kadının ‘‘Burası çok sıcak bunaldım!’’ dediğini ağzından okuyorum. Bitiriyorum şarkıyı diyorum ki, ‘‘Çok haklısınız hanımefendi! Ece hanım yukarıda, söyleyin havalandırmayı açtırsın!’’. Ben eğlendirirken, eğleniyorum.

Yazmayı çok seviyorum

Bu yazarlık macerası nasıl başladı?

- Hayatı çok ciddiye almıyorum galiba. İki dakika ciddi durmaya hakkım yoktur zaten benim. ‘‘Hasta mısın?’’ derler. Biliyor musun, çenem düşük biraz. Bunu bilen Orhan Olcay, günün birinde, ‘‘Sen şu anlattıklarını konuştuğun gibi yazsana’’ dedi ve bu iş başladı. Çok seviyorum yazmayı, ben kendimi böyle tedavi ediyorum.

Yazı genleriniz babanız Orhan Suda'dan geliyor olabilir mi?

- Bu iş genlerden olmaz, dediler! Babamlar çok yokluk zamanında yaptılar gazeteciliği. Babam işini çok ciddiye alırdı. Rotatif geldiği zaman, ay bir sevinmişti, evde bayram havası. Güzel resim yapardı. Kızkardeşim ona çekmiş, mimar oldu, ablam operacı. Ben de işte böyle bir şey oldum. Her aileden bir üşütük çıkıyor...

Kimleri okursunuz?

- Herşeyi, herkesi okurum. Tek tek saymasam... Çok mühim adamlar tanıdım, yazılarına bayıldığım. Geldiler buraya, giderken nasıl küçücük oldular gözlerimde! Bir geyik muhabettidir gidiyor, memleketi onlar kurtarıyor! Ondan sonra başlıyorlar küçük kızlara bakmaya. Ama bunlar çok önemli insanlar! Hiçbiri beynim varmış gibi bakmadı bana. Uzun saçlı, uzun bacaklı kadın diye baktılar. Ama Allah için saçı uzun aklı kısa muhabbeti yapmayanları da var aralarında...

Şüphecilik var mıdır sizde?

- Ay şüphecilik ne kelime paranoyağım ben! Arabada hep arkama bakarım biri takip ediyor mu diye. Ama neden biliyor musun? Çok yalnız yaşadığım hep frapan bir kadın gibi göründüğüm için belki de, kendimi korumak için. Arkama bakarım, yanıma bakarım, kapının önündeki arabalara bakarım. Bir anda plaka alırım, beynime yazarım. Dört dörtlük bir paranoyağım!

Yaş kadına ceza

Sezen'le dostluğunuzu hangi temelde değerlendiriyorsunuz. Ortak özellikleriniz neler sizin?

- Delilik var ikimizde de. Aynı mahallede büyüdük. İki apartman üstümüzde oturuyordu. Aynı okula gittik. İlk makyajımı o yaptı. Elinden her iş gelir. Çok güzel dikiş diker. Sahne elbiselerimi bile o dikti. Öyle böyle değildir, ayakkabı kaplar kadın. Ayakkabının tabanını söker, deri ayakkabıya kumaş kaplar yapıştırır. Fiyonklar koyar, sahne ayakkabısı yapar. Kloş eteklik ver Sezen'e, vardır ya bol, o ucunu bir tutar bir keser dümdüz çıkar. Müthiş beceriklidir Sezen.

Hayatta kimler için ölürsünüz?

- Ailem için. Gerçi ben çok sevdiğim bir arkadaşıma tereddütsüz böbreğimi de verebilirim. Ama bakma, öyle çok da yumuşak, verici değilimdir. Eskiden adam döverdim! Bir sevgilim için masa devirdim ben. Girdim bir baktım bir başka kadınla oturuyor. Bir tekmeyle masayı devirdim. Türk filmlerinde vardır ya, ‘‘Tutmayın beni!’’ aynen öyle oldum. Böyle de edepsizim! Gerçi artık yapmıyorsun, olgunlaşıyor musun nedir, dövülmesi gereken adamı da dövmüyorsun! Bir dolu şeye tanık ola ola, hayatta başka gerçeklerin farkına varıyorsun. Önce babaannem ölüyor, sonra baban gidiyor ‘‘tak’’ diye. Kafaya takılacak çok da şeyin olmadığını görüyorsun. Gitgide ölüm ilanlarını okumaya başlıyorsun. Öyle şeyler var. Ölüm dahil, herşeyi kendine daha yakın görüyorsun... Gerçi ölülerden değil, dirilerden korkuyorum, o ayrı konu ama ölümü beynimde hallettim desem yalan olur.

Size ‘‘şarap gibi kadınsın’’ denildiğinde alınıyor musunuz, seviniyor musunuz?

- Onlar zannediyorlar ki böyle söylediklerinde iltifat ediyorlar! Bir de şöyle diyorlar: ‘‘Hala çok güzelsiniz!’’. ‘‘Bu hala ne demek oluyor?’’ diyorum. Bastonla filan mı yürümem lazım! Yalnız şuna da inanıyorum: Allah'ın kadına verdiği en büyük ceza yaşlılık. Erkekler daha bir hoş oluyor. O çizgiler onlara yakışıyor. Yaş ceza kadına! Bilhassa güzelliğiyle çok uğraşana. Ben estetik olmadım ama olmayı düşünüyorum. Bak yüzümde hafif bir ‘‘buldogluk’’ durumu başladı...

Kedimle yatarım daha iyi

Filmi baştan sarma imkanınız olsa hangi hataları tekrarlamak istemezdiniz?

- Bir ilişkim vardı onu yaşamazdım ama onun dışında hiçbir şeyden pişmanlık duymadım. Yedi sene adam için bu işi bıraktım. Hem de 30 yaşında! İşler geldi, gitmedim, ‘‘Yok ben onu bırakıp gidemem’’ dedim. İnsanların böyle aptallıkları da oluyor işte. Bir tek o var zannediyorsunuz hayatta. İşimi bırakmazdım, filmi geriye alsam. Zaten aşkından ölsen de sürmüyor aşk. 25. evlilik yıldönümlerini kutluyorlar bazen bizim orada, soruyorum kadına ‘‘Sıkılmadın mı sen hala bundan’’ diyorum. İki yılda bir adam değiştireceksin diye bir şey de yok. Ama sürmüyor işte. O zaman yalnız yaşarım daha iyi. O donu, çorabı ortalıkta dolaşmaya başladı mı... Yandın! Ben hiç öyle birşeyi görmek istemiyorum. O da benim donumu görmesin! Herkes gitsin kendi evine. Hem kedilerimle yatmak kadar güzel şey var mı?

Öyleyse bunlar neden yalnız olduğunuzun, hayatınızda neden bir adam olmadığının açıklaması...

- Altı yedi senedir yok. Hiç de aramıyorum. Yok olunca ‘‘Yok!’’ diye bir tane derdin, olunca bin tane derdin var! Bir de inanki, bazen bakıyorum alıcı gözüyle, mesela gittiğim bir yerde, yok, yok, adam yok! İçkiden bitmiş adamlar, dilleri ağzıları dönmüyor, beş dakikada bir tuvalete giden prostatlılar. Ben çoluk çocuğa bakmam zaten. Benim baktıklarım da ya evli, ya da torun sahibi olmuş adamlar. Andropoz dönemine girmiş oluyorlar, onlar da zaten bana değil, 18'liklere bakıyor. Kadınlar da menapoz diye bir sorun başlıyor, gözü nemli bir dolu kadın görüyorum ortalıkta. Allah canımı alsın! O kadar üzülüyorum. Çok yakındır, ben de öyle olacağım galiba...

Sahne tacizleri oluyor mu?

- Bir İngiliz kıçımı ellemişti, olay çıkardım tabii. Biz İngiltere'ye gitsek, bir İngilize böyle davransak siz bize neler yaparsınız diye... Genelde olmuyor. Bizim orası çok iyi, aile gibi. Gazino muhabbeti yok.

Bunca yıldır adamlara dair keşfettiğiniz en önemli şey ne?

- Ayıptır söylemesi kadınlardan daha kompleksli bu adamlar. Sonra hepsinde çocuk bir taraf var. İki tane güzel kelime söyle hemen gevşiyorlar. Mesela ‘‘Benim tipim Yalan Rüzgarı'ndaki Victor, sen de Victor'a benziyorsun!’’ diyorum. Ay bir hoşlarına gidiyor. Çocuk gibiler. Bakma kadınlar daha cazgır, bazen adamlara da acımıyor değilim. Görüyorum bazı kadınlar adamları nasıl yiyorlar! Eğer kadından korkup da yapmıyorsa, yazık. Bırak koy ver o adamı, yapsın. Çoğunluğu da karılarından korkuyor...

PAKİZE'NİN GÖZLÜĞÜ

Sezen Aksu:

Zeki Müren öldü, ağlaya ağlaya bana geldi. ‘‘Hemen evini boşaltıyorsun, benim evime taşınıyorsun’’ dedi. ‘‘Ne oldu Sezen?’’ dedim, ‘‘İnsanlar ölüyor, gidiyor. Sen benim eski arkadaşımsın ölmeni istemiyorum’’ dedi. ‘‘Ayol’’ dedim ‘‘Benim Zeki Müren'le ne alakam var?’’

Çevik Bir:

Güven veriyor be. Çok da yakışıklı. Hafif bir üstten tavrı var ama bütün askerler de o var. O görüntü bir elbise gibi, o elbiseyi çıkardıkları zaman... Yumuşacık insanlar.

Huysuz Virjin:

Harika biri o. Hatta çağırdı beni programına. Ece'ye söyledim. ‘‘Kattiyen’’ dedi. ‘‘Neden?’’ dedim. Dedi ki ‘‘O çok zeki biri’’. Şimdi ne cevap verirsin? Kadın, ‘‘Sen gerizekalısın!’’ demeye getiriyor.

Savaş Ay:

Allah acil şifalar versin, dualarım onun üzerinde olsun...

Huncal Uluç:

Korkunç itici bir adam. Bu kadar sevgiden bahseden ve kimseyi sevmeyen bir adam varsa Hıncal Uluç'tur.

Tülay:

Çamlar devirir. Bir cenazeye gider, ‘‘Başınız sağolsun’’ yerine, ‘‘Darısı başınıza!’’ der. ‘‘Ben yüzüme halojen yaptıracağım’’ diyor, ‘‘kolajen’’ yerine. Başka türlü bir şeydir.

Müjde Ar:

Para meselelerini bankacılardan daha iyi bilir. Adamla oturur sabaha kadar, anlatır anlatır, yarı fiyatına alır o evi çıkar! Ama hastalık hastasıdır. Aniden telefon açar. Gelir bana ve Sezen'e der ki, ‘‘Hadi kalkın mamagrafiye’’. ‘‘Ayol oturuyoruz’’ deriz. ‘‘Olmaz sizin için de randevu aldım, gidiyoruz!’’ der.

Tarkan:

Bacakları kısa bedeni uzun ama... Kafası da büyük gibi duruyor. Ama baktığın zaman suratı güzel. Bir gaga burun bir suratta bu kadar güzel durur!

Bekir Çoşkun:

Utanmasam her yazısına övgü faksları çekeceğim. Ve tuhaftır bir gün karşılaştık, dedi ki, ‘‘Sizin benim için ayrı bir öneminiz var, gazetecilik hayatımdaki ilk imzalı haberim, sizinle ilgili bir haberdi’’. Tabii ki bu çok hoşuma gitti.

Ali Bayramoğlu:

Geçenlerde bana ‘‘Bu kediler ne kadar aç susuz yaşayabilir?’’ dedi. Düşünün! ‘‘Aman Ali’’ dedim, ‘‘Vazgeç, sen kedi medi bakamazsın’’.

Patronum Ece:

Vazife edinmiştir, insanları terbiye etmeyi. Çok enteresan bir tiptir. Gerçi biraz öğretmen kılıklıdır ama çok müthiştir. Kadına diyor ki, ‘‘Senin boynun kısa, saçını uzatma!’’. Öbürüne diyor ki, ‘‘Kızım sen konuşma, konuştukça batıyorsun!’’. Kabuğu vardır ama içi çok başkadır. Ağzı bazen kötü söyler ama gözü öyle güzer bakar ki, ağzından çıkanı unutursun.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!