Ersin KALKAN
Oluşturulma Tarihi: Ekim 22, 2005 00:00
Zekai Bostancı tarafından kurulan ve kaybolmaya yüz tutan yer çinilerini üreten Mavi Pencere Atölyesi’nin geçmişi 1975’e uzanıyor. Şu anda üç ressam, bir endüstri tasarımcısı ve bir tekstil mühendisi birlikte çalışıyor atölyede. Yıllarca arşiv çalışması yaparak, sayısı 120’ye varan eski desenleri bulmuşlar. Şimdi ise hem onların 60’ını tekrar üretiyor hem de klasik kalıplara başka desenler de ekleyip modernleştiriyorlar.
Kurtuluş’ta, Galata’da, Fener’de, Beyoğlu’nda bir eski zaman evinin kapısını açtığınızda, ayaklarınızın altında ansızın çiçekler açar. İstanbul’daki bu eski evlerin sahipleri, misafirlerinin ayaklarının altına kırmızı halılar seremezler belki ama önünüzde açan çiçeklerin binlerce halıya bedel olduğunu bilirler. Bahsettiğimiz çiçekler, zemin kaplaması olarak kullanılan çinilerin üzerindedir. 1950’lerin ortalarına kadar inşa edilen evlerin çoğunda vardı bu çiniler. Girişlerde rengarenk, desen desen açılır, dairelerin koridorlarına yayılır, balkonlarda farklılaşırdı.
Betonarme yapılar çoğalınca çini azaldı. 1950’lerden sonra 20 yıl kadar uzatmaları oynadı çini. Evlerde ve dükkanların zeminlerinde tekdüze, taklit, düşük kaliteli çiniler boy gösterir oldu. Ardından plastik esaslı malzemeler çıktı, marleyler ve çirkin yer karoları çininin yerini aldı. Evlerimiz, dükkanlarımız, hayatımız ruhunu kaybetti.
İSVİÇRE’DEN İSTANBUL’A İZ SÜRDÜM
Geçen bahar İsviçre’nin Luzern kentindeki Havana Bar’dan içeri girdiğimde de yerdeki çinilerin zarafeti karşısında şaşkınlığa uğradım. Mekanın sahibine, ‘Eskiden İstanbul’da bizim evin girişinde de buna benzer çinilerden vardı’ dedim. Adam şöyle bir gülüp ‘Zaten biz de bunları üç sene önce İstanbul’dan getirttik’ deyiverdi.
Sitem dolu bir sesle ‘Herhalde eski bir evden sökmüşlerdir’ diye serzenişte bulundum. Mekan sahibi, ‘Yok hayır, bunları İstanbul’da Mavi Pencere adında bir atölyeden satın aldık’ deyince ne kadar şaşırdığımı anlatamam. İstanbul’a döner dönmez hemen Mavi Pencere’yi aradım, Zekai Bostancı ve birlikte çalıştığı ressamlarla tanıştım.
Mavi Pencere’yi 1951 Safranbolu doğumlu Zekai Bostancı kurmuş. Zekai Bey, İstanbul Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Ortadoğu Teknik Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi’nde okumuş. 12 Mart döneminde hapse girmiş. Selimiye’de ve Alemdağ’da altı ay kadar yatıp çıkmış. Sonra Tatbiki Güzel Sanatlar’da okumaya koyulmuş. İstanbul Öğretmen Okulu’ndayken çok özel bir resim sınıfı varmış. Türkiye’den her yıl 15 yetenekli öğrenci seçilip bu okula gönderilir ve hocaların hocası diye bilinen Selahattin Taran’ın (Ali Taran’ın babası) yetenekli ellerine emanet edilirmiş. Zeki Bostancı da işte o çocuklardan biri. Resmi Selahattin Hoca’dan öğrenmiş.
Zekai Bey, 1990’dan itibaren Türkiye’nin her yanında ve özellikle de İstanbul’da girip çıktıkları tüm eski evlerdeki çinileri fotoğraflayıp biriktirmiş. 1996’ya gelindiğinde elinde çok geniş bir arşiv malzemesinin biriktiğini fark etmiş.
HİÇBİR USTADA KALIP YOKTU
Bu arada ekibe katılan Songün Vurdu ile eski işlerine devam ederken bir dekorasyon işi almışlar. Bu dekorasyon işinde çiniye ihtiyaç duyulunca Milas’tan Afyon’a, Kastamonu’dan Safranbolu’ya kadar aramadık yer bırakmamışlar. Bu işi yapan tek Ermeni ustayı bulup sipariş vermek istemişler ama olmamış, çok zor durumda kalmışlar:
‘Ustanın belli kalıpları vardı. Farklı renkleri kullanmayı reddederdi. Bu ustadan bir sonuç alamayınca, düz çini yapan ustaları gezmeye başladık. Fakat ne yazık ki, hiçbir ustanın elinde kalıp kalmamıştı. Sonunda Bayram adında bir ustaya rastladık. Bize bu işin nasıl yapıldığını, teknolojisini, kimyasını anlattı. Bu ustanın tarifi üzerine epeyce uğraşarak bir kalıp çıkardık. Bu kalıp çıkarma işi saatçilik ya da kuyumculuk gibi çok hassas bir iş. Sonunda Bayram Usta’nın makinelerini kullanarak çinileri ortaya çıkardık. İlk kalıpları çözerken çok heyecanlandık. Yeni ve olağanüstü bir şiir doğuyormuş gibi geldi bana. Bu çinileri Kadıköy’deki dükkanımıza yerleştirdik ve adını Çinili Kafe koyduk. Burası sanatçıların devam ettiği bir mekan haline dönüştü. Aynı zamanda bizim kentteki irtibat ofisimiz oldu.’
Mavi Pencere şu an çalışmalarına iki atölyede devam ediyor. Dışarıda istedikleri hassasiyette kalıp yaptıramadıkları ve ayrıca pahalıya patladığı için bir kalıp atölyesi de oluşturmuşlar. Bu sayede kalıp sayıları artmış. Şu anda 60 civarında kalıpları var. Zeki Bostancı’nın araştırmasına göre Türkiye’de kullanılan desen sayısı aslında 120 civarında. Zamanla kalıp sayısını artırıp tüm desenleri yapmayı hedefliyorlar.
SADECE ARAP SABUNU İLE TEMİZLEYİN
Döşeme işlemi, şantiyedeki duruma göre yapıştırma ya da harçlı yerleştirme yöntemi ile yapılıyor. Bu işlem bittikten sonra, mevsimine göre uygun bir kuruma süresi beklenerek, derz dolgusu uygulanıyor. Bir gün sonra sulu silim yapılıyor. Yüzeyde
film tabakası oluşturacak kimyasal cilaların kullanılması doğru değil. Karolar silinebilme ve hijyen özelliğine sahip. Çok istenirse, karolar iyice kuruyup nemini tamamen attıktan sonra film tabakası oluşturmayan özel emprenye malzemeleri kullanılabiliyor. Karoların temizliği sadece arap sabunu ile yapılmalı.
NERELERİ YAPTILAR?
* Gezi İstanbul/Taksim, Gloria Jean’s/Taksim-Beyoğlu
* Starbucks Cafe/Beyoğlu * Çinili Cafe-Bar/Kadıköy
* Peradox Cafe/Tünel * Square-Teras/Sıraselviler
* Borsa Lokantaları/Beyoğlu * Bilenler Pastanesi/Yeşilköy
* The Marmara Pera /Beyoğlu * O La La Cafe/Fransız Sokağı
* BCC Tekstil/İstanbul * Z Cafe/Kadıköy
* Anı Evi/Polenezköy * Bilgi Üniversitesi Öğrenci Yurdu/Tophane
* Vanda Butik/Nişantaşı * Havana Bar/İsviçre-Luzern
* Aqua Manors Villaları * House Cafe/Nişantaşı
* Allaturka Otel/Dalyan * Sumahan Otel/Çengelköy
*Central Life/KadıköyBANYODA DA KULLANILABİLİYOR
Çimento, mermertozu ve pigment karışımının yüksek basınç altında preslenmesiyle elde edilen karolar, 20x20 cm boyutunda; 2-3 cm kalınlığındaki karonun renkli katmanı 8-1 mm. Mavi Pencere’nin karoları eski karolardan farklı olarak daha yüksek basınçla preslendiğinden ve içeriğinde bazı beton kimyasalları bulunduğundan daha sert ve emiciliği daha az. Kullandıkları pigmentler (mavi hariç) ultraviyole ışınlarına karşı dayanıklı olduğundan açık alanlara ve banyo gibi ıslak mekanlara döşenebiliyor.
Garo Usta son çinileri sokağına döşedi ve dükkanını kapatıp mesleğine veda etti
Ben çocukken Balat’ta Garo Usta adında büyük bir usta yaşardı. Kapısında bir eski zaman tabelasında ‘Karocu Garo’ yazardı. Çiniler ve yer karoları imal ederdi. Lazok mimarinin yayıldığı, Karadenizli ilk kuşak müteahhitlerin eski evleri yıkarak yerine apartmanlar diktiği dönemde Garo Usta’nun işleri azalmıştı. Dükkanda sinek avlamasının nedenlerinden biri de Garo’nun aksi tabiatlı bir adam olmasıydı. Her siparişi kabul etmezdi. Başından aşağı altın sikkeler de yağdırsanız, kafasına uymayan deseni çiniye işlemezdi. Bir pazar günü kiliseden döndüğünde dükkanının bulunduğu çıkmaz sokağı elinde son kalan çinilerle rengarenk döşeyip, kapattı atölyesini ve çok sevdiği işine veda etti. Altı ay sonra da öldü. Onun ölümünden birkaç ay sonra da belediye işçileri gelip ‘Çingene bohçasına döndü’ iddiasıyla kaldırımlardaki çinileri söküp attılar. Oysa, o çamurlu Balat sokağı, ustanın çinileriyle bir sanat eserine dönüşmüştü. Garo’dan geriye hiçbir şey kalmadı.
Arşive katkınız olsun
Mavi Pencere, çinileri arşivlemeyi sürdürüyor. Sizlerden gördüğünüz klasik çini örneklerinin fotoğraflarını çekmenizi ve bu arşive katkı sağlamanızı rica ediyorlar. Çektiğiniz fotoğrafın arşive girmesi için bilgi@karoistanbul.com adresine göndermeniz yeterli.