Taciser ULAŞ BELGE
Oluşturulma Tarihi: Nisan 26, 2008 00:00
Sokaklara salıverilmiş çocuklarıyla, bacalarından ucuz kömür dumanı tutan oda oda kiraya verilen harap evleriyle, kaldırımların dışına taşan molozlarıyla Süleymaniye semti şehrin onca zenginliğine karşı İstanbul’un yoksul yüzünü yansıtmaya halá devam ediyor.
Semtin ihtişamlı günlerini görmemiş nesilden biri olarak bana yalnızca 1970’li yılların sonunda Kirazlı Mescit Sokağı’nda Yabancı Diller Okulu’nda ders vermek nasip oldu. Altı yıl boyunca okula giderken ve dönerken Süleymaniye’de bulunmaktan çok zevk aldım ve bir daha da ayağımı kesmedim. Sokakları nefis bir duvar gibi ören irili ufaklı eski ahşap evlerin çoğu ayaktaydı o zamanlar. Önlerinde sefil bir gündelik hayat akıp giderken onlar sessizce idam hükümlerini beklerlerdi. Tek tük çıkan yangınlar bu sabırlı bekleyişin sonu olurdu. Elbette aradan geçen yıllarda birçok koruma projesi yapıldı, iş atölyeleri semt dışına taşındı ama bu hava bütünüyle yok olmadı. Burayı işletenler de semti sahipleniyor. Bugün Süleymaniye semtini gezerken restore edilen orta halli bir ahşap ev gördüğümde, farklı düşünceler geliyor aklıma. Belki artık Süleymaniye nostaljik bir hüznün çekim merkezi olmayı geride bıraktı ve başka bir aşamaya geçti: Ekonomik, sosyal, kültürel yatırımın çekim merkezi olmaya başladı. Ayrancı Sokak’ta (eskiden Galip Paşa Sokağı), 16/18 numaralı iki ahşap ev şu anda restore ediliyor. Evlerin sahiplerinden biri Stein-Gunnar Sommerset adlı Norveçli bir genç. Klasik Yunan filoloğu. Boğaziçi Üniversitesi’nde part-time ders veriyor. Restorasyon işiyle kendisi uğraşıyor. Bu sokağa ilk geldiğinde el değmemiş bir semt bulduğunu fark etmiş. 2005 yılında, arkadaşı David Michelmore ile birlikte ikiz evler satın almışlar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı KUDEB’in izniyle evlerini restore ediyorlar. Sommerset bize evin macerasını anlattı.
BİRKAÇ ARKADAŞ SÜLEYMANİYE’DE BİR TAKIM OLUŞTURDUK
Ben bu ikiz evleri 2005 yılında arkadaşım David’le birlikte aldım. Ama artık yalnız ikimiz değiliz. Bir takım oluşturduk. Komşularım Ali (Kurultay), David ve mahallede uzun zamandan beri oturan bir Kürt komşum var. David, 2003-2004 arasında Fener Balat projesinin uluslararası koordinatörüydü. Bize otantik evler konusunda know-how sağlıyor, malzemenin ve yapının özellikleri, binanın kalitesi gibi konuları ondan öğreniyoruz. Ali ile tanışmam ve onun bu sokakta ev alması büyük bir şans oldu. Ali yeni mezun bir mimar. Yalnızca mimar olarak değil komşu olarak da evin inşasına büyük destek veriyor. Kürt komşumuz da bizden sonra işin içine girdi, oturduğu eve çok bağlı ve hayatını burada geçirmeyi düşünüyor. Şimdi bize yardımcı olduğu gibi, fiilen evlerin bekçisi oldu. Marangozluk işlerinin başındaki arkadaşımız Ahmet Demirel de bu ekipte yer alıyor ve çok iyi bir iş çıkartıyor. Eski evleri yıkmak yerine onarmaktan yana. Benzer bir tutuma sahip insanların yan yana gelmesi büyük bir şans oldu. Sokağımızın karşısındaki kafede oturuyoruz, pazar günleri burada masalar pazar kahvaltısına gelenlerle doluyor. Sokağımızdan gelip geçen çok.
ORHAN PAMUK’UN İSTANBUL’U ANLATIŞINDAN ETKİLENDİM
İstanbul’a gelirken iki niyetim vardı: Orhan Pamuk’u daha yakından okumak ve çürüyüp giden eski evlere bir el uzatmak istiyordum. Eskiden beri İstanbul’da yaşayan insanlar, şehirde büyük bir değişim olduğunu görüyor. Ben dışardan biriyim, ama Orhan Pamuk’tan etkilendim. Pamuk, baştan başa ahşap bir şehrin betona dönüşmesini anlatır. İmparatorluğun kalıntılarını, bu evlerde yaşayan insanları anlatırken eskinin çürüyüşünü vurgular. Ben buradan yola çıktım ama bu evleri onarıp ayakta tutmanın, bu mirası korumanın hálá mümkün olduğuna ve bu kapasiteye sahip olduğumuza inanıyorum. Elbette bu şehirde yaşayan insanların sayısına oranla çok değil ama İstanbul’da hálá çok sayıda güzel ahşap ev var.
YATIRIM YAPMIYORUZ BU EVLERDE OTURACAĞIZ
Biz burada yalnızca yatırım yapmıyoruz, bu evlerde kendimiz oturacağız. Kendi yaptığınız bir evde oturmanın bir anlamı var. Yapının bütün özelliklerini tanıyorsunuz. Bu, yaratıcılığınızın ortaya çıkması için de büyük bir fırsat. Ben kendi yaptığım evde oturmak fikrinden çok hoşlanıyorum. Sonuçta, eski ahşap bir eve el uzatarak, onu kazanmanın mümkün olduğunu göstererek amacıma ulaştım.
AHŞAP EVLERİ TAMİR ETMEK HİÇ DE ZOR DEĞİL
Osmanlı ahşap evlerinin inşası çok basit. Eskiyen parçayı söküp, tamir edip yerine koyabilirsiniz, o parçanın yerine yenisini yerleştirebilirsiniz. Sadece bozulan parçaları söküp elden geçirerek bir evi onarabilirsiniz. İstanbul’da gördüğüm bütün ahşap evler aynı zanaat tekniğiyle yapılmış; evler kat kat yükselerek inşa edilmiş. İngiltere’de, Los Angeles’ta bu evler başka tekniklerle yapılır, bozulan parçayı çıkarmak bu kadar basit değildir. Ama Türkiye’de ahşap inşaatçılık kaybolmuş, neredeyse ölmüş. Herhalde insanlar evlerini tamir etmektense yıkıp yerine beton yapmaya teşvik edildi. Öte yandan burası bir deprem bölgesi ve ahşap evler esnek oldukları için depreme de dayanıklı.
CİVARDA EVLERİ OLANLAR GELİP BİZE DANIŞIYOR
Bu evler belki 9 Mayıs’ta İstanbul’a gelecek olan UNESCO delegasyonuna gösterilecek. Çünkü bunlar, minimal düzeyde tamir yapılarak ahşap evlere yeniden eski kalitelerini kazandırmanın mümkün olduğunu kanıtlayan örnekler. Bir sonraki adımda belki bu sürdürülebilir bir projeye dönüşür. Bu civarda evleri olan kişiler gelip bize sorular soruyor, projemizi merak ediyor. Herhalde titiz bir restorasyon yapılması için ilham kaynağı olduk ve bilgi verici bir rolümüz de var.
MUŞAMBALARIN ALTINDA ESKİ BİR MİZAH DERGİSİ BULDUM
İstanbul’a geldiğimde Fener’de bir ev istiyordum. İlk üç ay devamlı dolaştım. Sonunda bu evi buldum. Semt Botanik Bahçesi’ne çok yakın. Botanik bahçesi, Şeyhülislamın konutunun (bugün İstanbul Müftülüğü) bahçesi oluyor. Bu sokak da bahçenin duvarına bakıyor. Buraya geldiğimde hiçbir şeye dokunulmadığını gördüm. Bütün adanın içinde yalnız bir ahşap binanın içi betornarme, dışı ahşap kaplamaydı. Diğerleri özgün ahşap karakterlerini koruyorlardı. Burası ulema ailelerinin yaşadığı bir semt olmalı. Türk ve Müslüman tarihi açısından çok önemli bir yer. Ama sonradan daha liberal bir semte dönüşmüş herhalde çünkü evde yer muşambalarını kaldırınca 1941 tarihli "Şaka" adlı bir dergi buldum. Kapak resimleri cüretkar. Bir de Fransızca dikte (imla) defteri vardı. Eğitimli kişiler oturmuş olmalı.
BU KORUMA TUTKUSU DEĞİL BİR TARİH TUTKUSU
Bu otantik evlerin ve semtlerin korunması son derece önemli. Bu bir "koruma" tutkusundan çok bir tarih tutkusu. Tarihin izleri, bir objeyi güzelleştirir ve ilgi çekici kılar. Eski olan, tarihin izlerini taşıdığı için güzeldir, estetik değeri vardır. Ben otantik olanı koruyarak, taklitle otantik arasındaki farkı göstermek istiyorum. Önemli bir kavram farkı bu. Taklit yapılar, tarihimizin bir parçası olarak kabul edilemez. Bu yalnız ahşap evler için değil taş binalar için de geçerli. Korumanın farklı yolları var, örneğin ekonomik imkanları dar olan insanlar da, eski yapıları yeniden inşa ederken, taklit yerine korumaya yönelik restorasyon yapmaya teşvik edilebilir. Osmanlı evleri korunmaya değer. Örneğin, Osmanlı evlerinin birbirinin manzarasını kapamaması için veya evin daha bol gün ışığı alması için düşünülmüş asimetrik cumbalarına hayranım ve mimariye eşsiz bir katkı olduğunu düşünüyorum.