Güncelleme Tarihi:
*
Havalimanında Suat’e rastlıyorum. (İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Suat Gezgin, benim Aix’ten arkadaşımdır, 1970’lerde, aynı dönemde okuduk.) Bir yandan Erzurum uçağına koşuyor, bir yandan sesleniyor:
- Serdar, mesajımı aldın mı?
- Yooo?
- 1 Mayıs’ta bilinen yerde bir araya geliyoruz. FTÖB olarak İşçi Bayramı’nı kutluyoruz.
- Delirdiniz mi siz? Otuz sene sonra devrimciliğiniz mi depreşti?
- Yok yahu, şaka ediyorum. Bizim yıllık Aix-Marsilya toplantısı 1 Mayıs cumartesi akşamı, gelmeyi unutma.
- Van’da olacağım o tarihlerde, cumartesi dönersem muhakkak gelirim...
*
Bizi uçağa alıyorlar. Bir Boeign 737-800 uçak. 15’inci sırada, ortada koltuğum. İnsana daral geliyor, koltuk o kadar dar ki.
Bir diğer sıkıntı sebebi de sağımdaki yolcu. Irkçılık yapıyorum zannedilmesin diye adamın Çinli olduğunu vurgulamıyorum, tiki var, sarekli burnunu çekiyor. Hem de öyle köpürte köpürte çekiyor ki, her seferimde midem kalkıyor. Derken bana bakan kulağına serçe parmağını sokup, çomar misalı kaşınıyor... Lahavle!
*
Ön koltukta iki kişi oturuyor, kırlaşmış saçlarına bakılırsa, orta yaşını geçeli epey olmuş iki erkek. Ama hostesler fır dönüyor. Görevli olmayan bir hostes ikisinin arasındaki yamuk koltuğa geçerken “Ben de çok şanslıyım, iki yakışıklı erkeğin ortasında oturacağım” diyor.
Gazeteci merak ediyor tabii, kesköse durumu.
Ankara’ya vardığımızda görüyorum: Ediz Hun ile Ekrem Bora. Şincik en seksî erkekler listesinde Ertuğrul Özkök’ten sonra gelen Antonio Banderas durumuna düşmeyeceğimi bilsem, “Yakışıklılıklarından hiçbir şey kaybetmemişler” diyeceğim... Otobüste yanlarına Hülya Koçyiğit ile (galiba) Emel Sayın da geliyor. Uzaktalar, yoksa soracağım “O tarihten beri böyle topluca mı geziyorsunuz?” diye.
*
Ankara’da Haluk Hoca (Prof.Dr.Haluk Sucuoğlu) ve Kemal Beyle (Teknik Danışmanımız Y.Müh. Kemal Türkaslan) buluşuyoruz. Erzurum uçağında aynı ayrı oturuyoruz. Güvenlik bilgileri neden Arapça anons ediliyor,? Neyse ki bandı hemen durduruyorlar.
*
Benim yanımda iki yaşlı köylü var. Beyamca felç geçirmiş, elleri titriyor, hayata küsmüş gibi hiç kımıldamadan, tek kelime etmeden oturuyor. Yaşlı karısı onun yerine kararları veriyor. Ağır bir koku geliyor o cinahtan. Şikayet etmiyorum, aksine “Her gün yıkanacak suyu sabunu, her gün temiz çamaşır giyecek imkanı veremediğimiz insancıklarım benim” filan diye romantik şeyler geçiriyorum aklımdan. Ama bir ara ayakkabımı bağlamak için eğilip de kokunun kaynağına yaklaşınca, romantizm momantizm kalmıyor.
*
Erzurum’a yaklaşırken dağlar hâlâ bembeyaz.
*
DHA’nın Erzurum temsilcisi Kadir Sabuncuoğlu ile Turgay (İpek) karşılıyor bizi. Hava kararmadan Ilıca için yola düşüyoruz.
Sebebi seferimizi anlatayım önce: Haluk Hoca tetikledi, içimize sinmedi, “Erzurum’da peş peşe iki deprem yaşandı. Gidelim devlet yatılı ve pansiyonlu ilköğretim okullarını bir görelim” dedik. Bizim işimiz hasar tespiti değil, amacımız malum “bir deprem olduğunda, YİBO ve PİO’larda okuyan çocuklarımız ölmesin”. Ama olsun, okulları bir görelim ki, yarın bir sarsıntı daha olursa, ağzımızın tadı kaçmasın Allah muhafaza. Tamam Erzurum bizim Okullarımız Yıkılmasın Kampanyası sınırları içinde değil, ama olsun!
Depremin merkez üssü Ilıca ilçesinin Kandilli beldesiydi. Bölgedeki üç ilçeyi, Ilıca, Aşkale ve Çat’ı gezeceğiz.
Ilıca Kaymakamı beni aramış, “Gelmişken diğer okullarımızı da bir görün” demişti. Ilıca’da Atatürk İlköğretim Okulu ile Yavuzselim Anadolu Öğretmen Okulu’nu gezdik. Haluk Hoca ile Kemal Bey, Erzurum İl Millî Eğitim Müdürü Ahmet Er Bey, Kaymakam, Jandarma Komutanı ve ... Serdar!
Hocalar, ellerinde Kemal Bey’in getirdiği projeler (2000 yılında inşa edilenler de dahil, hiçbir okulun projesi yok, ne Millî Eğitim’de, ne Bayındırlık’ta... Allah affetsin, sanki hırsızlıklarını örtmek için projeleri yok ediyorlar gibi geliyor bana!), bir de çekiç, santim santim okulları kontrol ediyorlar. Bizi izleyen öğretmenler, okul görevlileri Haluk Hoca ile Kemal Bey’in inşaat mühendisi uzman olduklarını anladılar da, yanlarındaki, arada lafa karışıp ukalalık eden, 40-50 yaşlarında, tepesi açık, zayıf, gözlüklü adamın kim olduğunu çıkaramıyorlar. Arada bana da soruyorlar: Hocam, şu duvardaki çatlak önemli midir? Ben de en ciddî halimle cevap veriyorum: Hayır, perde duvarla tuğla duvar arası derz yapmış! Haa, diyorlar, bu da mühendis felan demek ki...
*
Açık havadan ve rüzgardan yüzleri yanmış, kara yanaklı, esmer çocuklar, kızlar ve oğlanlar. Üstlerinden fakirlik akıyor. Erkeklerin üzerinde, mendil cebinde okullarının arması olan, lacivert ceketler, içlerinde muhtemelen yakasının kiri görünmesin diye koyu renkli, desenli gömlekler, düğümü körleşmiş ‘gravat’, altlarında kısalmış gri pantolonlar ve ayaklarında ... lastik. (Hani eritilmiş traktör lastiğinden yapılan kara, yeşil ayakkabılar vardır, ayakkabıya benzesin diye bağcık şeklinde filan yapılan)
Her gittiğim okulda hamamı, yatakhaneyi, yemekhaneyi ve özellikle de mutfağı ‘teftiş’ ediyorum haddim olmadan. Sağolsunlar, okul müdürleri ve yöneticiler de ‘Sen kimsin hesap soruyorsun’ demiyorlar. Her konuda bilgi veriyorlar.
Allah’ın gözden çıkardığı bir coğrafyada, insana hayat hakkı tanımayan bir iklimde, çok zor ekonomik ve olmayan sosyal şartlarda, okul müdürleri, öğretmenler, eğitmenler mucizeler yaratıyorlar!
Allah hepsinden razı olsun!
*
Sağolsunlar bizi ağırlayan, (“Ta İstanbul’dan, Ankara’dan kalkıp, bizim çocuklarımızın güvenliği için buraya kadar gelmiş, okullarımızı geziyorsunuz” diyen Ilıca ve özellikle de - bizimle aynı gün ilçeye ulaşan yeni - Aşkale Kaymakamı) veya, muhtemelen öğle namazına yetişme derdiyle, ağırlamayan (Bilmem ne bey, misafirlerimizi öğretmenevinde filan bi’yerde doyurun, olmadı ellerine bir sandviç yayıp verin giderken) Çat Kaymakamı’na, okul müdürlerine ve personeline teşekkür edip, okulları filan es geçeceğim.
Bir iki anekdotum var, onları anlatıp bitireceğim konuyu.
(Not: Bir ekmek haberim var, bir de Çat’ın bende bıraktığı intiba, bunları ayrıca yazacağım.)