Erol Aksoy’a herkesin sormak istediği ama bir türlü soramadığı sorular

Güncelleme Tarihi:

Erol Aksoy’a herkesin sormak istediği ama bir türlü soramadığı sorular
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 20, 2002 01:50

Havaalanı yolundayız, uçağı kaçırmamak için dua ediyoruz.

Biz Kutup'la Ankara'ya röportaja gidiyoruz.

Her seferinde böyle oluyor, zamanı bir türlü ayarlayamıyoruz, uçağa hep son anda yetişiyoruz.

Nefes nefese.

Yani ben.

Çünkü Kutup sakin, yine sakin, o zaten hep sakin, adalı ya, Kıprıslı ya, Aladağ'dan serin, daha 22 dakika var merak etme diyor.

Ben tırnaklarımı yemekle meşgulken, o benimle dalga geçiyor:

- Bakalım bu sefer kiminle tanışacaksın!

Çünkü biliyor, uçaklar hayatımda önemli yer tutuyor.

Mutlaka mühim bir şahsiyetle tanışıyorum.

Derin bir nefes alıp, yanına gidiyorum.

Kutup beni müstehzi bir gülümsemeyle izlerken, en ciddi halimle ben şöyle diyorum:

- Hayatım boyunca sizinle röportaj yapmak istemiştim. Ben Hürriyet'ten bilmem kim...

*

Yaşasın!

Yetiştik.

Yine haklı çıktı Kutup.

Uçağa götürecek otobüsün içindeyiz.

Ama bu şaka gibi!

Yine bir mühim şahsiyet!

Benim uçak anılarımı bir kitapta filan toplamam gerekiyor.

Bu kadar şanslı da olunmaz ki!

İşte kanlı canlı olarak, bir metre ötemde dikiliyor.

Uzansam omuzuna dokunabilirim.

Önce şöyleee baştan aşağı süzüyorum.

Bayağa da yakışıklıymış.

Ama biraz boyu kısa.

Olsun.

Kutup öyle bir fotoğraf çeker ki, olduğundan uzun çıkar.

Kesin spor yapıyor bu adam.

İçimden tenis oynuyordur diye geçiyor.

Böyle bir adama tenis yakışır, bir de tekne...

İktidarlıyız, küçük dağları biz yarattık ya!

Mesafeli ve arogan duruyor.

Hiçbir şeyi iplemeyen bir hali var.

Ama bu beni yıldırmaz.

Ben gazeteciyim, girişken olmalıyım, üstelik her pazar biriyle röportaj yapmalıyım, bu fırsatı kaçırmamalıyım, Kutup'tan onay alıyorum, başıyla ‘‘tamamdır’’ diyor, ben hedefe kilitleniyorum, çaktırmadan bir ses provası yapıyorum, bir, iki, bir, iki, derin bir nefes alıyorum.

Ve film başlıyor:

- Hayatım boyunca sizinle röportaj yapmak istemiştim. Ben Hürriyet'ten bilmem kim...

*

- Durum aslında tam tersi! Biz sıraya girdik, Ayşe Arman acaba bizimle ne zaman röportaj yapacak diye diyor, en alaylı haliyle.

Oooooooo.

Hızlıyız.

Espriliyiz.

Kendimizden eminiz.

Oyun oynamayı seviyoruz.

Peki o zaman.

Önümüzde bir 55 dakika var.

Elindeki boarding kartı görmeye çalışıyorum, çünkü geldik uçağa, tam da zamanıydı, bari yakın oturabilsek...

- İyi de size nasıl ulaşabilirim diyorum. Sekreterizi arayıp, randevu istesem, tabii tabii biz size geri döneriz diyecek ama böyle bir şey asla gerçekleşmeyecek.

Kuş elimden kaçmasın istiyorum!

- Cebimi vereyim size diyor.

Ve oyuncaklı bir numara söylüyor.

0532 111 11 11 gibi bir şey.

- Bunu ben bile aklımda tutabilirim! diyorum.

Belli ki numarasından hoşlanıyor.

Bu adam kendini seviyor.

Herşeyini.

Karşındaki bir kart açarsa, sen de açacaksın, oyunun kuralı bu.

- Benimki de şu diyorum.

En az onunki kadar oyuncaklı ve akılda kalıcı numaramı söylüyorum.

0532 333 33 33 gibi bir şey.

*

- Siz tabii ekonomide seyahat etmiyorsunuzdur, yollarımız ayrılıyor diyorum.

- Yoo hayır, ben hep ekonomide seyahat ederim diyor.

İşte bir özelliğini daha fark ettim, adam yalancı!

Ama zeki ve inanılmaz hızlı bir yalancı.

Uçak boş olduğu için yanyana oturuyoruz.

Kutup da bir ön sırada.

- Başlayabiliriz röportaja diyor.

Bu kadar cüretkar bir adama kafa atmak gerekiyor!

O da bunu istiyor.

Oyun istiyor.

Bankanıza el konunca neler hissettiniz gibi bir soru kesmez onu.

- Paris'te tuhaf kıyafetlerle dolaştığınız doğru mu? diyorum.

Sessizlik.

Gözlerimin tam içine bakıyor ve gülümsüyor.

Ben de onun sağ gözüne bakıyorum.

Sol göz yalan söylermiş de, sağ beceremezmiş.

Es vermesi hoşuma gitti.

Ben kafa attım.

Ama çok mu ileriye gittim, kuş elimden kaçar mı, acaba başka bir soru mu sorsaydım, ama insanı tahrik eden bir tarafı var bu adamın, neyse havayı biraz yumuşatmalıyım.

- Hakkınızda o kadar efsane dolaşıyor ki diyorum en yumuşak sesimle. Demek istiyorum ki, yemin ederim ben hepsine inanmıyorum, ama bu oyunun adı röportaj, tek tek herşeyi soracağım.

Şöyle diyor:

- En yakın arkadaşım bile bir kere yapmış olabilirsin Erol bunda büyütecek bir şey yok ki diyor!

Yani ne desem merakınızı gideremem bu konuda demeye getiriyor.

Cevap yetiştiriyorum:

- İyi de Mehmet Emin Karamehmet için böyle bir söylenti dolaşmıyor ama Erol Aksoy için dolaşıyor.

- Bir zamanlar bir gölge adam vardı
diyor. Bu söylentinin ondan kaynaklandığını düşünüyorum, ilan istemişti vermedim, sana öyle bir şey yapacağım ki, hayat boyu üzerinde kalacak dedi. Hakkımdaki efsanelere sayesinde bir de böyle bir şey eklendi.

- Ama aynı zamanda kadınlarla aranızın da çok iyi olduğu söyleniyor diyorum.

Bir taraftan vururken, öbür taraftan okşayacaksın!

- Valla işiniz zor diyor en muzip haliyle. İki tamamen farklı şeyden söz ediliyor. Röportajda bu konuya açıklık getirirseniz sevinirim.

*

Güzel yeşil gözleri var.

Hem sıcak hem soğuk.

Bir taraftan sarmalarken insanı bir taraftan itiyor. Sevecen duruyor, ama aynı zamanda acımasız. Çok acımasız. Sağı solu belli olmayan bir adam Erol Aksoy.

Moody denilen tiplerden.

Ama Allah için zeki.

Çok zeki. Hız, zeka, meydan okuma ve küstahlık kelimeleri tanımlayabilir onu. Bir de kibir. Ben onu incelerken o da beni incelemekten geri kalmıyor.

Ve bunu göstere göstere yapıyor.

Daha ilk saniyede tırnaklarımı yediğimi farkediyor, adam gördüğü şeyin fotoğrafını çekiyor, zaten MIT'de sadece mühendislik okumamış, iki sömestr de fotoğrafçılık almış, bakıyor ve görüyor, ellerime baktıktan sonra ayaklarıma bakacağını adım gibi biliyorum.

- Maalesef onları yiyemiyorum! diyorum.

O benimle ne kadar dalga geçerse, ben de o kadar!

Galatasaray, Lycee Michelet, MIT ve Harvard Business School gibi sıkı bir eğitimi var. Zengin çocuğu değilmiş, bir tür küçük dahi, burslu bir öğrenciymiş. Parlak yani. Farklı ilgi alanları var, beden dilinden mi söz ediliyor, uzun uzun ‘‘body language’’ denilen şeyin nereden nasıl çıktığını anlatabiliyor.

- Personelinizin kahverengi giymesini yasaklamışsınız öyle mi diyorum.

Başını sallıyor.

İnce telli Göksel Arsoy saçları da aynı anda sallanıyor.

İngiltere'de bankalarda yapılan bir araştırmadan söz ediyor. Gri ve lacivert rengin müşteri üzerinde güven uyandıran bir etkisi olduğunu ama kahverenginin söz konusu araştırmada nasıl çuvalladığını anlatıyor.

Eşi İnci Aksoy'dan, çocuklarından, Ankara'ya neden gittiğinden, yelkenli teknesinden, devletin el koyduğu bankasından, bir zamanlar Hürriyet'in ortağı olduğundan, hali hazırda elinde kalan Cine 5 ve Marie Claire dergisinden söz ediyor.

Ne soruyorsam cevap veriyor.

- Peki diyorum, duramamak nasıl bir şey, durabilseydiniz bu kadar hırslı ve ihtiraslı olmasaydınız, bankanız elinizden gitmeyecekti, süngünüz düşmeyecekti...

‘‘Duramamanın’’
felsefesini yapıyoruz.

- Öyle bir noktaya geliyor ki insan duramıyor diyor ve ekliyor:

- Ama seni durduruyorlar!

*

Uçak da durdu sonunda.

Bitti 55 dakika.

- Sohbet güzeldi diyorum ama boş umutlara kapılmamayı öğrenecek kadar büyüdüm, bir gün röportaj yapabileceğimizi filan düşünmüyorum yani.

Ee artık zamanı gelmişti o da bir iltifat patlatıyor:

- Zeki olduğumuz kadar gerçekçiyiz öyle mi?

Bazı insanlar pazarlık yapmaktan hoşlanır.

Erol Aksoy da öyle bir adam.

O, oyun oynamayı seviyor.

Kedi gibi.

- Cine 5'te bir programa konuk olursan, seninle röportaj yaparım diyor.

Yani mutlaka bir taraftan kazançlı çıkması gerekiyor.

Ne kadar ekmek, o kadar köfte!

- Ben televizyona çıkmıyorum ki diyorum.

Onun teklifini reddettim ya, benim yeni bir teklif getirmem gerekiyor.

Ölene kadar pazarlık yapacağız!

- Ben eşinizin dergisi Marie Claire'e bir röportaj yapayım diyorum. Ama bağlantısını benim kuramadığım bir röportaj olsun. İddialı bir iş yani. Kutup da fotoğrafları çeker. Buna karşılık ben de sizinle bizim gazetede yayınlanacak bir röportaj yaparım. Ödeşiriz.

Öyle bir cevap veriyor ki, kişiliğine dair yeni bir şey daha öğreniyorum:

- Para istiyor musun bu iş için? diyor.

- Yok canım, on yıldır sizinle röportaj yapılmıyor, ben banka-Reha Muhtar-televizyon kanalı-kadınlar-eşiniz-Büyükada-geçmişiniz-eğitiminiz... Allah ne verdiyse soracağım. Sizden sadece röportaj istiyorum yani!

*

Bu yazıyı niye yazdığımı sanırım anladınız.

Kuş elimden uçtu.

Kaçtı.

Yani o röportaj olamadı.

Ama 55 dakikalık uçak yolculuğunu yazabilme pazarlığında ben galip çıktım.

Karşılığında ne mi yaptım?

Sadece bu yazıyı telefonda Erol Aksoy'a okudum.

HAMİŞ 1: Düzeltiyorum Erol Aksoy kısa değil, Türkiye standartlarına göre orta boylu bir adam!

HAMİŞ 2: Peki dün Ankara'ya giderken uçakta kim vardı? Cevap veriyorum: Catherine Derviş!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!