Erkekler kadın kadınlar erkek oldu

Güncelleme Tarihi:

Erkekler kadın kadınlar erkek oldu
Oluşturulma Tarihi: Mart 22, 2013 00:00

23 yaşında gazeteciliğe başladı, ardından o işe ara verip Almanya’ya gitti. Sonra tekrar İstanbul’a döndü ve 1996’da dergi grubunda çalışmaya başladı. O dönem fotoğrafla tanıştı. Birçok yayın organı için moda ve portre fotoğrafları çekti. 2001’de klavye başına oturdu; Etekli İktidar, Tek Kişilik Yalnızlık, Yatağımdaki Yabancı, Sevmek Zorunda Değilsin Beni, Aşk Meclisi, Piruze: Şamda Bir Türk Gelin, İncir Kuşları kitaplarını yazdı. Sinan Akyüz şimdi de son kitabı “Şahika ve Feraye” ile okur karşısında...

Haberin Devamı

* Kitabın konusunu biraz anlatır mısınız bize?      

- Biga, İstanbul, Ürdün üçgeninde geçen bir aşkı ve kaderi anlatıyor bu roman... Gerçek bir hayat hikayesi. Piruze’yi yazarken Ürdün’den Sevim Hanım diye bir hanımefendiyle tanıştım. Kitaptaki hikaye ile ilgili ondan çok bilgi aldım. Sonra kendi ailesinin hayatını yazmamı istedi benden. Kadın 84 yaşında... Ürdün’den bir yaz günü, bundan 1,5 sene önce kalktı geldi. Yaklaşık üç hafta o anlattı, ben dinledim. O ağladı, ben ağladım ve en sonunda hikayesinin yazılmaya değer olduğuna karar verdim.

* Sonra?

- Bana hikayeyi anlattı, çok etkilendim. 1914’te başlayıp 1928’de biten bir hikaye. O dönemin ilişkileri, aşkları, sosyal hayatta neler olup bittiğini de ele aldım; insanlar okurken o dönemin aşklarıyla bu dönemin aşklarını mukayese edebilsinler diye... Belki de bir arınma kitabı bu. Biz mi aşka çok anlam yükledik yoksa aşkın kendisi anlamlı bir kavram da biz mi onun içini boşalttık sorgulamalarını da yapacaklar.

* Ben sizin aşkla ilgili düşüncenizi merak ediyorum...

- Eski aşklar ile bugünkü aşklar arasındaki farkların en önemlisi, eskiden saygının olması. Para denen güç bu kadar ön planda bir argüman değildi. Ne zaman ki para aşkın içine girdi, aşk tapayı attı. Bir anda ilişkilerimizin gazı boşaldı. Bugün maalesef tapası atmış ilişkiler yaşıyoruz. Ama ortak nokta biz kirlendik.

* Bu durumu sadece paraya bağlamak mümkün mü? Daha kolay erişilebilirlik de girmiyor mu işin içine sizce?

- Haklısınız. Teknoloji böyle bir şey. Sanal alemden aşk ilan ediyoruz artık. Ama huzur kaçtı. Geçmişte bir kadın için Marmara çırası gibi yanan adamlar vardı. Şimdi no-frost buzdolabı gibi soğuk ve vurdumduymazlar. Bu durum en fazla kadını etkiliyor. Öyle bir yere geldik ki, bunun acısını en çok kadınlarımız çekiyor.

* Neden?

- Çünkü ben o kadınları üç Y olarak görüyorum.

ERKEKLER HİÇ ŞİMDİKİ KADAR PRİM YAPMAMIŞTI

* Üç Y ne demek?


- Yorgunlar, yoğunlar ve yalnızlar... Erkekler yeryüzüne geldiğimiz günden beri hiçbir dönemde bu kadar prim yapmamıştı!

* Prim derken?

- Erkeklerle kadınlar arasında bir dönüşüm oldu. Kadınlar, erkeksileşti. Erkekler de kadınsılaştı. Erkek ama kadın tavırları var. Naz yapmaya başladılar. Öte yandan erkek peşinde koşan kadınlar var. Kadınlar, erkekler gibi özgürleştikçe bu durum ortaya çıktı. Eskiden hesabı erkekler öderdi, kadınlar özellikle ilk buluşmada buna çok dikkat ederdi. Hatta erkekten ayrılma nedeniydi bu. Ama bugün durum farklı... Bakın, kaçan erkek, peşiden koşan kadın... Ama kadının nazı çekiliyor da erkeğin nazı hiç çekilmiyor!

* Sevim Hanım kim bu arada?

- Sevim Hanım, Feraye’nin kızı. Bir önceki kitabımdaki Piruze ile bu kitabımdaki Feraye’nin hayatları gerçek hayatta da kesişiyor. Yeni kitabım, bu kesişen hayatlar üzerine olacak zaten... Sevim Hanım’a dönersek... Ürdün’den geldi, içinde biriktirdiği her şeyi anlatmak istedi. Ben ses kayıt cihazını önüne koydum, o anlattı. Hikayede Allah’a verilmiş bir söz var. Biga’daki bir çiftlik ağasının çocukları oluyor, ama kimi üç ay kimi beş ay yaşayıp ölüyor. Sonra Allah’a söz veriyor bu ağa. “Bir oğlum olursa bir deve keseceğim, bir kızım olursa beş deve kesip onu isteyen ilk talihlisine vereceğim, bu da benim sana sözüm olsun” diyor. Bir kızı oluyor ve yaşıyor. Derken Çanakkale Savaşı başlıyor. Bir grup Arap kökenli insan Türkler’in yanında savaşıyor. O zaman Ürdün diye bir devlet yok. O gruptan biri ağanın kızını görüyor ve aşık oluyor.

* Peki ya sonra?

- Savaş bittiğinde imamı bulup derdini anlatıyor, sonra gidip kızı istiyor. Babası da Allah’a verdiği sözü hatırlıyor. Vicdanıyla sözü arasında kalıyor ve kızını çağırıp “Ben zamanında Allah’a bir söz vermiştim ve bu sözümün gereğini yapmalıyım” diyor. Kızı da çaresiz “Tamam baba” diyor. Ve kızını o adama veriyor. Sonra bakıyor ki kızı çok perişan. Feraye’yi de başkası istiyor bu arada. Zevcesine “Kızı gördüm çok perişan, en azından diğer kızı da isteyene verelim de yalnız kalmaz birbirlerine destek olurlar” diyor. O yüzden de Feraye, Piraye’ye “Senin kaderin benimkini de yazmış. Babam senin için beni feda etti. Ben senin fedainim” diyor.

ORHAN PAMUK BİR PAZARLAMA USTASI

* Kitap yazma isteği ne zaman doğdu sizde?

- Gazeticilik eşittir yazmak zaten. Ve ben kadere inanan bir yazarım. Bir insanın hikayesi gün yüzüne çıkmaya hazırsa, gelip beni buluyor bir şekilde. Zaman içinde gerçek hikayeleri kaleme alan bir yazara dönüştüm. Bilinçli olarak yaptığım bir şey değildi. Belki de misyonum bu!

* Sizin beslendiğiniz yazarlar var mı?

- Bir yazar, kitaplardan beslenir tabii. Ama örnek aldığınız yazar var mı derseniz, ben asla bir başka meslektaşımı örnek almam. Çünkü yazarken kendi tarzınızı oluşturmanız gerekir. Başkalarının hayal gücünü örnek almak, kendine ihanettir.

* Sizce Türkiye’den neden bir tek Orhan Pamuk Nobel ödülüne layık görüldü

- Orhan Pamuk benim gözümde kişisel gelişim dehası. Nobel’e aday olmadan ve kitaplarını dünyaya yaymadan önce Avrupa’da bazı kesimlerle çok iyi iletişim kuran, onlara karşı çok iyi oynayan bir kimlik.

* Oynamak sözüyle neyi kastediyorsunuz?

- Yani yazarlığın ötesinde ilişkiler kuran, sıradan bir hikayeyi pazarlayabilen biri. Evet Orhan Pamuk bir pazarlama ustası. Türkiye’den Nobel’e uzanmak, bırakın Nobel’i kitabınızın dış ülkelerde yayınlanması, deveye hendek atlatmaktan daha zordur.

* Elif Şafak da bu isimlerden biri...

- Evet öyle... Sizin birebir ilişkilerinizin olması gerekiyor. Bunları maalesef yayınevleri yapamıyor. Ben Amerika’dan çıkan bir yazar olsaydım, dünya yedi milyarsa üç milyarına hitap ederdim. Ama biz, 75 milyonluk ülkede kendimize okur yaratmaya çalışan yazarlarız.

* Bu kadar az okuyucuya hitap etmek sizi üzmüyor mu?

- Her ülkenin zorlukları var. Bizdeki dezavantaj, erkeklerin kitap okumaması. Kitap okuru kadınlar. Erkeklerin tüketimi yok. Erkekler kendilerini geliştirmeyi sevmiyor.

EDEBİYAT ÇEVRESİ UMRUMDA DEĞİL, SOKAĞIN YAZARIYIM

* Bir de Edebiyat çevresine mi hitap edeceğim yoksa okura mı kaygısı var yazarlarda...


- Bazı yazarlar maalesef edebiyat çevresine oynuyor.

* Sizce bunun sebebi ne?

- Yer edinme sevdası, belki de ego... Çevre tarafından pohpohlanmak...

* Sizin görüşünüz ne bu anlamda?

- Ben Edebiyat çevresine değer veren bir yazar değilim. Ben kitaplarımı okurlarım için yazıyorum. Aslında yazarlar arasında bir sahtecilik var.

* Nasıl yani?

- Sizin oynadığınız yer edebiyat çevresi ama kitabınızın okunmasını istediğiniz yer sokak. Böyle bir ikilem var. Ben sokağın yazarıyım. Benim okurum sokakta. Ben onların hikayelerini yazıp onlara geri veriyorum. Edebiyatçılar beni sevmiş ya da sevmemiş, umrumda değil. Benim için okur en iyi edebiyatçı ve yorumcudur.

BİLİNÇSİZ SEKS ERKEKLERİ ŞIMARTTI

Günümüzde eski ilişkilerin yerini kaçamak ilişkiler aldı. Bu da insanları yalnızlaştırdı. Seks yaşamı hayat dolu, evet... Ama bedenler hayat doluyken kalpler yalnızlaştı, öldü. İlişkilerin bozulmasının en büyük nedeni insanların seks hayatları bana kalırsa... Artık ilişkilerde biliçsiz seks hakim çünkü; arı misali o çiçekten bu çiçeğe konuyor herkes. Kadın, ilişkide derinlik beklerken, erkek yüzeysel yaşıyor. Bilinçsiz seks hayatı erkekleri şımarttı çünkü. Eskiden aşk dillerde ve gönüllerdeydi, şimdi yerlerde. Aşka kimse sahip çıkmıyor. Kimsenin kimseye sabrı yok. Sabır denen kavramı kaybettik.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!