Güncelleme Tarihi:
Babam bir astsubaydı. Bu şartlar altında büyüyen bir çocuğun da asker olmak istemesi doğal. Üniforma, emir komuta müessesesi çekti beni. Askeri okullarda çok mutluydum. Özellikle Kuleli Askeri Lisesi’nde o kadar mutluydum ki. İstanbul gibi bir ortam... 1981-1985 dönemi. Komutanlarımız çok iyiydi. Şöyle bir örnek vereceğim: 1981’de kimsede yokken bilgisayarla tanıştım orada. 1983 ya da 1984’te kapalı devre televizyon sistemimiz vardı. Orada kameramandım mesela.
1992 ÇATIŞMALARINDA ORADAYDIM
Harp Okulu’nu bitirdikten sonra özel kuraya tabi oldum. Komando olmak istemiştim. 1991’de bölgeye gittik. Daha emir komuta ilişkisini çözememişken birden savaş şartlarına düşmek insanı zorluyor. O yıllarda bölgede olaylar zirvedeydi. PKK’nın Şırnak’ta ilk kez mevzilerini terk etmediği o büyük çatışmalarda oradaydım. Hiçbir zaman uzmanların yaptığı gibi, “Şu eksik var, şu yapılırsa terör çözülür” demedim. Tabii eleştirilerimiz vardı. O da askeri taktik bilgisinden kaynaklanıyordu. Mesela Kayseri Komando Tugayı’nın dört taburunun birlikte kullanılması gerekiyordu ama bölünerek oradan oraya taşındı. Askerin karakollara çekilmesi de bana göre yanlıştı. Köy yakmaları, faili meçhulleri duyardık. Ama şahsen böyle bir olaya denk gelmedim. Benim birliğimde böyle şeyler de olmadı.
Harp yorgunluğu yaşadım
1990’da Harp Okulu’ndan mezun oldum, 1994 başında üsteğmen rütbesiyle ordudan ayrıldım. Kısa bir süre aslında. Kendime de bazen “erken kaçtın” derim zaman zaman. Ayrıldıktan sonra harp sendromu üzerine bayağı araştırma yaptım. Askeri bir tabir var, harp yorgunluğu diye. Bıkkınlık, umutsuzluk... İnsanı asıl etkileyen de bu. Tanıdığın bir insanı morga götürmek! Bir kitabımda da yazmıştım. Bir gün çatışma alanından gelen helikopterin kapısını bir açtım. Hepsi üst üsteydi. Onların içinden arkadaşımı çıkardım. Götürdüm morga. Bunlara dayanamadım. Yabancı uyruklu bir kadınla evlendim ve bunun üzerine orduyla ilişiğim kesildi. İkinci evliliğimden iki çocuğumuz var.
Sanatçı bağımsızlığı tartışması yapmadım
‘Nefes’in de yarattığı etkiyle olsa gerek, bir abim bana Hava Kuvvetleri’nin 100. yılı onuruna bir film çekmeyi teklif etti. Ama ‘Anadolu Kartalları’ bağımsız bir film değildi ‘Nefes’ gibi. Hava Kuvvetleri’ni inceledikten sonra bazı ufak tefek teklifleri oldu. ‘Sanatçı bağımsızlığı’ tartışmasına girseydim film çıkmazdı ortaya. Ömer Vargı yönetmendi, senaryoda o da değişiklik yaptı. 1 milyon 300 bine yakın seyirci izledi. Bitmemiş bir Atatürk kitabım var. Yeni bir senaryo üzerinde çalışıyorum. Şimdiye kadar üç senaryo yazdım ama şimdi yazdığım senaryo beni çok heyecanlandırıyor. İnsanları çok güldüreceğimiz, ardından çok üzeceğimiz bir proje gelecek.
Magazin muhabirliği yaptım
Gazeteci Nursal Tekin, babamın astsubay okulundan öğrencisi. Ordudan ayrılınca yanına gittim, magazin muhabirliğine öyle başladım. Gazetecilik çok heyecanlandırıyordu beni. İlk kitabım çıktığında imzalayarak gazetecilere göndermiştim. Bir pazar sabahı İlhan Selçuk aradı. Çok güzel şeyler söyledi, bir hafta sonra da kitabımdan alıntı yaparak bir yazı yazdı. Sonra Mustafa Balbay aracılığıyla Cumhuriyet’e dizi hazırlamamı istediler. 13 bölümlük bir dizi hazırladım, o yayınlandı. Fakat gazetenin içinde ciddi sorun oldu. “Faşist bir ordu mensubunun hikâyeleri bunlar” diye imza toplamışlar.
Kitabı borçla bastırdım
Tahayyül edemiyordu insanlar o coğrafyada savaşmayı. Derdimi anlatamıyordum, hâlâ şehitler gelmeye devam ediyordu. Bir şey yapmam lazım diye düşünürken çıktı kitap yazma fikri. Ama asıl amacım bir sinema filmi çekmekti. Borçla harçla bastırdık kitabı. Yönetmen Levent Semerci 2006’nın Ocak ayında aradı. ‘Güneydoğu’dan Öyküler’i okumuş, çok beğenmiş. ‘Nefes’in senaryosu üzerinde çalışmaya başladık. 2.5 milyon kişi izledi filmi. Sevdi insanlar. Nasıl bir asker kahramanlık hikâyesi anlatmaz diye eleştiren de çıktı beni. Mete yüzbaşı eline G 3 alıp tarayacak mıydı?