Festivalcilerin anılarını paylaştığı 30. yıl blogu www.filmgibi30yil.com ilginç öykülerle dolmaya başladı bile. Fotoğrafçı Muhsin Akgün’ün yönetmen portreleri serisi bir sergiye dönüşecek. Yönetmenlerin kendilerinde iz bırakan filmleri anlattığı ‘30: 21 Yönetmenden 30 Yıl’ kitabı da geliyor. Festivalin en etkileyici bölümüyse, 20 yönetmenin birer
film seçtiği Moviemax Festival sponsorluğunda hazırlanan ‘Festivalin Büyüttükleri’. Bu vesileyle Antonioni, Bergman, Jarmusch, Saura, Kiarostami ve Tarkovski gibi ustaların yapıtları yeniden gösterilecek. Yönetmenlere festivali ve seçtikleri filmleri anlattırdık...
Her izleyişte yeni derinlikler buluyorum
ÜMİT ÜNAL / EDMOND / STUART GORDON (2005)Şehre ilk geldiğim yıllardan beri festivalin takipçisiyim. 9 ve ARA gibi filmlerim seyirci önüne ilk kez festivalde çıktı. İlk ödüllerimi de yine burada aldım. Film seçerken doğru karar Edmond’dı. Stuard Gordon Mamet’in oyunundan uyarlama. Onun diğer işleri gibi metnin ağırlıkta olduğu, bence daha çok Mamet’in imzasını taşıyan bir film. Her izleyişte yeni derinlikler buluyorum. Her yapıtından çok şey öğrendim. Özellikle diyalog üslubunu çarpıcı buldum ve yazdığım senaryolarda, diyalog yazım üslubumda çok etkisi oldu.
Etkilerini anlatmak kolay değil
ÇAĞAN IRMAK / KEYİF EVİ / TERENCE DAVIES (2000)
Dünyanın hiç bilmediğimiz yerlerinde yaşayan insanların hikayelerini izlemekten büyük keyif alıyorum. Festivalin en güzel tarafı keşfetmek. Keyif Evi filmini incelikli bir edebiyat uyarlaması olduğu için seçtim. Yönetmeni Davies’in ve oyuncusu Gillian Anderson’ın muhteşem performansları izlemeyenler için lezzetli bir seyirlik. Samimi ve artistik kalitesi yüksek. Haysiyet kavramı ve kötü niyet üstüne bir hikayeyi tartışıyor. Etkilerini de anlatmak kolay değil. İlk izlediğimde derin bir nefes alma ihtiyacı duydum. Zaman geçtikçe; verdiğiniz tepkiler ve düşündüklerinizle sanatın hayatı biçimlendirdiğini anlıyorsunuz.
Filmlerim üzerinde etkisi olmuştur
DERVİŞ ZAİM / SHOAH / CLAUDE LANZMANN (1985)Shoah’ı, insana dair önemli düşünsel soruları tetiklediği için seçtim. İlk izlediğimde insanın insana yapabileceği kötülüğün boyutlarını bir kere daha hatırlamıştım. Yeniden izlediğimde konuyla ilgili okuduklarım da filmi yeniden değerlendirmemde etkili oldu. Mesela, tarihin bir inşa ediş süreci olduğunu ve Shoah’a da bu yönüyle daha fazla bakmam gerektiğini düşündüm. Ayrıca filmlerimdeki kimi temaların oluşmasına kuluçka dönemlerinde etki etmiş olabilir. Filmlerimle arasındaki somut bağlar saymaktan çok, bende uyandırdığı elektriğin ve tortunun filmlerim üzerinde etkisi olmuştur. Evet, Shoah uzun bir film. Yanlarına su, bisküvi, nane alsınlar. Bir ya da birkaç yerde dışarı çıkmak zorunda kalacaklar.
Yargıları alt üst ediyor
REİS ÇELİK / ÖLDÜRME ÜZERİNE KÜÇÜK BİR FİLM / KRZYSZTOF KIESLOWSKI (1988)
1989’da Emek Sineması’nda festival filmi izliyordum. Film bitti, herkes ayaklandı ama oturduğum yerden beyazperdeye bakakalmıştım. Aklım sıra izlediğim filme ek sahneler çekiyordum... Tercihim ‘Öldürme Üzerine Küçük Bir Film’. İlk izlediğimde yönetmenin, seyirciyi egemenliği altına alarak, yargılarını nasıl altüst ettiği görmüştüm. En güçlü anlatım aracının sinema olduğuna dair tartışılmaz bir örnekle karşılaşmıştım. Şimdi anlatımı güçlendirecek rengi, objektifi, kurguyu ve oyuncu kullanımını da fikre hizmet eder duruma nasıl getirdiğini anlıyorum. Kieslowski, gerçekten arkasında duruyorsanız en savunulmayacak bir fikre bile herkesi inandırabilirsiniz savını çok güçlendirdi.
Huzursuz havasına hayran kaldım
TAYFUN PİRSELİMOĞLU / ÇÖL İŞARETÇİLERİ / NACER KHEMIR (1986)Bir kuşak yönetmen, ben de dahilim, festivalin paltosundan çıkmıştır. Çöl İşaretçileri’ni festivalin Sinema Günleri olarak anıldığı zamanda görmüştüm. Tuhaf bir etki yaratmıştı. Çölde uğultular içerisinde oradan oraya savrulup duran güruhun resmi beni etkilemiş olmalı. Bu resmin, sonrasında yazdığım Çöl Masalları adlı romana da kapı açtığını belirtmem gerek. Filmin masalsı havasından azade gerçeküstü bir ifadesi vardır. Çölün ortasında takılıp kalmış kayık, uzaklarda belirip kaybolan çölün çağırdığı uğultulu kalabalıklar... Filmin cüretkar buluşlarına ve o unutulmuş köyün huzursuz havasına hayran kaldım.
Yaşamın yıkıcılığını anlatıyor
ZEKİ DEMİRKUBUZ / ÇIĞLIK / MICHELANGELO ANTONIONI (1957)Çığlık, sinema tarihinin en iyi birkaç filminden biridir. Yaşamın ve insan ilişkilerinin ne kadar yıkıcı ve acı olabileceğini belki ilk kez bu kadar derinden hissettirmişti. Şimdi yeniden izlediğimde, aynı şeyleri daha da derinden ve acı duyarak hissediyorum. Teknik açıdan olmasa da, bir filmin manevi açıdan ne kadar güçlü yapılabileceğinin sorumluluğunu öğretmişti. Festival, Çığlık gibi filmleri izlememi sağlayarak, belki de nasıl bir sinemanın peşinde olmam gerektiğini belirlemiştir.
Şimdi benim ekibimdeler
REHA ERDEM / BATAKLIK / LUCRECIA MARTEL (2001)Kuşağıma ait ve sinemanın yeni olanaklarını yoklayan yönetmenlerden birini seçmek istedim. Martel de bu nadir yönetmenlerden. İlk filmi La Cienaga / Bataklık, gerek ses ve görüntü çalışmalarının yetkinliği, gerekse montajının özgün kıvraklığıyla göze çarpan filmin en etkileyici tarafı, insanı sözle anlatamayacağı duygu ve düşüncelere iten, kendisine çeviren özgür hali. İzlendikçe artan, farklı farklı hazlar duyuran bir film. Çok sonradan, bu filmin teknik ekibinin bir kısmının ekibimin demirbaşlarından olduklarını öğrendiğimde bazı buluşmaların hiç de rastlantısal olmadığını düşünmüştüm. Festival, filmlere ulaşmanın şimdiki gibi kolay olmadığı dönemlerde bizi, sadece isimleriyle hayallerini kurduğumuz filmlerle buluşturdu.
Sahici öyküler anlatmamda etkili
HANDAN İPEKÇİ / DANTELCİ KIZ / CLAUDE GORETTA (1977)Sinematek günlerini kaçırmış bir sinemacı olarak; özellikle de İstanbul’da başka festivalin olmadığı, DVD’lerin henüz keşfedilmediği günlerde festivalin hayatımda eğitici bir fonksiyonu oldu. Kendimi günde dört film izlemeye zorladığım günlerde, dördüncü film başlar başlamaz salondan kaçtığımı hatırlıyorum. Dantelci Kız’ı ilk izlediğimde çok etkilenmiştim. Dantelci Kız’a çok üzülmüş, duyarsız sevgilisineyse çok kızmıştım. Yeniden izlediğimde yine aynı duyguları yaşadım. Isabelle Huppert yerine başka biri oynasaydı dramına bu kadar üzülür müydüm, diye düşündüm. Sahici öyküler anlatmamda etkili olan filmlerden biri.
İktidar-sanatçı ilişkisi irdeleniyor
HÜSEYİN KARABEY / MEFİSTO / ISTVAN SZABO (1981)Festival bizim için bir okuldu. Hâlâ da öyle. Öğrenciliğimizde biletler çok pahalıydı ve sahte biletten giriş kartına kadar her şeyi denerdik filmlere girmek için. Mefisto’yu sinema okurken seyretmiş ve çok etkilenmiştim. Sebebi, hem bir sanatçı adayı olmam, hem de ülkemdeki iç savaş ortamıydı. Faşizm yavaş yavaş gelirken solcu bir sanatçının, siyasi görüşlerinden nasıl ödün verdiğini dramatik bir şekilde anlatıyordu. Evrensel bir duruşu da var. İktidarda kim olursa olsun sanatçının durması gereken yeri sergiliyor. Yetenek tek başına saygı duyulacak bir özellik değil. Önemli olan onunla ne anlattığın.
Ben de yapabilirim hissi uyandırıyor
MAHMUT FAZIL COŞKUN / CENNETTEN DE GARİP / JIM JARMUSCH (1984)1990-96 arasında üniversitedeyken festivalin sıkı takipçisiydim. Çoğu filmin bileti erkenden biterdi. Kantinde tostumu yerken arka masada bir erkekle kıza kulak misafiri olmuştum. Erkek filme iki bilet almış, kızı ikna etmeye çalışıyordu. Kız ikna olmadan masadan kalktı, birkaç dakika sonra çocuk da sinirli bir şekilde kantini terk etti. Masaya baktığımda iki bilet orada beni bekliyordu... Cennetten de Garip’i tercih ettim çünkü Jim Jarmusch en çok etkilendiğim yönetmenlerden biri. Çok sade ve neredeyse belgesel duygusu bırakan bir filmdi. ‘Bunu ben de yapabilirim’ duygusu yaratıyor. Ancak basit bir hikaye, sıradan karakterler, ekonomik mekan ve kamera kullanımının bu kadar güçlü sonuçları olabileceğini ilk kez bu filmle anladım.
Çıkınca hiç tanımadığım birine anlattım
KAZIM ÖZ / NARAYAMA TÜRKÜSÜ / SHOHEI IMAMURA (1983)Festival ilk kez doğru düzgün film izlememi sağlamıştı. İlk yıl pek çok bilet almıştım ve izlemek için can atıyordum. Ancak gözaltına alınınca hepsi polislere kaldı. Umarım gitmişlerdir... Seçtiğim film beni festivalde beni çok etkileyen eserlerden biriydi. Filmden sonra bindiğim minibüste hiç tanımadığım birine heyecanla anlattığımı, onun da şaşırarak dilediğini hatırlıyorum. Aslında insan dediğimiz varlığın da, diğer canlılar gibi bir tür olduğunu anlatmaya çalışması ilginçti. Sanki ‘toplumsal hayvan’ demek istiyordu. Anne-oğul ilişkisi bir gelenekle trajedi haline geliyordu. Bu zor temaları başarılı bir şekilde anlatmak, biz sinema yapanlar için öğretici.
BAŞKA HANGİ FİLMLER VAR Kutluğ Ataman / Petra Von Kant’ın Acı Gözyaşları / Rainer Werner Fassbinder (1972)
Uğur Yücel / 8 ½ / Federico Fellini (1963)
Semih Kaplanoğlu / Andrey Rublev / Andrey Tarkovski (1966)
Seyfi Teoman / Rüzgar Bizi Sürükleyecek / Abbas Kiarostami (1999)
Serdar Akar / Kanlı Düğün / Carlos Saura (1981)
Yeşim Ustaoğlu / Güz Sonatı / Ingmar Bergman (1978)
Taylan Biraderler / Kötü Kan / Leos Carax (1986)
Aslı Özge / Mavi / Derek Jarman (1993)
Pelin Esmer / Yaban Çilekleri / Ingmar Bergman (1957)