Güncelleme Tarihi:
Tarihi roman yazma fikri nereden aklınıza geldi?
- Tarihe, özellikle son 100 yılda olup bitenlere çok meraklıyım. Resmi tarih kitaplarımız, dönemin kişilerinin kabul buyurduğu biçimde yazılmış. Oysa bunun bir de perde arkası var. İttihat Terakki dönemini biliyoruz ama hiçbir resmi kimliği ve ceplerinde parası olmadan Trablusgarp’ta iki bin kişiyle 100 bin kişilik İtalyanlara karşı direnenler kim? Bu, müthiş bir destan ama üzerinde çok durulmuyor.
Hangi kaynaklardan faydalandınız?
- Enver Paşa’nın Naciye Sultan’a yazdığı mektuplar ve Kuşçubaşı Eşref’in anıları var. Yakın tarihimizle ilgili çok az kitap ve kaynak bulunuyor. Ama ben zaten tarihçi değilim. Kitaptaki karakter ve olayların çoğu hayal ürünü.
Tarih nerede bitiyor, kurgu nerede başlıyor?
- 1910’da büyük imparatorluk kavgaları var. Yalnızca İtalyanların sömürgesi yok. Bunun üzerine, çökmekte olan Osmanlı’daki Trablusgarp’a geliyorlar. Bir avuç Osmanlı da oraya tırnaklarını geçirip son kalan baba toprağını korumak için ölümcül savaş veriyor. Bunlar gerçek olaylar ama karakterler kurmaca.
Ama karakterler arasında Mustafa Kemal gibi gerçek kişiler de var. Onların konuşmalarını yazarken zorlandınız mı?
- Mustafa Kemal, hikâyemdeki konuşmalarında Sun Tzu’yu gündeme getiriyor. Harp sanatına düşkün olduğundan Sun Tzu’yu okumamış olduğunu düşünemiyorum. Öyle bir ortamda Mustafa Kemal kimliği ve kişiliğiyle neler söyleyebileceğini düşündüm.
Kitapta İttihat ve Terakki Cemiyeti’ndekilerin özeleştirileri de var. Sizce en büyük hataları neydi?
- Kadrosuzluk. Batı’da adamlar önce kadroyu kurup sonra başa gelir. İttihatçılarsa “Palaspandıras geldik başa, şimdi ne yapacağız?” diyor. Zaten Meclis-i Mebusan, Osmanlı’ya son derece ters bir düzen. Şark’tan, Garp’tan, Arabistan çöllerinden alışık olmadığımız adamlar geliyor. Abdülhamid, “Osmanlı’yı yıkmak için toplanmışlar!” dediği için Meclis’i kapatıyor. Tüm bunları üst üste koyunca ortaya farklı bir tablo çıkıyor. Şu haindir, bu kahramandır diye bir şey yok.
Batıcılık akımını da çok eleştiriyorsunuz...
- Eleştirmekten çok o dönemin kafa yapısını ortaya koymaya çalıştım. Yönetimdekiler Batılılığı çözemiyor. Fransız hayranlığı var ama gariban milletin yüzde 99’unun bununla ilgisi yok. Özgürlük diyorlar ama kimse özgürlüğün ne olduğunu bilmiyor. Batı’dan alınacak şeylerin başında kılık kıyafet değil sanayileşme ve ticaret gelmeliydi. Aydınlanma ve özgürlük de ikincil önemde. Önce ekonomik kalkınma olmalıydı.
EN BECERİKSİZLERİ TALAT PAŞA’YDI
Kitapta üç anti-karakter var: Sömürgeci İtalyanlar, İngilizler ve Trablusgarp’ta yaşayıp Osmanlı’ya ihanet eden bir Musevi tüccar...
- Yahudiler, geçmişleri nedeniyle çok güçlü özsavunma mekanizmalarına sahiptir. Kitaptaki Yahudi karakter de “Nasıl olsa İtalyanlar gelecek, işimi devam ettirebilmeliyim” diyor. Olayları gayet iyi sezinliyorlar. Bu, tarihte hep böyle oldu.
Enver Paşa’yla Mustafa Kemal’in arası nasıldı?
- Hiçbir zaman birbirlerinden hoşlanmıyorlar. Yapıları çok değişik. Askerlikte Mustafa Kemal daha iyi bir kurmay ama tüm stratejisi bir ulus devlet kurmak üzerine. Enver Paşa’ysa dev bir imparatorluk kurmak istiyor. Başaramıyor çünkü elindeki imkânlar onu karşılamıyor. Mustafa Kemal daha gerçekçi.
İttihatçılar arasında Enver Paşa’ya haksızlık edildiğini mi düşünüyorsunuz?
- Enver Paşa gözüpeklik ve plansızlık arasında bocalıyor. Dünya kadar hatası var. Sadrazam olup işlerin başına oturduktan sonra Enver Paşa’nın artık askeri açıdan yapabileceği bir şey kalmıyor. Ama bence aralarında en beceriksizi Talat Paşa. Almanlarla çok iç içe.
“Türkiye’de devlet adamları anı tutmuyor. O nedenle tarafsız tarihçi yok. Çok okumak ve sentez yapmak gerek. Herkesin doğru tarihi kendine oluyor”