Güncelleme Tarihi:
200 bin euroluk maaşıyla Fransız
gazetelerinin kültür sayfalarında konuşulan ve klasik Avrupa tiyatrosunun önemli temsilcilerinden biri olan L’Odeon’un yeni patronu Luc Bondy, sezonu yönetmenliğini üstlendiği ‘Le Retour’la açıyor.
Nobel ödüllü Harold Pinter’ın (1930-2008) 1965 yılında yazdığı ve ülkemizde ‘Eve Dönüş’ adıyla tanınan ‘Homecoming’i yeniden Fransızcaya çevirmekle görevlendiren yazar, geçen günlerde ‘Oh...’ romanıyla Interallie ödülünü kazanan romancı Philippe Djian.
Yazarı, çevirmeni ve yönetmeniyle dikkat çeken ‘Le Retour’un Paris’te herkesin dilinde olmasının asıl sebebiyse oyuncuları. Son yıllarda Karin Viard, Melanie Laurent ve Barbara Schulz gibi oyuncularla sahne alan ve adları Fransız tiyatrosunun parlayan yıldızları arasında geçen Micha Lescot ve Jerome Kircher bu oyunculardan sadece ikisi.
Fransız sinemasının yükselen değerlerinden Louis Garrel ve Rohmer, Techine, Chereau gibi büyük yönetmenlerle çalışmış olan ünlü oyuncu Pascal Greggory, sahneyi Roman Polanski’nin eşi olarak tanınan ve bugünlerde yaptığı yeni filmleriyle konuşulan Emmanuelle Seigner’le paylaşıyorlar.
‘Le Retour’da aile babası Max rolündeyse Almanca yerine ilk kez Fransızca dilinde oynayan ve hem İsviçre’nin hem de Almanca dilinin en saygın aktörü olarak kabul edilen Bruno Ganz var.Â
Londra’da yaşayan bir ailenin trajikomik öyküsünün anlatıldığı ‘Le Retour’un sahne dekoru Johannes Schütz imzalı. Set, ilk sıralarda oturan seyircileri ailenin tam ortasına alabilecek şekilde tasarlanmış. Şoförlük yapan kardeşi Sam (Pascal Greggory) ve boksör olmak isteyen Joey’le (Louis Garrel) karanlık işler yapan Lenny (Micha Lescot) adlı oğullarıyla yaşayan eski kasap Max (Bruno Ganz), altı yıllık bir aradan sonra üçüncü oğlunun eve gelmesiyle hareketlenen bir ailenin reisi.
Amerika’da bir üniversitede felsefe profesörlüğü yapan Teddy (Jerome Kircher) baba evine dönerken yanında ailesiyle henüz tanıştırmadığı eşi Ruth’u (Emmanuelle Seigner) da getiriyor. Ruth, eşinin ailesiyle tanışmak için geldiği evde bir anda arzu nesnesine dönüşüyor. Nasıl bir aile bu derseniz, bu aile insanlıktan nasibini almamış ve fertlerinin birbirlerini yaralamak, birbirlerini aşağılamak için yaşadıkları türden bir aile...
Teddy’nin Amerika’ya dönme zamanı geldiğinde aile Ruth’a kendileriyle kalmasını ve kendilerine her şekilde hizmet etmesini, ayrıca yemek ve lojman masraflarını karşılamak için de dünyanın en eski mesleğine başvurmasını öneriyor. Ruth bu öneriyi kabul ediyor. Ama neden, nasıl ve hangi amaçla kabul ettiği açıklanmıyor...
Harold Pinter zamanında ne kadar Ruth’un yazdığı en özgür karakter olduğunu iddia etmiş olsa ve aileden (kocasından başka) kimse Ruth’la sevişemese de, ‘Eve Dönüş’ kadın haklarına inanan tiyatroseverlerin keyifle seyredebilecekleri bir oyun değil.
Oyuncularının teker teker başarılı oldukları ve özellikle Ganz, Greggory ve Kircher’in iz bıraktıkları eserde oyuncular, aynı başarıyı kolektif bir anlamda gösteremiyorlar. Yönetmen Luc Bondy’nin olabildiğince realist bir stilde sahneye koyduğu ‘Le Retour’da, Pinter oyunlarında alışık olduğumuz gerilim, rahatsızlık, sıkıntı ve huzursuzluktan eser yok. Sonunda birbirinden ünlü oyuncuları bekleyen alkış ise coşkulu bir alkış değil...
Stefan Zweig’ın son günleri
1942 yılının ilk günlerinde Brezilya’nın Petropolis şehrindeyiz. Yeni eşi Lotte’la ülkesini terk ettikten sonra Amerika kıtasına gelen Stefan Zweig, zamanının en çok okunan, en çok sevilen yazarlarından biri. Sevdiklerini, anılarını ve hayatını geride bırakıp yeni bir başlangıç yapmış olsa da Avrupa tarihinin en acı günleri yaşanmaya başlarken ünlü yazar gelmekte olan tehlikenin farkında.
Genç, güzel eşi ne kadar yanında olsa ve kendisini ne kadar çok sevse de, günlerini kaybettiklerini düşünerek geçiren ve geceleri ölen arkadaşlarıyla konuşan Stefan Zweig için artık hayatın tadı yok.
1942’nin şubat ayında hayatlarına son veren Lotte ve Setefan Zweig’ı Paris’te Montparnasse Tiyatrosu’nda sahnelenen ‘Les Derniers Jours de Stefan Zweig’ oyununda Elsa Zylberstein ve Patrick Timsit canlandırıyor.
Laurent Seksik’in ülkemizde de yayınlanan ‘Stefan Zweig’ın Son Günleri’ romanından sahneye düzenlenen oyunda Elsa Zylberstein geçen yıl ‘Le Temps Qui Passe’ oyununda olduğu gibi yine hatırı sayılır bir performans veriyor. Fransız sinemasının ünlü komedyenlerinden Patrick Timsit ise oyun boyunca değişmeyen ciddi yüz ifadesiyle hayal kırıklığı yaratıyor. Oyunun sonundaysa belki Lola ve Stefan Zweig’ın trajik sonu, belki de Patrick Timsit’in dramatik bir rolü hiç gülümsemeden oynama başarısı Montparnasse Tiyatrosu seyircilerinden büyük alkış alıyor...
TaÅŸ plaklardaki gibi...
Asıl ismini bilmediğimiz Al Spx, Cold Specks adıyla müzik yapıyor. Toronto’da büyüyen Doğu Afrika asıllı Kanadalı genç yorumcu/şarkı yazarının bu yıl çıkan ilk albümündeki şarkılar Alan Lomax, Son House ve Sam Cooke’un etkilerini taşıyan blues, folk, gospel türünde şarkılar. Müziğini ‘doom soul’ sözcükleriyle tanımlayan Cold Specks albümünü PJ Harvey, Marianne Faithfull ve Anana Calvi’ye eşlik eden Rob Ellis’le birlikte hazırlamış. Oldukça karanlık bir yerden müzik yapan ve ışığı arayan Cold Specks’in ilk albümündeki duygusal, yanık, derin sesi müzikseverleri taş plakların dinlendiği zamanlara götürüyor. ‘Lay Me Down’, ‘Blank Maps’ ve ‘Holland’ şarkılarının yer aldığı Cold Specks’in ilk albümü ‘I Predict A Graceful Expulsion’ adını taşıyor.