Güncelleme Tarihi:
Oslo’da taze kahvesiyle, sakin masalarıyla meşhur bir kafe. Ve kafenin en köşesinde, masanın ucuna ilişmiş, küçüldükçe küçülmüş bir adam. Yüzündeki izlerin hangisi yaşlılıktan hangisi kavgadan belli değil. Aynı adamın şehrin metrolarını, AVM vitrinlerini, dev billboardlarını süsleyen adam olduğuna inanmak zor. Kafedeki diğer herkes sanki kusursuz birer figüran. Herkes kim olduğunu, neler döndüğünü çok iyi biliyor. Ama kafasını gazetesinden, kitabından kaldıran yok, çıt çıkmıyor. Muhteşem dedektif, anti-kahraman, alkolik Harry Hole’un son macerasını anlatan ‘The Son’ yeni çıkmış; Oslo’da sağ sol, yer gök Jo Nesbo.
İktisat ve işletmece okumuş, uzun süre top koşturmuş, derken önce müziğe sarmış, memleketin en büyük ‘rockstar’ına dönüşmüş; sonra da dünyanın en çok satan suç ve polisiye yazarlarından birine...
Türkiye gibi romanlarınızın yeni yeni çevrilmeye başlandığı ülkelerde ‘yeni Stieg Larsson’ olarak tanıtılıyorsunuz.
Benzer lafları, İngiltere’de ilk kitabım basılırken de kullanmışlardı. Bu, bir pazarlama tekniği. Benim seçtiğim bir slogan değil. Çok da dert etmiyorum. Daha kötüsü de olabilirdi: ‘Yeni Dan Brown’!
O kadar mı kötü sizce?
Son yıllarda popüler kültür alanında (edebiyat değil) başımıza gelmiş en fena şey...
Peki, Stieg Larsson?
Stieg ile tarzımız farklı tabii. O daha geleneksel İskandinav suç yazarı. Benim hikayelerim Amerikan tarzına daha yakın.
Tanışmış mıydınız? Milenyum Üçlemesini sever misiniz?
Hayır, hiç tanışmadık. Serinin ilk kitabını okudum. İkincisini yarıda bıraktım.
Sarmadı mı?
Kendisine saygım büyük. Yorum yapmasam daha iyi.
Futbolcuyken rockstar olmuş, daha sonra çok satan roman yazarına dönüşmüş bir Türk yazar hayal edemiyorum. Dünyada da böyle renkli bir geçmişe sahip tek çok satan yazar sizsiniz sanırım...
Neden? Yaşar Kemal top oynamaz mıydı?
Oynamış olsa da sizin kadar profesyonel seviyede, olmadığı kesin.
Onunla böyle bir ortak noktamız olsaydı sevinirdim. 70’lerde keşfetmiştim romanlarını. İlk okuduğum Türk yazardır. ‘Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’yı heyecanla okumuştum mesela. ‘İnce Memed’ tüm zamanların favorileri listemde. Hatta Türk bir arkadaşım var. Adı, Mehmet. Ben ‘İnce Memed’ derim ona.
Orhan Pamuk?
Dürüst olmak gerekirse Nobel zamanı birkaç romanını aldım ama hala evde okunacaklar arasında duruyor. Kendisi affetsin ama çok ağır bir okurumdur. Bir kitabı bitirmem ayları alır.
Edebiyat insanları tarafından ciddiye alınma gibi bir derdiniz var mı? “Sen anlarsın romanda. Git top koştur ya da şarkı söyle” diyenler oluyor mu?
Harfiyen! Futbolculuktan değil de rockstarlıktan çakan oluyor. İlk kitabım çıkmadan evvel müzisyen olarak tanınıyordum. Norveç’in en popüler rock topluluğuyduk. Meşhur birinin ne hakkında olurda olsun yazdığı bir kitabın oldukça ilgi göreceği aşikar. Öyle de oldu. Fakat çok satmamasına rağmen iyi eleştiriler aldı. Asıl buna sevindim. Bir kaç ödül de geldi, rahatladım.
Böyle bir tepki bekliyor muydunuz?
Kendimi baştan beri yazar olarak hissediyordum zaten. Müzisyen arkadaşlarımıza sözler yazıp veriyordum. Gitar çalmayı çok geç öğrendim. Kelimelere olan hakimiyetime her zaman güvendim.
Neden son yıllarda tüm iyi polisiye ve suç romanları İskandinavlardan çıkıyor? Havasından suyundan mı?
Dünyanın belki de en huzurlu, sakin toprakları üzerinde yaşıyoruz. Herşey o kadar berrak, sessiz ve tatlı işliyor ki arada bünye gerçek adrenalin istiyor. İnsanlar tüm o kanlı cinayetleri, korkunç hikayeleri salyalar akıtarak okuması belki de bu yüzden. 70’lerde başlayan bir akım bu. Yeni bir fenomen diyebiliriz. Bir hikaye anlatırken cinayetler amaca değil araca dönüşüyor. Bu, jısa sürede bir ülke geleneğine dönüşüyor. Yaşar Kemal İskandinav olsaydı eminim o da suç romanları yazardı, dünyanın en başarılı suç yazarlarından oldu.
Benzer lafları, birkaç yıl evvel The Guardian ile yaptığınız söyleşide Salman Rushdie için de söylediğinizi hatırlıyorum...
Evet, doğru ama... Salman Rushdie de Yaşar Kemal de gerçek bir toplum analisti. İskandinav edebiyatında her
bu gelenek gibi bir şey. Tarihçisinden toplum bilimcisine hemen hemen herkesin kariyeri bir noktada suç sokaklarından geçmiş.
Dünyanın en mutlu bölgesinden en ‘ruh hastası’ suç romanların çıkması nasıl açıklanabilir?
Chicago ve Detroit ABD’de suç oranı en yüksek iki eyalet olmasına rağmen İskandinav tarzı suç romanları okumaya bayılıyorlar. Kendi memleketlerinde geçen hiçbir korkunç hikaye umurlarında değil. Çünkü zaten o hikayeleri sokakta birebir görüyor, yaşıyorlar zaten. Dünyanın en zengin, en mutlu şehirlerinden birinde çok tuhaf, çok korkunç bir şekilde işlenen cinayet tüm dünyaya çok daha seksi, merak uyandırıcı geliyor. Sadece onlara değil, tüm dünyada.
Sizin suç hikayeleriniz romanlarda değil her gün gazetelerin manşetlerinde tabii.
Tasarımdan edebiyata televizyondan mutfağa popüler kültürde İskandinav bölgesinin müthiş bir yükselişi var....
70’ler, Güney Amerika’nın altın yılıydı mesela. Tüm iyi işler Meksika’dan, Arjantin’den çıkardı. Her bölgenin, ülkenin sırasıyla zamanı geliyor. İskandinav kültürü değil popüler kültürle ilgili bir mesele bu. Tüm eğim, merak, heyecan bu bölgeye kaymış durumda.
Scorsese’den gelen telefon
‘Ejderha Dövmeli Kız’ serisini izlediniz mi?
Hayır. İzlemeye değer mi? Seyretmeli miyim?
Genel kanı orjinalinin Hollywod versiyonundan daha iyi olduğu yönde. Harry Hole’dan bir Hollywood kahramanı çıkar mı?
Hollywood böyle bir niyeti var. Harry Hole serisinden ‘Snowman’ın yakında filme çekilebilir. Ama ne zaman, ne yapacakları belli olmuyor. Kestirmek güç.
Aynı adlı romanınızdan uyarlama ‘Headhunters’ tüm zamanların en çok izlenen Norveç filmi. Fakat, şimdi
bek hevesli gözükmüyorsunuz...
Ben yazarım. Bir hikayeyi yazmak ve okumak, filme çekmek ve izlemekten daha heyecanlı geliyor. En iyi uyarlama senaryo bile o romanın yanına yaklaşacak.
Sinema en edebi romanların bile canına okumuştur, en narin taraflarını çiğneyip atmıştır. Ama Martin Scorsese arayıp romanını uyarlamak istediğini söyleyince bir şey diyemiyorsunuz tabii.
Sevgiden mi yoksa saygıdan mı?
Sevgi ağır basıyor sanırım. Benim kalbimde hala ‘Taksi Şöförü’nü çeken Scorsese’dir.
Film ne aşamada?
Scorsese baş yapımcı olacak. Şu an yönetmen arayışında. Çok da ilgilenmiyorum açıkçası. Ben o kitabın kapağını kapatalı çok oldu. Söyleyecek sözüm kalmadı
Bir Norveçli, Bir Türk’ü ancak karlar altındayken yenebilir
Arada futbol oynuyor musunuz hala?
Maalesef, hayır. Dizlerim berbat durumda. En son bir penaltı turnuvasına katıldım. Şut çekerken bacağım kopacak sandım. O derece kötü.
İzlemeye vakit var mı?
Her zaman. Özellikle Dünya Kupası’nı, Şampiyonlar Ligi maçlarını kaçırmam.
Türk takımlarınınn epey Tromso mesaisi yapmışlığı var. Gitmiş miydiniz o maçlara?
Galatasray’ın maçını hatırlıyorum. Ne kar yağmıştı ama! 1-0 almıştık o maçı. Bir Norveçli, bir Türk’ü ancak kar fırtınası varken yenebilir tabii! Asıl Dünya Kupası maçlarınız aklımdan gitmez. Hani şu üçüncü ya da dördüncü olduğunuz sene...
2002’de aldığımız üçüncülüğü diyorsunuz...
Evet, evet. Özellikle de Güney Kore’yi eleyip dünya üçüncüsü olduğunuz maç... Ne goller atmıştınız ama! Hemen, Google’layıp izlememiz lazım tekrar.
O katliam bizim 11 Eylül’ümüz değildi
Bence şanslıyız ki pek bir şey değiştirmedi. Gazeteler, ‘Norveç’in 11 Eylül’ü’ gibi manşetler attılar fakat aynı şey değildi. 11 Eylül, politik bir tavrın sonucuydu. Amerikalılar birbirlerine dönüp “Neden dünyada bu kadar insan bizden nefret ediyor?” diye sormaya başladı.
Norveç’te yaşanan daha kişisel bir tepkinin, nefretin sonucuydu. Onlar toplu bir kişisel gelişim seansına girip ruhlarını yeniden aramaya koydular. Bizse sadece bu katliamı yapan aşağılık herifin ruhunu anlamaya çalıştık.
Tek ortak paydası ulusal bir travması olması.
Amerika’nın bizden medet umması çok normal
Evet, son yıllarda ABD, İskandinavya diye bir bölgeyi yeniden sanki yeniden keşfetmiş gibi. Uyarlanan dizilere, beyazperdeye aktardıkları romanlara bakın, görürsünüz. Sebebi basit: Hikayeleri kalmadı. Bitti. Tükendi. Son Amerikan kültürünü anlatıp dünyada tutmuş tek bir dizi var: Mad Men. Neyi anlatıyor? 60’lı yıllarda yaşamış bir grup reklamcının hayatını. Aslında ne kadar sıradan bir fikir değil mi? Ama kusursuz bir prodiksiyon harikasından başka bir şey değil. Janjanlı paket konusunda çok iyiler. Uzun zamandır ne kitaptan ne de bşaka bir şeyden uyarlama iyi bir ABD filmi seyretmedik. Son 10-15 yıldır ABD’nin çıkardığı en orijinal, en iyi tek bir film var: Toy Story 3!