Güncelleme Tarihi:
Ne ilginç raslantı ki, Sezen Aksu'yla tanışmamın tastamam 25'inci yılı bugün. O tarihte ben HEY Dergisi'nin Yazı İşleri Müdürüydüm. Akşamüstü küçücük odamın kapısında, mavi blucinli ve kocaman kırmızı dudaklı, küçücük bir genç kız belirdi. Adının Sezen Aksu olduğunu söyleyip gülerek karşıma geçip oturdu. Kendisini anlattıktan sonra yeni yaptığı ilk plağını masaya bıraktı. O gün bu gündür, Sezen deyince aklıma ilk gelen, mavi blucin ve iri kırmızı dudak olur hep. Yıllar sonra Hürriyet için yine beraberiz...
Sezen'le röportaj filan yapılmaz, kitap yazılır. Gerçekten artık o bir bilge kadın oldu. Anlatacak o kadar çok sözü, öyküsü var ki, ciltler almaz. Sıradışı olduğundan belli bir şablona oturtamazsınız onu. Onunla beraberken çok gülersiniz, ama bir o kadar da yorulursunuz düşünmekten. İşte bu Sezen'le iki koca gün yaşadım geçen hafta sonu. Ferhatbey Çiftliği'nde at binmesinden, Etiler'deki villasında peynirli-şaraplı şömine sohbetine kadar. Buyrun, siz de katılın aramıza. Önce,şu tavernada çekilen yerde yatan ve rakı püskürten fotoğraflarından başlayalım.
ÜSTÜME GELMEYİN
- O gece en yakın arkadaşlarım Nilgün ve Süheyla'nın doğum günlerini kutladık, o tevarnayı kapattık. Öyle fotoğraflarımın yayınlanmasını istemezdim açıkçası, gayrı tabii bir şey olmamasına rağmen. Benim boşluğuma denk geldi, istersen saçmaladım diyelim. Ama gerçekte bir tavernada herkes nasıl eğleniyorsa ben de öyle eğlendim. Zaten istesem de çok içki içemem ki, hipoglisemi var bende. Yener'im, kendi özgürlüğünü dibine kadar kullanırım, hayatımı kimseye vermem. Dünyevi olan her şeyi paylaşırım. Benim için fazilet budur. Bende sıfır bir mülkiyet duygusu var. Tanrının bana nasip ettiği maddi manevi her şeyi paylaşırım ama, dayatma gelirse, ‘‘Sen artık birtakım yerlere mal oldun, mecbursun şöyle hareket etmeye’’ denirse yokum. Bu beden ve ve ruh bana emanet edilmiş, tasarrufu bende. Üstelik herkes tarafından kabul edilen kuralları fazla takmayan birisiyim. Annemle babamdan korkmasam çok daha fazla dil çıkarırdım.
44 YAŞINDAYIM
Minik Serçe 2000 yılında 45 yaşında olacak.
- Şu anda 44 yaşındayım. Kendime iyi ve dikkatli bakıyorum, çünkü üretmek istiyorum. Galiba üretkenliğimin en tırmandığı dönemdeyim. Ben tatil sevmem, deniz sevmem, güneş sevmem, mavi yolculukta iki günde kaptanı boğmak istiyorum. Tatillerde sudan, ağaçtan nefret ediyorum. Ben üretirken mutlu oluyorum. Yaşlanmak değil, yaş almak da hoşuma gidiyor. Şu anda babaanne olmayı çok istiyorum. Mini eteklerimi giyip, taş gibi elimde torunlarımı alıp dolaşmak fikri cazip geliyor bana.
Kapalı bir hayatı varmış gibi geliyor Sezen'in.
- Benim beslenme kaynağım sokak, hayatın kendisi, insan ilişkileri. Ben hep sokaklardayım. Ben orta sınıf bir memur ailesinin çocuğuyum, alışkanlıklarımı kaybetmedim. Gerçek hayatla bağlantılarınız koptuğu andan itibaren ‘‘Üfürükten tayyare, selam söyle o yare’’ dünyasına kendini kaptırırsın ve kendini gerçekten yüce ve şahane birisi sanabilirsin. İzole bir hayat yaşıyorum, çünkü her saniye gazetelerde kendimi görmekten gerçekten rahatsız oluyorum. Ben kameranın önünden çok, arkasını seviyorum. Orada içim yıkanıyor, çok mutlu oluyorum. Onun dışında hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar sade bir hayat sürüyorum. Pazar günü Ortaköy'ün göbeğine gidiyorum, insanlarla beraber şarkı söylüyorum. Alkolik arkadaşlarım var, votkanın dibine vuruyoruz, bir kişi de gelip rahatsız etmiyor. Sarıyer'deki Şaraphane Sokağı'nda mangal yapıp dostlarla sohbet yapıyoruz. Ferahtbey Çiftliği'ndeki atım Rasputin'e binmeye gidiyorum, yüzmeye gidiyorum. Balıkçılardan birçok arkadaşım var. Herkesin otuz beş cümleyle anlattığını bir cümleyle özetleyen sokak bilgini arkadaşlarım var. Onlardan çok şey öğrendim, özellikle sadeleşmeyle ilgili. Benim konumuma gelen birinin kendi öneminden vazgeçmeye kalkışması kolay şey değil. Çünkü orada güç var, iktidar var.
İNSANLARA KIZMIYORUM
Ya aynaya baktığında gördükleri...
- Kendimin üzerinde çok fazla düşünmekten de hoşlanmıyorum. Özellikle son on yıldır ciddi bir değişime uğradım. Şimdi aynaya baktığım zaman öfkesini minimize etmiş birisini görüyorum. İnsanları yargılamaktan çoktan vazgeçmiş birisini görüyorum. Hiç uzlaşamayacağım birisi olsa bile onun tarafına geçip, onun tarafından bakmaya çalışıyorum.
Bu deli kız neden hep sıradan biri görünmeye gayret eder ki?
- Aşağıdan almaktan yorgun düştüm. Alışılmış star kalıplarının dışında olmaya, herkes gibi biri olduğunu, asla bir fazlalığın olmadığını sen istediğin kadar iddia et. Fazladan bir şey var gerçekten, ama bu bana verilmiş, benim yaptığım bir şey değil ki. O fazladan şeyi azaltmak için, insanlara ‘‘Vallahi ben de sizler gibiyim’’ demek için, aşağıdan ala ala canım çıktı. Bundan sonra kendimi ve kendi hayatımı istiyorum, hizmette kusur etmeden, daha geride durarak. Seninle yaptığım bu söyleşi son olabilir. Çok kalabalık görünüyorum ama, o kalabalığın içinde çok seçiciyim. Minumum ilişkim 15 yıldan başlıyor. Artık kimseye öfke duymuyorum, birinin beni kızdırması gerçekten mucize. Yanımdakiler çıldırıyor, nasıl bu kadar soğukkanlı ve sakinim diye. İnsan olmak, ilkel olmak için yeteri kadar bir gerekçe. Daha yüz milyon yıllık işi olan bir dünyada en mükemmel ben olacağım diye bir iddiada nasıl bulunayım? Allah bana ölmeden, olmayı nasip etsin.
YÜKSEK DOZDA TEDAVİ
Sezen eski Sezen değil, ipek gibi yumuşacık olmuş.
- Son beş seneyi kolay geçirmedim, çok şey yaşadım. Sekiz ay bu şömineye bakarak oturdum. Hálá sıkı bir ‘‘‘‘panik atak’’ tedavisi görüyorum. Nörolojik bir şey. Bir salgı azalıyor, sıkıntı veren bir şey. İlaç tedavisi çok yüksek bir dozdaydı, çok zorlu bir tedaviden sonra şimdi doz düştü. O sıralarda tahtalar uzaktan birbirlerine selam verdiler, sonra çaktık tahtaları eski yerlerine. O süreç içinde hayatın gerçekleriyle yüzleştim, sevdiklerim öldü. Doğanın dengesine karşı durup kurallar yaratan insan şimdi bunun altından kalkamıyor. Kenarlara, köşelere sıkışıyorsun, asla içindeki gerçek sesi bağıramıyorsun, asla içini açıp gösteremiyorsun, korku içindesin, başkalarına göre kusursuz olmak, önemli olmak, değerli olmak endişeleri taşıyorsun. Onun için ‘‘gibi olmak’’ meselesine prim veriyorsun. Tanrım sana şükürler olsun ki, roman, şiir, edebiyat, sinema, yazı, müzik nasip etmişsin bu dünyaya. Yoksa bu çıplak haliyle dayanılır gibi değil. Ben eğer şarkıdan, şiirden, estetik süzgeçten geçirmeden bakarsam bunca sene sonra, bir dakika durmam kendi irademle bu dünyada. Bu yüzden üretimim giderek artıyor.
Sezen Aksu'nun yazdığı son şiir
Sanat ve edebiyat olmasaydı bu dünyanın yaşanmaz olduğunu söyleyen Sezen Aksu, hayatının en üretken dönemini iyi değerlendirmek istiyor. İşte yazdığı son şiir:
Özgürlüğümü dibine kadar kullanırım, kimseye vermem. Dünyevi her şeyi ise paylaşırım
Şu anda babaanne olup, mini eteklerimle taş gibi bir kadın olarak elimde torunlarımla dolaşmak istiyorum
Ben tatil sevmem, güneş sevmem, deniz sevmem, mavi yolculukta kaptanı boğmak istiyorum