Güncelleme Tarihi:
Ayça Bingöl kendisine teklif edilen oldukça fazla sayıdaki dizi içinden ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’yi seçerken neler düşündü?
Rolümü çok sevdim. Bir oyuncu olarak size gelen teklifleri değerlendirirken, bir sürü parametreye bakıyorsunuz. Projeye karar verirken, oyuncu zaafları vardır. “Ben bu işin hikâyesini çok sevdim” dersin ama diğer parametreler bazen çok doğru değildir. Bu işte rolümü sevmemin dışında diğer parametreler de o kadar tatmin edecek noktalardaydı ki; yapımcım, kanalım, yönetmenim, senaristim, ekip, hikayenin kurgulanış biçimi, karakterin katmanlı oluşu, oyuncu olarak beni geliştireceğine olan inancı…. Bunların hepsi bu proje içerisinde olmam için çok önemli etkenlerdi.
Sizce aileleri merkeze alan dizilerin bu kadar beğenilmesinin sebebi nedir?
Çünkü Türk toplumu olarak aile odaklı yaşıyoruz. Belki çok sosyal insanlarız ama bizim için asıl olan o çatının altındaki çekirdek aile ya da anneannelerin ve babaannelerin olduğu, biraz daha büyük aile. Gelenek göreneklerimizden kaynaklanan böyle bir komün aile biçimimiz var. Doğal olarak bu kadar çok insanın birlikte yaşadığı ve iç içe olduğu durumlarda sürtüşmeler, problemler, ilişkilerde inişler çıkışlar yaşanabiliyor. Kendi çatısı altında yaşadığı şeyleri başka ailelerin yaşadığını da görmek seyircileri çok çekiyor. Dizimizle ilgili duyduğum en dikkat çekici cümle de bu aslında. İnternette ‘Hepimiz birer Osman, Cemile, Ali değil miyiz?’ yorumlarını çok okuyorum. Bizimle bu kadar özdeşleşme durumları var. Yaşanılanların boyutları ve şiddeti bu olmak zorunda değil elbette ama kendilerinden çok şeyler buluyorlar.
“TİYATRO BENİM VAROLUŞ BİÇİMİM”
Yer aldığı dizi ve film projeleri ile oynadığı tiyatro oyunları at başı giden bir oyuncu olarak Ayça Bingöl için sahne mi yoksa kamera önü mü daha keyifli?
Benim için oyunculuğun olduğu her şey keyifli. Tiyatro, okulunu okuduğum, varoluş biçimim. Ama ben kamera önünde de oyunculuğu seviyorum. Orada başka şeyler deniyorum, tiyatroda yapamadığım bazı şeyleri kamera önünde yapıyorum. Oyuncu olarak sinemanın, tiyatronun ya da dizinin beni geliştirdiğini düşünüyorum. Çünkü çıkış noktası benim içimdeki aynı yerden oluyor. Tiyatro, canlı performatif bir şeyken, diğeri tekrarlarla, yönetmenin kurgusuyla ve yönlendirmesiyle ortaya çıkan bir şey. Kamerada çok kral değilsiniz ama sahnede kralsınızdır. Ama hepsi oyunculuğuma hizmet ediyor ve bana bir şeyler katıyor. Bu sene tiyatro yok ama özleyeceğim.
“EN GÜZEL ROLÜ OYNAMADAN ÖLECEĞİM”
‘Bana Bir Picasso Gerek’ isimli oyunla ‘Afife Tiyatro Ödülleri’nde En Başarılı Kadın Oyuncu ödülünü aldınız. Film kariyeriniz için de bir Oscar almak ister miydiniz?
Ben kendimi çok film yapmış gibi hissetmiyorum. Henüz istediğim bir filmde oynamadım. İstediğim filmde oynayamadım cümlesinin sonu herhalde şöyle olacak; en güzel oynayacağım rolü de oynamadan öleceğim. ‘Bana bir Picasso Gerek’, tiyatro hayatımda bir dönüm noktasıdır. Türkiye’deki en prestijli ödülleri aldım. Umarım onun benzeri olan, o ruhtan gelen ve kendimi yeniden oyuncu olarak güçlü hissedeceğim bir sinema projesi gelir.
RÖPORTAJIN DEVAMI HAFTA SONU DERGİSİNDE...