Güncelleme Tarihi:
Gerçi 2003 yılında hâlâ Marquis de Sade’ın kitaplarını “Türk örf ve adetlerine ve aile yapısına mugayır” bularak yaktıran Torquemada’lar yetişiyor elhamdülillah bu mümbit topraklarda ama...
Bizim zamanımızda bu iş daha bir sıkı tutulurdu, eskiden millî ve manevî değerlerimize daha bir sahip çıkardık millet ve devletçe.
Mesela, Michelangelo Antonioni’nin şaheseri, bu Blowup (Cinayeti gördüm) filmi.
Dedim ya, benim için “bütün zamanların en güzel” filmidir bu.
Meşhur bir moda fotoğrafçısı tesadüfen bir cinayeti görüntüler. Ancak, kareyi büyütüp cesedi ve fonda saklanan (muhtemel katili) netleştirmeye çalışırken, konu bir egzistansiyel (varoluşa değgin) sorgulamaya dönüşür. Fotoğrafçı da, seyirci de, ağır ağır şahit olduğu cinayetin gerçekliğinden şüphe etmeye başlar. Blowup’ın final sahnesi de tarif edilemeyecek kadar çarpıcıdır.
(Bir not daha bu filmden, çocuk Serdar’ı çok etkileyen bir detay: Thomas – galiba sevgilisiyle kavga ettiği için – evden fırlar, Mini Cooper’ına atlar ve deli gibi uzaklaşır oradan... Ama, sola dönerken sinyal vermeyi ihmal etmez, disiplinli bir İngiliz olarak!)
*
Bu filmdeki sevişme sahnesi “bütün zamanların en güzel aşk sahnesi” seçilmiş işte.
Ama biz bu sahneyi ... seyredemedik tabii ki!
Seyredemedik çünkü:
(1) Sansür Kurulu diye bir adamlar vardı o zaman. (Belki de hâlâ yaşıyorlardır.) Biz Türk gençliğinin iffetine şemsiye tutarlardı. Değil böyle çırılçıplak sevişme sahneleri, öpüşmeye bile izin yoktu filmlerde. Diyeceksiniz ki, be “bilader” koy kuralı, de ki “Bu film şu yaştan küçüklere yasak”, bırak 18 yaşından büyükler seyretsinler adam gibi.
Sizi gibi gomonistler sizi... 18 yaşından büyüklerin göz bekâretini kim koruyacak o zaman? Ya Türk örf ve adetleri, ya aile yapısı?
Herkese yassah hemşerim! O kadar...
(2) Bu engizisyon papazlarından başka, filmleri ağız tadıyla seyretmemize engel, ikinci bir kaide daha vardı Türkiye’de:
Sinema seanları filme uymaz, filmler seansa uydurulurdu!
Yani, film saatleri önceden belirlenmişti. 11.45, 14.15 filan...
Mesela, her seans 1 saat 45 dakika mı sürerdi?
Artık film 2 saatlikse... 15 dakikası makaslanırdı.
Film 3 saatlikse, 1 saat 15 dakikası...
Tabii siz, bu kadar makaslanmış filmden bir halt anlamazdınız, anlayamazdınız.
Akbaba’nın Üç Günü’nü tam iki kere seyrettim, bir halt anlamadım. Sonradan kitabını bulup okudum da, ancak.
Blowup’taki, Veruschka ile David Hemmings’in o sahnesini de ancak yıllar sonra, yurtdışında seyredebildim, filmin “ekonomik veya ahlakî gerekçelerle makas yememiş” versiyonunu görebildiğim zaman.
Premier doğru bir seçim yapmış. Son derece estetik, zarif bir sevişme sahnesiydi o...
*
Geriye dönüp bakıyorum da, “birileri” biz yükselen yeni nesli böyle koruyup kollamasaydı eğer, şimdi ne kötü yollara düşmüş olurduk kim bilir!