Güncelleme Tarihi:
Bir karakter yaratma sürecini anlatır mısın?
- Lisedeki tiyatro hocamın söylediği sözler hâlâ aklımda. Anthony Abeson, “Her şey ayakkabılarda gizlidir” demişti. Ben bir karakter yaratmaya başlarken gerçekten de ayakkabılarla başlıyorum işe. “Bu karakter nasıl bir ayakkabı giyer? Onların içinde nasıl yürür?” diye düşünüyorum. Üzerime bir elbise giymem gerekiyorsa, önce ayağıma ayakkabıyı giyiyorum. Bu beni karaktere direkt olarak bağlıyor ve onu yaratmamı kolaylaştırıyor.
Şu ana kadar yaklaşık 50 farklı karaktere büründün. Kariyerin boyunca en sevdiğin hangisiydi?
- “Marley & Me” filmindeki Jennifer rolü. Çünkü 20’li yaşlardaki bir kızın hayatından orta yaşlı bir kadının hayatına kadar bir süreci kapsadı bu rolüm. Eğlenceyi, heyecanı ve hayal kırıklıklarını da anlatan bir filmdi. “Bu işin ne kadar zor olduğunu bana kimse söylememişti” hissini vermeye çalıştığım sahnelerde çok keyif aldım. Her şeye rağmen hayatın devam ediyor olması ve her şeyin üstesinden gelebilmek... Kısacası çok gerçekti.
HAYATTAKİ EN BÜYÜK YIKIMI MİLYONLARIN ÖNÜNDE YAŞADIM
Senin en özel yıkımların nelerdi?
- Tabii en özeli ve büyüğü milyonların önünde yaşandı, malum konu. Diğer büyük yıkımlarım genellikle çocukluk dönemime ait. Örneğin, babamın bizi terk edip gitmesi ve yaklaşık bir yıl kadar onun nerede ve kiminle olduğunu bilmemek. Ama şimdi geriye dönüp de “yıkım” dediğim olaylara baktığımda anlıyorum ki, gerçekten şanslıymışım. Hiçbir zaman bir çocuk kaybetmedim ya da annemin veya babamın ölümüne şahit olmadım. Sevdiklerim hâlâ hayatta. Dolayısıyla yaşadıklarım çok da trajik sayılmaz. Bugünkü kahkahalarımı o dönem yaşadığım kötü günlere borçluyum.
İlişkilerinde kendince bir tekniğin var mı?
- Aklıma çalkantılı durumlarda direkt “Room 10” (Jennifer’ın Andrea Buchanan’la yönetmenliğini yaptığı kısa film) geliyor. O film, benim özel yaşantım konusunda çok büyük etki yaptı. Aşk ve her şeyin kötü gittiği dönemde hâlâ ilişkiye sıkı sıkı tutunmak... Ve şimdi bir de benim hayatıma bak. Ne zaman işler ters gitse, her ne kadar tam aksi oluyormuş gibi gösterilse de, her zaman korkup kaçan ben oldum. Ama tabii ilişkiyi uzatabildiğiniz kadar uzatın da demiyorum. Benim uzun-kısa her süreçte farklı ilişkilerim oldu ve her biri de bende farklı hisler uyandırdı. Ben sadece çalkantılı süreçlerde elinizdekine sıkı sıkı tutunmaktan yanayım. Bu fikri 20 senedir uygulamaya çalışıyorum.
KÜÇÜKKEN TELEVİZYON İZLEMEMİZ YASAKTI
Romantik komedi filmlerine katkın büyük. Bundan sonra hangi tarz sana uygun ya da sen neler yapmak istiyorsun?
- Ben artık anne-kız ve baba-kız arasındaki aşkı anlatan filmlerde rol almak istiyorum. Zaten hayattaki tüm hikayelerin temeli bunlar değil mi?
Film dünyasında, çocukluğundan beri hayranı olduğun kimler var?
- Çocukken televizyon izlememiz yasaktı. Ne garip değil mi? Yasaklı olduğum konuda kariyer yaptım. O dönem hep gizli gizli izlerdim ve en çok ilgimi çekenler Penny Marshall ve Cindy Williams, Lucille Ball, Mary Tyler Moore, Cher ve Valerie Harper oldu. O zamanlarda durumumuz sinemaya gitmeyi mümkün kılmıyordu ama bir kere “A Little Romance” filmine gitmiştik. Laurence Olivier’e aşık olmuştum. Filmi tekrar tekrar izleyip, aşka aşık oldum.
PARTİDE TANIŞTIĞIM ADAMLA MAIL’LEŞTİK
“Love Happens”ta botanikçi Eloise’i canlandırdın. O role nasıl hazırlandın?
- Önce, birkaç gün yaşanacak bir kadın-erkek ilişkisinin başını, ortasını ve sonunu saptamaya çalıştım. Zorlandım aslında, çünkü karakteri konumlandıramadım. Ama sonra insanların saçmalayabileceğini hatırlattım kendime. Gerçek hayatımda da böyle dönemler oluyor. Mantığımı bazen uzaklaştırmam gerekiyor ki yaşamak istediklerimi yaşayayım. Mesela bir kez, bir partide tanıştığım adamla mail’leştik ve bu hayatımın en duygusal dönemlerinden biriydi.
Onca yıl dizilerde güldüren bir karakter olarak oynadın ama bugün insanlar senin güzelliğin ve stilin hakkında konuşuyor...
- Çocukken anneme sınıf arkadaşım Monique kadar güzel olup olmadığımı sormuştum. Annem de bana dönüp demişti ki, “Hayatım, sen çok komiksin!” Annem öyledir; sorduğum soruya doğrudan cevap vermektense yorum yapmayı tercih eder ama asla yalan söylemez. Ben de o günden beri komik olmaya karar verdim. Annem ve babam da komik insanlardır, ben de onlara çekmişim. Kendimi tanımlarken asla güzel sıfatını komikten önce kullanmam. Kendimi inanılmaz güzel olarak da görmem. O şekilde programlanmadım galiba.
YALNIZ KADIN MI?
Jennifer Aniston, “yalnız kadın” imajı hakkında neler düşündüğünü şöyle anlatıyor: “O terim gerçekten de bana yapıştı kaldı. Ama sorun değil, alıştım artık. Ben insanların her daim güçlü olamadıklarını bilen ve o dönemi yaşayan biri olarak, eğer bu terimle yaşayacaksam bundan şikayet etmem. Ne de olsa, eğer hayatında kötü bir dönem geçiren, ayakları üzerinde durmayı başaran ve bununla savaşa devam eden kadın imajı bensem, o zaman bundan hiç şikayetçi değilim. Ben kendisiyle alay edebilen biriyim. Dünyanın her gün konuştuğunu, neden ben de konuşmayayım ki! Hepimiz insanız. Hayatı çok katı bir bakış açısıyla algılamamak gerekir. Bazen her şey siyah ve beyaz kadar keskin olmayabiliyor. Hepimizin kendimizi yalnız ya da mutsuz hissettiğimiz günler oluyor.”
FİLM YAPARAK YARALARIMI SARIYORUM
Neden zor bir iş olan yapımcılığa devam ediyorsun?
- Ben kendimi bildim bileli, ufak parçaları kocaman bir kartopu olana kadar bir araya getirmekten zevk aldığımı hatırlıyorum. Aynı zamanda film yaparak, canları acıyan ya da bir zamanlar kırılmış olan kalplerini tamir etmek isteyen insanlara bir şeyler anlatabiliyor olmak beni ben yapıyor. Benim de formülüm budur belki. Başkalarına bir şeyleri film aracılığıyla anlatarak kendi yaralarımı sarıyorumdur. O kadar çok gerçek var ki şu hayatta. Bir düşünsene, savaşlar var, insanlar açlık sınırında, herkes işsiz kalıyor ve ben? Ben ne yapabiliyorum ki bir oyuncu olarak? Bir an için bile olsa onlara bir kahkaha attırabilmek, belki kötü geçen günlerini kurtarabilmek ya da ‘bunun da üstesinden geleceğim’ diye düşünmelerini sağlamak istiyorum. Onun için de bu işe ne kadar yorucu olsa da katlanıyorum.