Oluşturulma Tarihi: Ağustos 01, 2005 02:11
Irak'ta Ebu Garib Cezaevi’nde işkenceden 4 ay hapis yatan ABD'li asker Javal Davis, ilk kez Hürriyet'e konuştu: Benden rütbece büyükler oradaydı, ben ne yapabilirdim.
Bağdat’taki Ebu Garib Cezaevi’nde meydana gelen ve görüntüleri dünyası sarsan işkence skandalının fotoğraflarda görünmeyen, ancak 4 ay hapis yatan aktörlerinden Javal Davis, başından geçenleri Defne Barak’a anlattı. Davis, Ebu Garib’deki işkencenin amirlerinin gözü önünde gerçekleştiğini söyledi.
JAVAL Davis çok ünlü, ama yüzü o kadar tanınmış değil. Irak’taki Ebu Garib Cezaevi’nde yaşanan işkence skandalının önde gelen sorumlularından biri olan Davis, 7-8 Kasım tarihlerinde çekilen fotoğraflarda görünmüyor. Aslında o da diğerleriyle beraber çıplak haldeki Iraklıları görmüş, tutukluları sorguya nasıl ‘hazırlayacağına’ dair emirler almış ama çıplak tutukluların önünde eğlenen Lynndie England ve Charles Graner’in fotoğrafları çekildiği sırada hapishanenin başka bir kanadına görevli gönderilmişti. Skandal patladığında ismi diğerleriyle beraber anılan, ağır suçlamalarla karşılaşan Davis çaresiz durumda kalmıştı. Bunun üzerine Javal’ın müzisyen olan babası Jonathan mücadele etmeye karar verdi. Ailesi korkusuzca oğullarının arkasında durdu ve Javal’ın fotoğrafların çekildiği geceyle ilgisi olmadığını kanıtlayana kadar uğraştı. Dört ay hapis yatıp 29 Mayıs’ta kefaletle tahliye edilen Javal, başından geçenleri, fotoğraf olayının nasıl gerçekleştiğini, üst düzey sorumluların yargılanmadıklarını hatta terfi ettiklerini isim isim sayarak anlattı.
GUANTANAMO KAPLAN TİMLERİ SORGULUYORDU
Şimdi, insanlar fotoğraf çekmeye nasıl başladılar? Neler oldu? Bana anlatıldığına göre siz tutukluları yeni sorguya hazırlamakla görevliymişsiniz.
Hapishanede bulunan askeri istihbarat personeli ve bunların içinde bulunan CIA, FBI gibi hükümet kurumları tam kadro hapishanedeydi ve dikkatlerini belli başlı tutuklular üzerinde yoğunlaştırmışlardı. İskambil kağıtlarının üzerindeki insanlardan bazılarını haberlerde gördüğünüz gibi oraya getiriyorlardı. MP birliklerinden sorgulama koşullarının düzenlenmesini istediler. Yani aslında göreve ilk gittiğimizde birkaç gün A bloktaki hücrelerde görevliydim. Sonra başka yere atandım. Oradayken benden yüksek sesli müzik çalmam isteniyordu. Rahatsız edici müzik. Böylelikle uyku düzenleri bozuluyordu. Tutukluların istenen saatte kalkıp istenen saatte yatmalarını sağlıyordum.
Tutukluları sorgulayanlar kimlerdi?
Onlara ‘kaplan timleri’ diyorlardı. Guantanamo’dan getirilmişlerdi. Tutuklulara ne yapılması gerektiğini onlar söylüyordu. Uykuları, yemekleri, çıplak kalıp kalmayacakları... Rahatsız oluyordum. Daha önce böyle şeyler görmemiştim. Çıplak bırakılmaları, başlarına külah geçirilmesi, kelepçeler... İnsanı rahatsız edecek şekilde arkadan kelepçelenmesi beni rahatsız ediyordu. Bu hapishanenin her yerinde böyleydi. Sorgulamada, istihbarat bölümünde, gözaltındakilerin bulunduğu yerde. Adamları getirip önümüze attılar. Çavuş Schneider, benim birliğimin çavuşu, oradaydı. Benden iki rütbe büyüktü. Eğer çavuş oradaysa, ben ne diyecektim? Herkese ne yapmaları gerektiğini söyleyecek miydim? Eğer o benden daha yüksek rütbeliyse ve ben ondan önce çıkıyorsam ne yapabilirdim. İşte böyle.
FOTOĞRAFLARDAKİ İNSANLAR ONLARDI
Bu insanlar getirilmiş ve yere atılmışlardı. Bunlar fotoğraflardaki insanlar mıydı?
Evet. Onlar benim deyimimle kaz sürüsü gibiydi. Orduda, bir araya toplanmış insan topluluğuna kaz sürüsü denir. Onları yerleştirmeye çalıştık.
n Ve sen üstün çavuş Schneider’le birlikteydin, değil mi?
Evet, çavuş yukarıdaydı.
Ama daha sonra senin gidişinin ardından, bu fotoğraflarda çıplak bırakılan insanlar onlardı.
Evet.
İşkence fotoğraflarında görülmeyen ‘işkenceci’ er
Javal Davis, Irak’ta görevli olduğu günlerde, bir grup Iraklı öğrenci ile. Fotoğraflarda yer almayan Davis, adının işkenceciler arasında geçmesinden, böyle suçlanmasından çok rahatsız olduğunu anlattı. Kendisi de evli olan ve biri 5, öteki 11 yaşında iki çocuğu bulunan Javal Davis, Irak’taki görevi sırasında, Iraklı çocuklarla böyle fotoğraflar da çektirdi.
Röportaj dünyadan önce Hürriyet’te
EBU Garib zanlılarından Amerikalı asker Javal Davis’in bu röportajı, dünya basınında önce Hürriyet’te yayınlanıyor. Röportaj bugün, pek çok Arap televizyonunda yayınlanacak, ardından başta Bild olmak üzere pek çok Avrupa gazetesi ve Amerikan TV’sine de konu olacak. Röportaj, bir ABD’li askerin, Ebu Garib’in içyüzünü ilk kez dile getirmesi açısından çok önemli. Röportajları uzun yıllardan beri Hürriyet’te yayınlanan Amerikalı gazeteci Defne Barak, Ebu Garib skandalıyla ilgili daha önce de işkence fotoğraflarında görülen kadın asker Lynndie England ile görüşmüştü.
Mad Max filmi gibiydi
Oraya vardığınızdaki ilk izlenimleriniz nasıldı?
İlk izlenimim mi? ‘Mad Max’ filmi gibi bir şeydi. Her taraf sidik ve dışkı kokuyordu. Her taraf kırık döküktü, tuvaletler yıkılmış, çöpler çürümüş haldeydi. İğrenç denince aklınıza gelebilecek her şey, en kötüsü Ebu Garib’deydi. Ekim 2003’te, bin - 2 bin kadar tutuklu vardı. Sonra direniş büyüdükçe sayılar da arttı. 7 bin, 8 bin, 9 bin, 10 bin, gitgide arttı. Yalnızca bir gün içinde 500’e yakın tutuklu getirdiğimiz oluyordu. 4. Birlik etrafı gözden geçirerek direnişçileri topluyor ve hapishaneye getiriyordu. Sadece 100 kişilik bir birliğe karşı binlerce tutuklu. Yeterli sayıda değildik, bu kadar çok tutukluyu idare edecek kapasitemiz yoktu.
n Yani oraya vardığınızda anladığınız şey; işinizin korumalık yapmaktan çok, korumaları korumak olduğuydu.
Benim anladığıma göre, biz oraya hapishanenin çevresini korumak için gittiğimizi düşünüyorduk, çünkü bunun eğitimini almıştık. Ama oraya vardığımızda bize silahları bırakmamız ve tutukluların korunmasına yardımcı olmamız söylendi. Bizim komutanımız ise bunu yapmak istemediğimizi söyledi. ‘Daha önce bunu yapmadık, bunu yapmak için eğitilmedik. Dışarı çıkıp düzeni koruyabiliriz ama burada gardiyan olmak için malzememiz yok’ dedi. Ancak kabul etmediler, biz de dediklerini yapmak durumunda kaldık.
n Şoke edici bir an olmalı...
Evet öyleydi. Moralimiz bayağı bozuldu. Oraya gitmeden önce eve dönmeyi umuyorduk ama görevimiz bir yıl kadar uzamıştı ve kalmak zorundaydık. Malzemelerimiz Kuveyt’e toplanıp gemiye konmak üzere gitmişti. Ancak bize bunu o an yapmayacaklarını söylediler. Biz de Kuveyt’e gidip tekrar Ebu Garib’e dönmek zorunda kaldık. Bu yüzden tüm askerlerin morali bozulmuştu.
TUTUKLULAR ARTIYOR BİZİM SAYIMIZ AZALIYORDU
Kaç kişiydiniz?
Kaç asker mi? Tam sayımızı şu an hatırlayamıyorum. Ama çok küçük çapta olduğunu biliyorum, çünkü ihtiyat birimi olarak yer değiştirme sistemimiz aktif görevlilerden farklıydı. Aktif görevdeki askerler yaralanma gibi durumlarda eve döneceklerinde yerlerine başka bir asker geçiyordu. Buna karşın ihtiyat sisteminde bir yere yerleştirildiğinizde, Irak’ta bir yıl hizmetten sonra eve dönmeniz gerekiyor. Günden güne insanların eve dönmesi ve yaralanmalar sebebiyle insan kaybediyorduk. Tutukluların sayısı arttıkça bizim sayımız azalıyordu, problem de buradan çıktı zaten.
Silahımı alıp tecrit ettiler
Sana bu ağır suçlamalar yapıldı. Nasıl tepki gösterdin?
Çok korktum, üzüldüm ve sinirlendim. Ne yapacağımı bilemedim. Evi aradım ve nasıl olduklarını sordum. Benim için dua etmelerini söyledim. Ne olacağını göreceğiz. Her şey yoluna girecek, gerçekler açığa çıkacak ve bu yanlışlar yumağı düzelecek.
Sonradan sizi kelepçelediler mi? Ne oldu?
Hayır, ama aşağılanmıştım. Utanç vericiydi. Ben çavuş E-5’tim; ellerindeydim, diğerlerine ev sahipliği yapıyordum. Victory Kampı’nda sokakları süpürmek, kendi ellerinle yabani otları temizlemek, makinesiz çimleri kesmek. Bilirsiniz, kaldırımları boyamak... Silahımı aldılar. Çatışma alanında beni utandırıcı şeyler yaptılar. Bağdat’ta Victory Kampı’ndaydık ve kendimi koruyabilecek silahım yoktu. Bizi çadıra yerleştirdiler. Çok sıcaktı. Tanrım, herkesten uzak bir çadırda yaşıyorduk. Herkesi bir araya koydular. Ben, Graner, Fredericks.
Üstler, saray gibi bir yerde yaşıyordu
Tutukluları koruma görevinde bir gün nasıl geçiyordu?
Bir gün içinde öncelikle beslenmelerinin sağlandığından emin oluyordum, varsa sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı oluyordum. Daha çok hazır yemekler vardı, en çok onlar gidiyordu. Bazen Irak yemekleri de veriliyordu. Çok kötü yemeklerdi, insanlar hiç sevmiyordu. Hatta bazen yemeklerin kirli ve bozuk olması gün geçtikçe daha çok soruna yol açtı. Bulunduğumuz yer, Felluce yolunun tam ortasıydı. Bu yüzden erzak ve malzeme taşıyan birçok kamyon saldırıya uğruyordu. Birliklerin yolda mahsur kalması yüzünden ihtiyacımız olan şeyleri alamıyorduk, gerekli desteğe ulaşamıyorduk. Komutanımız birçok telefon görüşmesi yaptı ve yardım istedi ama gereken destek verilmedi. Bu yüzden bazı şeyleri kendi başımıza yapmak zorunda kaldık.
Neden?
Tek bir yanıt var o da maaşımın düşük olması. Hiçbir ipucu yok. Neden bilemiyorum, oldu işte...
Üstlerin daha iyi koşulları olduğunu söylüyorsunuz.
Tabii ki. Camp Victory üssünde saray gibi bir yerde yaşıyorlardı. Brown and Root’tan anlaşmalı yiyecek alıyorlardı. Victory Üssü’ne ya da uluslararası havalimanına gidebildiğimiz zamanlarda çok güzel oluyordu. Orada bir Burger King de vardı. Bizimse hiçbir şeyimiz yoktu. Acı çekiyorduk.
Üstümüze kınama, bize hapis
Üstünüze ne oldu, Schneider?
Bir kınama mektubu verildi, o kadar. Oysa benim gördüğüm her şeyi o da gördü. Daha çok iyi şeyler düşünmek istiyorduk çünkü gerçekten yanlış birşey söylemek istemiyorsunuz. Küme halinde toplanmıştık, komplo türü şeylerden korktuğumuzdan konuştuklarımıza dikkat ediyorduk. Her şeyi üstümüze yığmaya çalışıyorlardı. Ama bireysel olarak, her olay bireyseldi. Bireysel bir olay vardı orada. Herkese farklı davranılıyordu ancak olay aynıydı. Bazıları daha şiddetli suçlanıyordu, bazıları daha hafif, bazılarıysa hiç.
En şiddetle suçlananlar kimlerdi?
Graner, Frederick ve Lynndie England.
Graner o dönemde hálá Lynndie’nin erkek arkadaşı mıydı?
Bilmiyorum. Ben bu konuda bir şey araştırmadım, sormadım.
Ama hepiniz aynı çadırdaydınız.
Bilmiyorum olabilir de, olmayabilir de.