Güncelleme Tarihi:
Kadın, başını kaldırıp doktora bakar ve son derece dürüst bir tavırla şu cevabı verir: “Elimden geleni yapmaya çalışıyorum.”
Yaşamın anlamı da bu sihirli cümlede saklı değil midir zaten? Bazen işler yolunda gitmezken evin büyüklerinden biri pişmanlık dehlizinden çıkarıverir bizi; ™Sen elinden geleni yaptın yavrum.? O bitmek bilmez bekleme sürecinde ™elinden gelenin en iyisi yap; Allaha bırak?, sığındığımız bir limana dönüşür. İş, eş, akrabalar, arkadaşlar ve toplum için elinden geleni yapan insan neden kendisi için eksik, yaralı ve yamalı bir yaşam seçer?
Görünürde her şeyi kendisi için yapıyordur. Arkadaş ediniyor, kariyer yapıyor, aşk yaşıyor, aile kuruyor, bedeni için uğraş veriyor. Oysa benliğinin en dibinde bir yerlerde duyguları incinmiş olduğundan; korkuyor, yalnızlıktan kaçıyor, kontrol ediyor. İhtiyaçlarını gidermek için insanları kullanıyor, üstelik bunu kendinde hak görüyor. Kurban psikolojisiyle şefkat dilenerek de olsa, talepkar bir kimliğe bürünerek de, illaki amacına ulaşıyor.
İKİ YARIM, YAMALI VE YARALI ÇOCUĞUN BİRBİRİNE TUTUNMA ÇABASININ İSMİDİR AŞK
İçsel gelişimini sabote eden insan, içindeki boşluğu dolduracak idealler, idoller veya imajlar bulur. Aşk ilişkilerinizi düşünün. Başlangıçta onda kendinizi bulduğunuz yanılgısıyla ilişkiyi idealize ettiğiniz günleri. Bu ™zirve performans? enerjisi ruha, zihne ve bedene ne kadar da iyi gelmişti? Oysa iki yarım, yamalı ve yaralı çocuğun birbirine tutunma çabasının ismidir, aşk. Çok azımız bize büyüklük taslayacağına kılavuzluk eden, kendi korkularına ışık tutmuş, günah, ayıp, edep ya da öcülere karşı savaş açabilmiş ve refah içinde büyümüş ebeveynlere, dolayısıyla da sevgiye sahip.
Her birimiz tanımlama, yaratıcılık, sevgi ve güven gibi on iki yaşam dersinden sorumluyuz. Her aşk yanılgısının sonunda bir ev ödevi çalışmak yerine (karşılaşmanın anlamını bulmak gibi) bize öğretilen suç ve ceza mekanizmasını devreye sokarız. İster bağımlı-anti-bağımlı kişilik olsun, isterse kendini-karşı tarafı suçlayan, genelde ötekine (ve de kendimize) öfke ve intikam duyumsarız. İşte bu kendin için neyin iyi olduğunu bilememe halidir! İçimizdeki çocuk defalarca incinedursun, özellikle kadın, ruhuna harakirinin şartlamış bir refleksi olarak bedenini cezalandırır: Oral tatmin ya da kutsal perhiz! Duygularını tatmin etmek amacıyla aşırı yiyen ve ardından fazlalıklarından kurtulmak isteyen kadın için en büyük handikap sağlıksız zayıflama yöntemlerini sorgulamadan kabul etmesidir.
BEDENSEL VE RUHSAL SAĞLIK İÇİN EN DOĞRU SEÇİM
Elimizden gelenin en iyisi kendimizi tanımakla başlıyor. Bizler hiç oturmadığımız odaların, giymediğimiz kıyafetlerle dolu gardıropların, AVM ya da fitness merkezlerinin içinde, zihnimizdeki imajlara bağlı yaşıyoruz. Benlik saygısı eksik olduğu için ayna önünde sürekli kusur arayan, beden imajını doğru egzersiz ve bakım yerine estetik cerrahiyle çizen kadınlar. Bir bedenden diğerine anti-bağımlı yaşayan erkekler. Gerçekte kimiz? Gerçek olan zamansızlık, mekânsızlık ve kimliksizlik halidir ve bu, benlik değerini kutsayan bir andır.
Derinde yatan travmalar ve korkular ayyuka çıktığında, hüsran ve bunalım hisleriyle dolarız. Kalpte sevgi eksikse yerini zıttı olan korku doldurur. Korkudan kaçmanın bir başka yolu da kendisini sürekli meşgul tutan, imajlarla kamufle eden insanın, içindeki acı, kırgınlık ya da öfkeyle iletişim kurması gerekiyor. Belki o zaman özsaygı ve öz sevgiyi kazanabiliriz. Bedenimiz ve ruhsal sağlığımız için doğru seçimler yapar, mucizeleri yaşamımıza çekebiliriz. Zaten kendimi affediyorum, seviyorum ya da teşekkür ediyorum gibi olumlamalar da bu amaca hizmet etmiyor mu?