Elimi hafifçe içlerine sokup kadınların kalplerine dokundum

Güncelleme Tarihi:

Elimi hafifçe içlerine sokup kadınların kalplerine dokundum
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 04, 2002 21:59

Şair ve yazar Murathan Mungan'ın Cuma günü piyasaya çıkacak olan yeni kitabı Yüksek Topuklar hadise yaratacak.

Elimi hafifçe içlerine sokup, kadınların kalplerine dokundum.

Ahmet Altan ve Orhan Pamuk kadınları dışarıdan anlatıyor, ben içeriden.

Kitapta Kadir İnanır bakışları, Sezen Aksu'nun vokalistleri, İstiklal Caddesi'nden bir takım şeyler de var. İlk defa bir Murathan Mungan kitabı bu kadar güncel mekanlarda geçiyor.

Önceden yapılan işler bizim meslekte iyi hava yapar. Rüzgarı kuvvetlidir. Etrafa nanik yapma imkanı verir. Ama aynı zamanda da müthiş bir sorumluluk getirir. 528 sayfalık bir tuğlayı iki gecede yutacaksın. Anlayacaksın. Altını çizeceksin, sorular çıkartacaksın. Gideceksin, soracaksın. Röportaj yapacaksın, çözeceksin ve bu röportajı yetiştireceksin. Bunun havasını atmak 2 dakika sürüyor, ama hazırlamak için 2 gün 2 gece perişan oluyorsun. Diyeceğim o ki, maliyetini kurtarmıyor! Kurtaran tek şey, herkesten önce gerçekten ‘‘şaane’’ bir kitap okumuş oluyorsun... Son zamanlarda okuduğum en eğlenceli şeydi Yüksek Topuklar. Pes dedim, pes! Bir erkek nasıl olur da kadınları bu kadar haince, yılanca, dahice, zekice, alçakça gözlemlemiş ve döktürmüş olabilir. Hiper gerçekçi yani. Küfrediyorsun, bayılıyorsun, seviyorsun, ölüyorsun, ama gözünü ayırmadan okuyorsun. Su gibi gidiyor. Hafif ve akıcı bir dille yazılmış. Bir tarafıyla Sex and the City ve Friends dizisi gibi. Günümüzdeki kadınlar, ilişkiler, güncel yerler var kitapta. Acayip tespitler. İnanılır gibi değil yani. Bir de bol bol dedikodu malzemesi var. Bitirdikten sonra o kimdi bu kimdi diye konuşacaksınız. Kitabın kahramanı (en fazla kırkında/ kafası dolu ama karışık/ bekar/ grafiker/ ve aslında çok şeker) Nermin de aynı şeyi yapıyor. Bol bol konuşuyor, anlatıyor, tanımlıyor, tarif ediyor. Kimi kadınları, kadın tiplerini ve özel bir kategori olarak yüksek topuk giyenleri. Kitabın yazılma sebebi ise Tuğde. Henüz beş yaşında bir küçük kadın. Ama ne kadın! Fettan, hesapçı, felaket bir şey. Nermin, beş gün ona bakmak zorunda kalıyor ve o beş gün içinde karşı karşıya kaldıklarıyla ortaya kocaman bir kitap çıkıyor. Murathan Mungan için bu kitap, bütün eğlendiriciliğinin yanında 70'li yıllardan sonraki bir çok tartışmanın ipuçlarını da içeriyor. İnsanları eğlendirerek bu konuları yeniden tartışmaya açıyor. En iyisi siz kendiniz okuyup keşfedin. Bana sorarsanız, bu yazın kitabı Yüksek Topuklar olacak!

Yapmaya çalıştığınız şeylerden bir tanesi kadınlara ayna tutmak mı?

- Oooo bunu kabul etmek iddialı bir şey olur! Ama kışkırtmak diyebiliriz. Ben kışkırtıcı bir yazarım. Ve öyle bir özelliğim var ki, bunu da yazarlığımın üstün yanlarından biri olarak görüyorum; hafif ve yumuşak bir hareketle elimi insanların içine sokup, kalplerine dokunma yeteneğine sahibim. Hayat ilkin kalbimizde oluyor, hayal ve kalp kırıklığı dediğimiz şeyler de. Öğrenmeler de. Acıyla ve sevgiyle öğrendiğimiz şeyler var. Yani benim yazarlığım serin bir yazarlık değil. Hep büyük laflar söyleniyor yazarlar ve kitapları hakkında. Oysa ben itiraf ediyorum, bu kitabı insanlar eğlensin diye yazdım! Yanlış anlaşılmalara çok müsait yerleri olduğunu biliyorum. Ben kendi kafamdaki ideal okur profili için elimden geleni yaptım. Ama hayatı yanlış anlayan insanların benim kitabımı doğru anlamasını da bekleyemem zaten...

Sizce kadınların bir kısmı bu kitaba itiraz edecekler mi?

- Elbette.

KORKMA LEZBİYEN OLMAZSIN!

Sizi aralarına sızmış bir casus gibi görecekler mi? Ve hakettiğiniz cevabı verecekler mi?

- Hakettiğim cevap beni kesmez, hakettiğim cezayı da istiyorum! Ben 2000'li yılların yazarlarının androjen olması gerektiğine inanıyorum. Yani yazdıklarınız cinsel kimliğiniz ya da cinsel tercihlerinizle alakalı değildir. Olmamalıdır. Oysa bizde şöyle bir gelenek vardı: ‘‘Erkek yazarlar, erkek dünyasının ayrıntılarını çok iyi anlatırlar. Kadınlar da kadın dünyasını...’’ Günümüzdeki kadın ve erkek rollerindeki bütün değişimler, geçişler göz önüne alınırsa, bu ayrım son derece demode bir yazarlık anlamına geliyor. Anlamak başka şey, olmak başka şey. Oysa biz anlamaktan korkarız, çünkü olacağımızı zannederiz. Yani lezbiyenleri anlamaya çalışırsan lezbiyen olmazsın!

Ve siz anlamayı çok önemsiyorsunuz...

- Tabii ki. Dolayısıyla ben Nermin karakteriyle kadınların arasına casus gibi sızmıyorum, Nermin'i giyinerek onu sahici kılıyorum. Kitap boyunca Nermin gibi düşünmeye, Nermin gibi hissetmeye, Nermin gibi davranmaya çalıştım. Ve zaman zaman kendimi şizofrenik bir yarılma içinde buldum.

Kadınlar sizi kendilerinden biri gibi görecekler mi? Biz bile kendimizi bu kadar iyi anlatamıyoruz diyecekler mi?

- Derlerse bu aldığım en büyük edebiyat ödülü olur! Üstün bir performans gösterdiğimi düşünürüm. Demek ki çok iyi oynamışım derim. Ama sahte alçakgönüllülükler yapmayacağım, daha önceki kitaplarımla ilgili benzer yorumlar duydum. Belki de bu yüzden Yüksek Topuklar'ı yazma cesaretini gösterdim.

KADINLARI TAVLAMAK İÇİN DEĞİL

Murathan Mungan da artık kadınları anlatan yazarlardan mı!

- Böyle de denecektir! Ama Allahtan kadınları tavlamak için yazan yazarlardan değilim. Tavlamayı öbür anlamıyla kullanıyorum. Yoksa flörtçü bir adamım ben, okurumla da flört ederim. Dolayısıyla ben de her yazar gibi beğenilmek ve okşanılmak isterim. Ama bir ayrımım var, beni okşayacak insanları seçerim...

Peki gay olmanız size nasıl bir avantaj sağlıyor? Bu nedenle kadınlara karşı daha tarafsız, daha güçlü olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?

- Tabii ki kadın dünyasına ve kadın ruhuna daha yakın olmayı sağlıyor! Ama bu tek başına bir şey ifade etmiyor. Tamam, kadını yazarken gay olmak önemli bir avantaj ama bu avantajı kullandıran şey, emek, çaba, kültür, zeka, yetenek ve diğerleri. Dahası ben kadın seven biriyim. Kadınlarla ilişkim iyidir. Ruhumun bu anlamda kirli ve çapaklı bir yanı yok...

Peki siz kısmen Nermin misiniz? Yoksa Nermin'le de mi rekabet halindesiniz?

- İkimiz tamamıyla ayrı insanlarız. Rekabet de söz konusu olmaz, o grafiker ben edebiyatçıyım! Alanlarımız çok farklı yani! İyi bir oyuncuyum ama. Rolüm bittiği anda, perde kapandığında evime gelir ve kendi hayatımı yaşarım.

Kitabınızı okurken çok güldüm ama erkekler için de hüzünlendim. Hissettiklerim doğru mu? Kadınlar o zavallı adamları parçalıyorlar mı?

- Evet. Çünkü kadın-erkek ilişkisi bir iktidar ilişkisi aslında. Toplumsal şiddet, kadının gramerinde olmadığı için kadın da erkeklerle ilişkisini başka bir şiddet grameriyle gerçekleştiriyor. Bu yüzden dile ve gündelik hayat oyunlarına daha çok hakimdir kadın. Kurguya, entrikaya...

Kadınlar neden birbiriyle dost olamıyor. Neden ancak başka bir kadın söz konusu olduğunda ittifak kuruluyor?

- Galiba kitaba dokusunu veren yüksek topuklu olmak hikayesi de bu. Seyreden rolüne bu kadar mahkum edilen kadın bir kere seçilmek zorunda. Farkedilmek, görülmek zorunda. Haliyle kadınların, rekabet duyguları erkeklere oranla çok daha erken yaşlarda oluşuyor. Bu biraz ezilmek ve itilmekle de ilgili. Tüm bunlar diğer azınlık toplulukları için de geçerli. Kitabın benim için siyasal perspektifi kimlik politikalarıdır. Ben sadece bir şey olmaya kitlenmiş politikaların, hayatın diğer alanlarını kararttığını düşünüyorum. Kadın olmak. Yahudi olmak. Eşcinsel olmak. Yani sadece Kürt olmanın sorunlarına kilitlenmişsen, hayatın diğer sorunlarını görmüyorsun. Sistem de en büyük kötülüğü böyle yapıyor insana.

Sizce bu kitapta Nermin çok fazla genelleme yapmıyor mu? Nermin anasını satayım herşeyi biliyor. Öyledir ya da şöyledir diye tanım altına alıyor. Başka türlü olamaz mı?

- Evet ama Nermin de mutsuz bundan! Çok kıstırılmış bir kadın o. En çok da yorgunluğu var...

Bir kadın erkeklere nasıl farklı bakar, kadınlara nasıl farklı bakar?

- Kadınların hoşgörü alanlarını farklı kurduklarını düşünüyorum. Kendileriyle hesaplaşmalarını yeterince yapmamış kadınlar, diğer kadınlarla ‘‘nedime’’ ilişkisi kuruyorlar. Çünkü ancak ikinci kızlarla rahat edebiliyorlar. Yanlarındaki figürlerin kendilerine vurgu yapmasını tercih ediyorlar. Bunun tabii erkek karşılıkları da var. Şurada anlaşalım: Hayata bakarken benim bir filtrem var, bir de bu kitabın filtresi var. Pek çok konuda Nermin gibi düşünüp düşünmediğimi bile bilmiyorum.

Bu kitapta hiç kadın düşmanlığı yaptınız mı?

- Hayır, zannetmiyorum. Ama insanlar kadın düşmanı olmak istiyorlarsa bu da bir özgürlüktür. Düşmanlık yapmadıkları sürece, düşünebilmeliler. Pek çok erkek, anneleriyle olan meselelerinden ötürü zaten kadın düşmanlığı içerisinde yaşar. Ama ifade edemez. ‘‘Bu kitabı yazarken kadın düşmanlığı yaptınız mı?’’ sorusuyla karşılaşmayacağımı herhalde düşünmüyordum! Ama metnin içinde bu tür yanlış anlamaları engellemek için bir mıntıka temizliği yaptığımı düşünüyorum. Ama şu düşmanlık yapmadan düşman olma meselesine fena halde takmış bulunuyorum: Birilerinin de çıkıp bu ülkede ‘‘Ben Ermenilerin düşmanıyım’’ demesini istiyorum. Ya da ‘‘Eşcinsellerden sahiden nefret ediyorum’’. Ama kimse demiyor. Bir entelektüel tavır tüm bunların üzerini örtüyor. Bu kadar düşman olmak tamam iyi bir şey değil ama bu kadar çok hissedilirken söylenmemiş olması daha kötü bir şey...

Kazık kadar kadınların cilve olsun diye küçük kız sesiyle konuşmaları erkekleri tavlayan bir şey öyle mi?

- Çok.

Yok mu peki bu erkeklerin uyanık olanları...

- İşte ben de okurlar bunu sorsun istiyorum! Ama bu, enayi olmakla ilgili bir şey değil. Bu rolü sevmekle ilgili bir şey. Mesela bazı kadınların kedilerden korktuğunu biliyorum. Sahiden korkuyorlar. Ama bazı kadınların kedi korkusunu masadaki erkeklere oyun olarak görüyorum. Himayeye muhtaç kadını oynuyorlar. Erkekler de yiyor. Göğüslerini kabartıp saracak ve onu koruyacak ya! Bunlar, o iki cinsin arasındaki oyun repertuarı...

Ancak belli bir zekanın üstündekiler kötü olabilir deniyor kitapta. Siz zeki misiniz?

- Göründüğümden daha zeki ve duyarlıyım ve gündelik dili iyi kullanıyorum. Kitapta da yılansı bir dil var ama bu benim kalbimin kötülük kuyusundan çektiğim su değil! Zekamın kıvılcımı...

Kadınların dişil oyunlarına bol bol örnek var kitabınızda...

- Tabii. Kendini çok iyi hissediyorsun, hazırlanmışsın, bir yere gideceksin. Bir kadın arkadaşın sana ‘‘Aaa diplerin gelmiş!’’ diyor. Ya da en masum haliyle, ‘‘Sen biraz kilo mu aldın? Ya da üzerindekiler mi seni öyle gösteriyor!’’ Küçük çelmeler bunlar, yani dişil oyunlar. Erkek bunu ya görmez ya da söylemez. Zaten, zeka, mutsuzluk, hayattan hakkını alamamak zamanla insanda kötülüğe dönüşür. Ben çok acımış kadın görüyorum etrafımda...

Kadınlar neden bir kadının sahiden çocuk sahibi olmak istemediğine inanmazlar?

- Çünkü kadınlar için çocuk sahibi olmak egolarını yayma araçlarından bir tanesi. Toplumsal sistem içerisinde bir güç kazanmış oluyorlar. Bir başka kadının da gücü, bilinçli bir tercihle elinin tersiyle nasıl itebileceklerini diğer kadınlar anlamıyor.

Kitaptaki kahramanlardan Güngör, aslında bütün kadınların lezbiyen olduğunu, yalnızca bunu anlamalarının bir zamanlama işi olduğunu düşünüyor. Heteroseksüel erkekler için de böyle düşünen gay'ler var mıdır?

- Tabii. Bazıları hangi adamdan bahsetsen ‘‘Aaa o gay!’’ der. Kimi zaman doğrudur, kimi zaman da fazla genelleştirilmiş bir şeydir. Güngör'ün ki gibi. Bu iddianın kimin ağzından çıktığı önemli benim için. Eğer benim güvendiğim profilde bir gay diyorsa onun gözlemi dünyanın en iyi gözlemidir.

‘‘Hem kendi olmak. Hem kadın olmak. Asıl gerçekçi olup, imkansızı istemek budur’’ fikrine katılıyor musunuz?

- Evet. Çünkü Nermin gibi bütün bunları oldurmaya çalışınca yalnızlaşıyorsun. Bu kitapta profesyonel bir mutsuzluk var. Ama benim önerim şu insanlara: Yalancı umut vermektense, bütün sorunlara daha profesyonelce bakmak.

‘‘En sıkı eşcinsel düşmanları, eşcinsellerin arasından çıkar. Açık ya da kapalı eşcinsellerden. Kim hayatı boyunca unutmaya çalıştığı bir şeyi sürekli karşısında görmekten hoşlanır ki’’... Bu örneğe uyan eşcinsel düşmanlarıyla sık sık siz karşılaşıyor musunuz?

- Elbette karşılaşıyorum. Tepki filan göstermek gerektiğine de inanmıyorum. Tabii tacize filan dönüşürse o başka...

‘‘Tabii böyle davranacak. Nasıl olsa o da kendisini bir gün keşfedecek!’’ gibi şeyler düşünüyor musunuz içinizden...

- Yok, oraları geçtim. Kitaptaki en sevdiğim cümlelerden bir tanesi: ‘‘Bir gün nasıl olsa kendi anlar diye düşünmüş olmalıyım. Ama bazı insanların hiçbir zaman öyle bir anları olmayacağını da unutmamalı insan. ’’ Bu çok gönülden yazdığım bir şey. Eskiden adalet konusunda da böyle düşünürdüm. ‘‘Bir gün başına gelirse anlayacak’’ diye. Gelmez ya da başına geldiği halde anlamaz! Ne yazık ki deneyimler her zaman çıkarsamalarla sonuçlanmıyor. Çünkü deneyimler sadece bize öğrettikleriyle değil, bizim onlardan öğrenmek istediklerimizle de ilgili. Ve insanın kendisine dünyaya ne kadar açtığıyla da ilgili. Kendi adıma bütün kapılarımı dünyaya açtım ben. Bu aynı anda beni yaralayabilirsiniz anlamına da geliyor. Ama bu kadar yaralanmayı göze almış bir adamı kolay kolay yaralayamazsınız, onu da bilin!

MUNGAN'DAN PAMUK VE ALTAN

Türk edebiyatının son zamanlardaki üç büyüğü... Orhan Pamuk kadınları nasıl anlatıyor? Ahmet Altan kadınları nasıl anlatıyor? Murathan Mungan kadınları nasıl anlatıyor?

- Ahmet Altan'ın kadınlara yaklaşımında ciddi bir tutku var. Ve kısa süre içerisinde sonuç almaya yönelen edebiyat dışına taşan hamleler var.

Nasıl yani?

- Ben metinden bahsediyorum! O hamleler, bir an önce kadınlara ulaşsın, ve kadınlar o metinleri bir an önce kucaklasın istiyor. Bu konudaki başarısını da asla inkar edemem. Kadınlarla çok heteroseksüel bir ilişki kuruyor. Yalan da söylemiyor. Yani gördüğüm, bildiğim kadarıyla. Ama hep dışarıdan anlatıyor.

Murathan Mungan'ın farkı?

- Ben kadınları içeriden anlatabiliyorum. Sanki bir kadın yazar gibi anlatabildiğimi düşünüyorum.

Peki Orhan Pamuk?

- Orhan'ın kadınlarla ilişkisini çok fazla cool buluyorum. Serin yani. Biraz da mahcup. Sonra kırılgan. Buna son kitabı da dahil. Kadınlar bu iki yazar için de hala ‘‘öteki’’. Ben ise, kendi adıma ‘‘öteki’’ne bölünüyorum. Benim kadın kahramanla aramda sadece metnin gerektirdiği teknik bir mesafe var. Ve tabii bu gay olmanın avantajını iyi kullanmakla da ilgili. Böyle bir avantajım var yani.

ENTELEKTÜEL ENSEST

Entelektüel ensest vakasına tanık oldunuz mu? Nasıl oluyor?

- Özellikle sol camiada bir dönem çok ciddi bir kutuplaşma vardı. Bir de keşişler vardı tabii. Ben de onlardanım aslında. Solculuğumun o gülerinde kendime uyguladığım cinsel perhizi hayatımın sonuna kadar unutamayacağım. Resmen ödeşemiyorum! Benim gibi bir iştah burcundan olan bir adamın o dönem kendi kendine uyguladığı cinsel işkenceyi bana kimse ödeyemez. Ne herhangi bir toplumsal dönüşüm ne de bir ihtilal!

Bunu da kimse kolay kolay itiraf edemez! Ama gelelim entelektüel enseste...

- Birtakım insanlar, solla temasla beraber tam da böyle bir şey yaşadılar. Adına entelektüel ensest diyorum ben. Güya fikir olarak çok açık görünüyorlar ama şöyle Aksaray'a kadar bile uzanamıyorlar! İlla eski bir yakın arkadaşının üçüncü nişanlısıyla ya da yeni ayrıldığı kocasıyla birlikte olacak! Bu entelektüel ensest kavramı beni ahlaki olarak rahatsız ediyor. Hiç tutucu bir insan olmadığım halde. Dokunmadan tanışamamak üzerine kurulu herşey.

BİR İNSANIN İYİ SEVEBİLMESİ İÇİN GÜZEL OLMASI GEREKİR

Bir insanın iyi sevebilmesi için güzel olmasını romanınızın kahramanı Nermin neden şart koşuyor? Hayattan hakkını almış insanlar daha iyi sever diyor. Siz de mi böyle düşünüyorsunuz?

- Evet. Üstelik bu ‘‘hayattan hakkını almış insanlar’’a, kendimi beğenmişlik saymazsan kendimi de katmak istiyorum.

Yani bütün çirkin insanlar kötü aşık mı olur?

- Hayır aşktan değil, sevmekten bahsediyorum ben. Ve şunu anlatmaya çalışıyorum: Fizik malzememiz bizim elimizde değildir, ama nasıl bir insan olmak istediğimiz bizim elimizdedir. İnsanlar şarm da kazanabilirler. Mesela kitabın kahramanı Nermin, demlendikçe görünen güzellerden bahsediyor. Ama biz genel olarak kendimizi çalışmayan bir toplumumuz. Fizik malzememiz ne olursa olsun şarm'la, espirili olabilirsin, şirin olabilirsin, zeki olabilirsin, kendine güzellik katabilirsin. Hayattan hakkını almış insanlar derken, doyumdan söz ediyorum ben. Diyelim ki seksle, yatmayla ilgili problemin var, yatamıyorsun. Yatmanın sağladığı doyumu sana yazı veremez ki! Yazı sadece kendine ait bir doyum verir. Hayattaki bir açığını başka bir şeyle kapatamazsın yani. Ve ‘‘güzel insanlar’’ derken kesinlikle sadece fizikten söz etmiyorum, kendini çalışmış insanları kastediyorum...

Kadınlarda zeka hemen kurnazlığa dönüşür, düşük kalite bir el işçiliğine, bir süsleme sanatına, küçük entrikalara, çapsız oyunlara, kadınsı bir cilveleşmeye. Kadınlar zekalarını bir baştan çıkarma silahı olarak kullanırlar, en nefret ettiğim okumuş kadın tipidir bu. (Sayfa 259)

Bugüne kadar, ne zaman birinden ‘‘Tanısan çok seversin’’ diye söz edilmişse, sevmek şöyle dursan, nefret etmişimdir. ‘‘Tanısan çok seversin’’ diyenlerden uzak durmak gerek. Bırakın herkes ‘‘seveceğini’’ kendi bulsun.(Sayfa 327)

METRES KADAR DİNLENDİRİCİ

Nermin'e kalırsa iyi kadın özelliklerinden biri bir metres kadar dinlendirici olmak. Siz de mi sevgililerinizin öyle olmasını istersiniz?

- Bunu kim istemez! Genellikle sevgili olmak didişmek ve yorucu olmakla özdeşleştirilir. Oysa dinlendirici olmak çok önemlidir. Çünkü dinlendirici olmak sevmektir. Türk toplumu çok aşık oluyor ama partnerini sevmiyor. Sevmek başka bir şey. Biz Leyla ile Mecnun kültüründen gelen bir toplumuz, hiçbir özelliğini bilmediğimiz, tanımadığımız bir insana aşık olabiliriz. Ama aşk kalbin tek gücü değildir. Aşık olduğunu sevebilmek çok önemlidir. Sevdiğim laflardan bir tanesi de kitaptaki Sinan'ın lafı: ‘‘Bir sürü yaralı Narsist var. Kendine aşık ama kendini sevmiyor!'

Sakın bana eşcinselleri sevdiğini söyleme! Evet, çağdaş görünmek gereği, ‘‘Eşcinselleri sevelim, onlara fıstık atalım’’ türü kadınlardan değilsin elbet. Ama sen de yüreğinin derinliklerinde, hiçbir zaman aralarında yerin olmadığı bu tuhaf erkeklerden hoşlanmıyorsun, kabul et. Onlar senin için öteki, yabancı. Açık ve dürüst olalım. Hayatımda en yakın arkadaşı ibne olan birçok yalnız kadın tanıdım, Hiçbir zaman onların eşcinselleri sahiden sevdiğine inanmadım. (Sayfa 457)
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!