Güncelleme Tarihi:
Sinan Çetin'in annesi, bundan otuz yıl önce, nüfus cüzdanı çıkartmak için nüfus müdürlüğüne gitmiş. Adını soran memura ‘‘Şöhret Çetin’’ demiş. Memur, ‘‘Şevket mi?’’ diye sormuş. Hayır Şöhret, yok Şevket derken, memur cüzdana ‘‘Şevket’’ yazıvermiş. Kadıncağız da uğraşmamış, adı kayıtlara Şevket Çetin olarak geçmiş: ‘‘Annem hayatının bundan sonraki otuz yılında, emekli maaşını almaya gittiği her ay başında, Şevket Çetin adını taşıyan bir kadın olmanın sıkıntısını yaşadı. Her seferinde, maaşını ödeyen memura, Şevket Çetin oluşunun hikayesini anlatmak zorunda kaldı. Benim devlet düşmanlığım aileden başlar. Ben şimdi nasıl takmayayım bürokrasiye, hantal işleyen devlet mekanizmasına!’’
Çetin, son filmi Propaganda'da, devlet kurumunun hantallığını ve o kurumu temsil eden Gümrük Muhafaza Memuru Mehdi ve çevresindekilerin traji komik hikayesini anlattı. Esin kaynağı, bir dönem Suriye sınırındaki bir kasabada Gümrük Muhafaza Memurluğu yapan babası Mehdi Çetin'di. Mehdi Bey devletine sadık, ahlaklı bir memurdu: ‘‘Babama yağ, bal, peynir getirirlermiş. Babam bu rüşvetleri kabul etmez kafalarına atarmış. Annem de, ‘evde yiyecek yok, sen kafalarına atıyorsun' dermiş. Annem böyle şeyleri daha kolay dile getirirdi. Daha rasyoneldi. Babamı da çok severdim, ama galiba anneme daha yakındım ben.’’
Bütün bunlar olurken Sinan Çetin daha dünyaya bile gelmemişti.
HAYDİ YÜRÜYEN MERDİVENE
Çetin, Van’ın Saray ilçesinde, 1953 yılında doğdu. Bir süt ağabeyi, iki ablası bir düzine de ağabeyi vardı. O kadar çoklar ki, kardeş meselesine girmemek en iyisi. Sinan, babasının memuriyeti nedeniyle göçebe bir çocukluk geçirdikten sonra, 1959 yılında ailesiyle birlikte Ankara'ya geldi. Babası anlı şanlı memuriyet hayatından sonra başkentte bakkal dükkanı açtı. Sinan'a da sokaklarda sabun sattırdı: ‘‘Ankara'da beni en çok şaşırtan şey, yürüyen merdiven oldu. Mahalleden çocuklarla sabahtan akşama kadar yürüyen merdivene biniyorduk. Müthiş eğlenceliydi. Ben buna ek olarak, merdivenin altında babamın dükkandan verdiği yeşil sabunları satıyordum.’’
Sinan Çetin bu hikayeyi anlattıktan sonra, güzel, renkli, kokulu sabunlar varken yeşil sabuna mecburiyetin, dolayısıyla devletçi ekonominin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatıp durdu. Besbelli filmin havasından çıkamamıştı.
Liseden sonra Hacettepe Üniversitesi'nde önce eczacılık sonra sanat tarihi okudu. Sanat tarihini bitirdi. O yıllarda fotoğraf makinesi ve fotoğrafçı yeleği vardı. Sonra fotoğrafın yerini kamera aldı. İlk uzun metrajlı sinema filmi Bir Günün Hikayesi'ni 1980 yılında çekti. Onu, Çiçek Abbas (1981), Çirkinler de Sever (1982), 14 Numara (1985) izledi. 1986 yılında Gökyüzü'nü, bir sene sonra da Prenses'i çekti.
Çetin, Prenses filminden sonra eleştirmenlerin kendisinden nefret etme döneminin başladığını söylüyor.
Mesaj vermekten hoşlanmadığını her fırsatta dile getiriyor. Neden gümrük, devletçi ekonomi, memuriyet gibi ‘‘mesaj çağrışımlı’’ konular seçiyorsunuz deyince, ağzından refleksi andıran bir cevap çıkıyor: ‘‘Bir yanım her zaman solcu çünkü. Ben aslında bireyci bir insanım. Bireyin hayatının herşeyden daha önemli olduğunu düşünüyorum. Ama yaşadığım toplumdan da etkileniyorum. Aslında ben de isterim, macera filmi çekeyim, polisiye çekeyim.’’
HAVUZU BİZ DOLDURUYORUZ
Sinan Çetin, filmlerinde görüntü yönetmenliği yapan Rebekka Haas ile evli. Bu evlilikten üç, bundan önce yaptığı evlilikten bir çocuğu var. O aile hayatını, aile de yüzmeyi pek seviyor. Bu yüzden, çoluk çocuk, bakıcı hep beraber bir havuza üye olmuşlar. Onlar gidince havuz doluyor, hatta taşıyor. Biz oraya gidenlerin yalancısıyız.
İki yaşındaki minik kızı Sahara ile büyük aşk yaşıyor: ‘‘Bugün Sahara'yı kucağıma aldım. Aslında tek yapmak istediğim onu bütün gün kucağımda gezdirmek, onunla oynamak. Başka hiçbirşey yapmak istemezdim. Film çekmek de buna dahil.’’
Böyle diyor demesine ama yeni filminin çalışmalarına başlamış bile. Yine popüler isimlerin olduğu bir proje bu. Ama şimdilik kamuya açıklanmaması için rica etti. Biz de kabul ettik.
Bir film eleştirmeni, ‘‘onu seviyorum, çünkü filmlerinin beğenmediğimde bunu yüzüne söyleyebildiğim tek yönetmen’’ diyor. Son filminde rol alan Kemal Sunal, Çetin'in ‘‘gönül almasını çok iyi bildiğini’’ aktarıyor. Filminde çalışanlardan biri ondan, ‘‘muhabbeti çok tatlıdır, bayılırsın’’ diye söz ediyor. Sinan Çetin, çevresini eğlendiriyor. Eğlendiremediği tek kitle, sinema eleştirmenleri. Zira iki haftada 350 bin kişinin izlediği son filmi Propaganda hakkında, olumlu bir tek eleştiri yazısı yayınlanmadı. Çetin umursamıyormuş gibi görünse de, sohbetin satır aralarında eleştirmenlere olan kızgınlığını sık sık dile getiriyor. Ama eklemeden de edemiyor: ‘‘Neyse canım, herkes istediğini yazmakta özgür. Zaten onlar acıdıkları yönetmenleri seviyorlar. Şükür ki, bana da acımıyorlar!’’