Güncelleme Tarihi:
Utah doğumluyum. Babam sigortacı, annem bankacıydı. İkisi de çok organize insanlardı. Kendi sebze-meyvemizi yetiştirir, kendi mobilyamızı yapardık. 9 yaşındayken, bana bir dikiş makinesi almalarını istedim. Çünkü boyuma göre elbise bulmakta zorlanıyordum. O gün bugündür tam bir elbise takıntılısıyım, bağımlısıyım. Ne derseniz deyin işte, elbise demek ben demek...
Bazen vintage elbiseleri keser, kumaşlarından kendime uygun elbiseler yapardım. Eski erkek ceket ve pantolonlarını bedenime göre daraltırdım. 50’lerden kalma kocaman kabarık bir eteği elbise yaptığımı hatırlıyorum. Dikim ve parçaların mimarisi benim için çok önemliydi. Eskiden ikinci el dükkânlara gitmek şimdiki gibi havalı değildi ama hep oradan iyi kumaşlar çıkardı, anneme yalvarırdım zaten. O da beni kırmaz, şehir dışındaki dükkânlara götürürdü.
HİÇ KAMBUR DURMADIM
Evet boyum normalden çok uzun. 20’lerime gelinceye kadar bu beni çok utandırdı. Yeni bir mekana girdiğimde otomatik olarak kafalar bana çevrilirdi. O bakışlara kör olmayı biraz geç öğrendim. 20’den sonra sanki kimse bakmıyormuş gibi davranabildim. Ama benim için önemli tek bir şey var. Ne 20’lerimden önce ne de sonra boyum uzun diye eğilip, bükülmedim. Hiç kambur durmadım, hep dik durdum.
Utah’dan çıkıp, model olmak için Paris’e gitmem herkese enteresan geliyor. Çok planlı bir hareketti oysa. Tasarımcılarla yakın çalışıp, moda dünyasına girmek, işi onlardan öğrenmek için Paris’i seçtim. Bu yolla tasarım dünyasının kapısına ayağımı atabildim. İlk öğretmenim Thierry Mugler oldu. Onunla bire bir saatlerce kesim, çizim, kalıp, dikiş çalıştım. Ondan kadın siluetini doğru bir şekilde tasarlamayı öğrendim. Azadine Alaia, Madam Gray ve Coco Chanel’den her zaman çok etkilendim. Partileyen ve spot ışıkların büyüsüne kapılan modellerden olmadım hiç. Kulis ve perde arkasıyla daha ilgiliydim. Yani tasarımcı olmak için modelliği kullandım diyelim. Podyumda yürümenin bana öğrettiği tek şey, topuklu ayakkabıların üzerinde yürümek. Bir de kendime güvenmeyi tabii.
SEKSİLİK ÖNEMLİ
Elbiselere tutkum film stüdyolarının kostüm departmanlarında ve film setlerinde pekişti. Modelliğin yanı sıra, reklamlara styling yaparken bir yönetmenle tanıştım. Yaptıklarımı çok beğendi ve filminde benimle çalışmak istedi. Bir kişiyi değil bir karakteri giydirme fikri beni çok heyecanlandırdı. Los Angeles’a taşınıp bu işe yoğunlaştım. Hep “Daha gencim, şimdi denemeyeceğim de ne zaman deneyeceğim” diye düşündüm. Yaşlandığında keşkeleriyle savaşan bir kadın olmayı hiç düşünmedim.
Çalıştığım ünlüler hakkında asla konuşmam. Hepsiyle styling yaparken tanıştım neredeyse. Önceleri başka tasarımcılardan onlar için seçim yapıyordum. Sonra kendi tasarımlarımı yapmaya başladığımda da benimle çalışmak istediler. Çünkü galiba ruhlarına hitap ediyorum ve daha da önemlisi bedenleri için neyin doğru olduğunu biliyorum. Bir elbisenin kadının üzerinde fit durması en büyük takıntım.
Beni tercih eden müşteriler lüksü seviyor. Bir stilleri var ve iyi maldan anlıyorlar. Uğraşsız şıklık peşindeler. Önemli bir yere giderken düdük ve ziller takma gerekleri yok. Koleksiyonlarımı yaratırken dişiliği mükemmel işçilikle birleştiriyorum. Seksi olmaları önemli. Her tasarımımda kadın formunu ve siluetini kutluyorum. Elbiselerim kadın siluetine bir şükür gibi... Ve böyle olunca seksi gözüküyor.
YORGUNKEN KIRMIZI TERCİH EDERİM
Ben giyinirken özgürüm. Moduma göre giyinirim. Stilim tabii ki hep aynı. Kışın renkli giyinmeyi seviyorum. Akşamları genelde siyah. Yorgunken kırmızı tercih ederim. Sağlıklı beslenmeye çalışıyorum. Üç ana yemek çok önemli. Her gün egzersiz yapıyorum. Hiç bir şey yapamazsam, 20 dakika yürürüm. Paris’teki atölyem altıncı katta. İnip çıkmak bile spor. Londra’daysak bisiklete biniyorum. Aktif olmayı seviyorum. Bir de çok su içiyorum. Müze gezmek, parklarda yürümek, uçaklar beni çok sakinleştirir. Müzik tabii ki vazgeçilmezim. Konser izlemek gibisi yok. Beni rahatlatacak, diye başladığım işler iyi gelir. Böyle deyip siyah-beyaz bir film koyarım mesela. İlham için özel bir kaleme ya da mekâna ihtiyacım yok. Her güzellikten ilham alıyorum. Gözüm hep açık. Stüdyo, ev, uçak, tekne hiç fark etmez. Bir tek yazın tasarlamam için sıcak bir yerlere gitmem gerekiyor. Çünkü soğuk bir yerde yaz tasarlarsanız, pratiklik açısından pek çok şeyi unutabiliyorsunuz. Tasarım yaparken elektroniği tamamen hayatımdan çıkarıyorum. Sosyalleşirken de... Arkadaşlarımla yemeğe çıkmak için telefonlarını kapatmalarını şart koşuyorum.
KÜÇÜK SİYAH ELBİSE
L’wren Scott, ilk koleksiyonu olan ve tamamen siyah parçalardan oluşan ‘Little Black Dress’i 2006’da yarattı. 2009’da Bois de Boulogne koleksiyonuyla İtalyan yapımı ayakkabılarını tanıttı. 2010 sezonu içinse Lancome ile işbirliği yaparak dumanlı gözler, gri ve bordo renklerden esinlenerek makyaj malzemeleri serisi çıkardı. Son olarak farklı boylarda, egzotik deriler kullandığı Lula çanta koleksiyonunu hayata geçirdi. L’wren Scott koleksiyonları dünyanın moda başkentlerindeki butiklerde satılıyor.
“10 yıl önce de Türkiye’ye gelmiştim. O zaman kadınlarınızın güzelliğini fark edememişim. Şimdi sofiktike ve çok şık kadınlar gördüm”