El Kaide kaltağı Zahide’nin romanı

Güncelleme Tarihi:

El Kaide kaltağı Zahide’nin romanı
Oluşturulma Tarihi: Eylül 20, 2008 00:00

Müge İplikçi’nin son romanı Kafdağı’nda, Pakistan asıllı ABD vatandaşı "El Kaide Kaltağı" Sohni Zahide Mühür, kocası nedeniyle bu örgüte yataklık yaptığı için suçlu bulunmuştur. Theta adındaki bir programda sistemli olarak uygulanan psişik yöntemlerle beyni yıkanır.

CIA’nın tutukluları başka ülkelere teslim etmek için kiraladığı Phoenix yani Anka Kuşu adındaki lüks jetlerle dolaştırılır, işkencelere, tecavüzlere maruz kalır. Romanın diğer kahramanı ise Emel adındaki bir Türk gazetecidir. Zahide, yıllar önce Ohio State Üniversitesi’nde öğrenciyken tanışmıştır Emel’le. Theta Programı, Zahide’yi Emel’leştirmiştir, Zahide kendisini Emel sanır. Oysa Emel, 1999 Gölcük Depremi’nde ölmüştür... Müge İplikçi, dünya imparatorluğunda yükselen yeni muhafazakárlığı kıvrak, tempolu ve sarsıcı üslubuyla ustalıkla eleştiriyor. Romanın kurgusunda yeni Amerikan gerçeklerini de çok iyi kullanıyor. El Kaide zanlılarının Teslimat Programı’nı, sorgu yöntemlerini, atıldıkları hücrelerin ebadını, CIA’nın akademisyenler ve üniversite bursları aracılığıyla uluslararası çalışma yöntemlerini... Müge İplikçi, eşi Ruşen Çakır 11 Eylül’den hemen sonra Vatan gazetesi Washington temsilcisi olduğunda, dokuz yaşındaki oğlu Ali Deniz’le birlikte ABD’ye gitti ve orada iki yıl kaldı. Orada yaşadığı, gözlediği ötekileştirilme, Türkiye’ye döndüğünde Kafdağı’nı doğurdu. Kafdağı, 11 Eylül sonrası ABD’yi anlatan ilk Türk romanı. Romanını yazmasına neden olan ortamı bize anlattı.

Umarım Obama gelir, Amerikalılar biz nerede duruyoruz diye sorgular

ABD, 11 Eylül’den sonra gittiğim ve farklı algıladığım bir yerdi. Üstelik Washington DC’deydim. Televizyon, oğlum Ali Deniz’in belirlediği o gündemin (veliler, öğretmenler, okul) içerisine girmek, güvenlik politikaları, Ruşen’in izlediği siyasi gündem, bütün bunları takip etmek, bugüne kadar yaşamadığım bir Amerikan deneyimini tattırdı. Oradayken solun genel prensiplerini içererek, yer yer çalarak oluşturulmaya çalışılan o dünya görüşü, o yeni sağ fikri, beni çok rahatsız etti. Obama’nın gelmesi çok büyük avantaj. Ama kimin için? Kitapta geçen Teslimat Programı’na baktığımızda, Clinton döneminde ağırlık kazanmış. Tek dileğim, Obama gelir ve biz nerede duruyoruz diye insanlar sorgularlar. Bu bir ihtimal dış politikaya da yansır; gerçi Obama, konuşmalarından birinde Ortadoğu politikalarımız farklı olmayacak, belki daha sertleşecek, dedi. ABD’de Vietnam Savaşı dönemi, Amerikalı’nın nerede durması gerektiğini saptaması ve sorgulayıcı olması bakımından önemliydi. Sonradan "biz ne yapıyoruz"a döndürdüler işi: Bir dakika, biz imparator olmalıyız! ABD’nin şu an çizdiği genel politika bu. Çok tehlikeli.

Müslümansın çağın vebasısın

ABD’nin yeni muhafazakarlığını anlatırken İncil’den alıntı yaptım. İsa diyor ki: Mukaddes olan itlere verilmemeli ve inciler domuzlara atılmamalı. O zaman sormak lazım: İtler ve domuzlar kim? Mukaddes olan nedir ve bunu kimler belirler? Verme mekanizması kimdedir? Yüzüklerin Efendisi’nde bunu gördük: Ortadoğulu kötü, karanlık ve düşman. Arka planda bu pompalanıyor. Mukaddes olanın verilmemesi gereken bölgeleriz, insanlarız. Çağın vebasıyız. Çağın özeti bu. Zahide’ye verilen de bu: Sen hiç kimse değilsin! Bu insanlar evlerinin önünden alınıyor ve aylarca işkenceye tabi tutuluyorlar. Sırf Müslüman oldukları için. Fundamentalizmin her türlüsüne karşıyım. Ama insanların elinden ayağından, bedeninden, ruhundan her şeyi çalarsanız, geriye sadece terör kalır cevap olarak. Terör tek yanıt haline gelmişse, düşünülmelidir.

ROMANDAN BİR BÖLÜM

Zahide’nin hücresi


Sohni Zahide Mühür, El Kaide’ye yataklık etme suçlusuydu. Üçüncü dünyalı olma suçlusuydu. Farklı dinden olma suçlusuydu. Kadın haliyle bu işe kalkıştığı için daha da suçluydu. (...) Avludan binaya sokulacak Zahide. Küçücük bir odada beş saat sorguya çekilecek ve tehdit edilecek. Ertesi gün binanın bodrum katına indirilecek. 5 numaralı hücreye konulacak. Gerçekten de on ay boyunca bu daracık hücrede kalacak Zahide. Kendi tabiriyle işkencenin Allahını tadacak bu delikte. 91 santim genişliğinde, 180 santim uzunluğunda, 2 metre yüksekliğinde bir hücre. Duvarlar betondu, yerler kırmızı tuğla. Vere vere bir battaniye vermişlerdi bana, iki plastik kase, iki şişe. Fareler de cabası, "Burada ölmeden nasıl durabilirim?" diye sordu. (...) Her safha bir anı demekse bütün anılarını tüketmişti Sohni. Sonunda Sohni’ye kala kala "Her şeyi kabul ediyorum" demek kalmıştı. Son direnme noktası.

OĞLUM OKULDAN GELDİ BEN BEYAZ DEĞİLMİŞİM DEDİ
/images/100/0x0/55eb17c2f018fbb8f8aa901d


Oğlum bir gün okuldan geldi, derim ne renk, diye sordu. Beyazsın dediğimde, "Hayır beyaz değilmişim. Ben Amerikalı olmadığım için, derim beyaz olsa da bu beyaz başka beyazmış" dedi. Bunu diyen çocuklar da Jamaika kökenli yani siyah Amerikan vatandaşı. Türkiye’ye döndüğümüzde, bir gün okuldan geldi ve "Anne ya, buradakilerin hepsi Müslümanmış" dedi. Amerika’da sınıftaki tek Müslüman’dı. Öğretmeni çok iyiydi, hiçbir zaman ayrımcılık yapmadı ama çocuklar arasında ayrımcılık vardı. Adı Ali Deniz’di ama ona hep Ali dediler. Deniz’in telaffuzu daha kolaydı oysa. Oğlumun okulundaki veliler, hiçbir şey söylemezlerdi. Ama bakışları, orada dur, bakışlarıydı.

LONDRA’DA BOMBA PATLADIĞI GÜN WASHINGTON’DA OTOMOBİLİ ÇEKTİLER

Üçüncü dünyalısın. İyi olabilirsin ama her zaman bir tehdit unsurusun. Çok iyisin ama keşke Müslüman olmasaydın... Londra’da bombalı saldırının olduğu gün, ABD’de onuncu günümdeydim. Elimde Turing’ten aldığım, iki ay geçerlilik süresi olan ehliyetim var. Hiç U dönüşü yapılmayacak bir yerde, yapmaya yeltendim. Tam arkamda bir siren duydum. Son derece hoş, sarışın bir kadın polis geldi. "Kıpırdama! Konuşma!" diye emir veriyordu, sesinde endişe seziyordum. Arkadan iki ekip daha geldi. Ehliyetimde, Müslüman olduğumu gördü, otomobili alıp çekti. Bir yandan ağlıyorum, bir yandan da bu şehirde yeniyim, kimseyi tanımıyorum, cep telefonum yok, diyorum. Bu benim sorunum değil, git, bir yerden telefon et, diyor. Ruşen o gün şehir dışındaydı, arayacak kimsem yoktu. Aslında Amerikan trafik kurallarında bu hareketimin karşılığı otomobili çekmek değildi. Ama Londra bombasının faturası bana öyle vurdu. Kimbilir, kimlere nasıl vurdu?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!