Güncelleme Tarihi:
Bırakın fırtına, ya da rüzgarı en hafif bir yellenme karşısında dolar başını alıp gidiyor.
Hazımsızlık kapasitesini aklından çıkarmayan bu hükümet, en küçük barsak gurultusu karşısında gerileyen doların neden böyle cilve yapmaya kalkıştığını farkedemiyor.
Amerika hapşırıyor. Bizim ekonomi gribe yakalanıyor.
Japon cephesinden Yen’in hafif manevrası, bizim ekonomiyi yatağa düşürüyor.
Hele şu Çin yok mu Çin.
Hani bir zamanlar “Türkiye’den sadece postakal ihraç etsek bize yeter” dediğimiz Çin.
Çin’lilere birer postakal satsak bir buçuk milyar adet postakal eder ki, Türkiye’nin toplam üretimi buna yetmez dendi.
Tabii Çin bizden ne portakal aldı, ne maydanoz.
Önce ideolojik duvarlar, sonra da gümrük duvarları yıkılınca dev Çin her ülke için korkulu hale geldi.
Tabii bizim için daha fazla.
Çin mallarının ülkemize nasıl girdiğini anlamaya çalıştı hükümet.
Toplantılar yapıldı.
Önlem paketleri masaya yatırıldı.
Yerli sanayii korumak için çareler arandı.
İşte bu süre içinde Çin malları Türkiye’yi istila etti.
Bu kez bir başka işsizlik dalgası sardı ülkeyi.
IMF’nin güdümündeki hükümet AB’nin kapısını çaldı ama ÇİN dalgasından kendini korumaya çalışan Avrupa “herkes kendi başının çaresine baksın” deyip yan çizdi.
Çin’i halledemedik.
ABD’nin dolarla oynaması ayrı.
Faizlerle oynaması daha ayrı.
Dışarda Amerika sayesinde işler karıştı.
İçerde de zaafiyet gösteren hükümetin gerekli önlemi almaması sonucu işler karıştı.
Ülke ekonomisi sarsıldı ve büyük bir dalga geldi.
Ülke ekonomisi dalgalanınca ne olur?
Akbabalar üşüşür.
Üşüşür ve adamı canlı canlı yerler.
İşte tam bu sırada pusuda bekleyen sıcak para, dalgalanmadaki dolarla oynamaya başladı.
Yabancılar borsadaki sıcak parayla doların bir gecede yüzde 30 değer kaybına neden oldular.
Türklerin cebindeki yerli para bir gecede yüzde 30 erirken, akbabaların kazancı yüzde 30 idi.
Yani küplerini doldurdular ve sıvışıp gittiler.
Şimdi ceplerde eriyen paranın yerine yenisi konmayınca sessiz kitlelerin bağırıp çağırmasına geldi sıra.
Önce memurlar girdi sıraya.
Sonra işçiler girecek.
Daha sonra emekliler.
Pardon, emeklilere gerek yok.
Onlar zaten yaşamıyorlar ki...
Yazık, yaşadıklarını sanıyorlar...
“MUŞ” gibi yapıyorlar.
Yaşıyor (muş) gibi...
Sezai Bayar