Güncelleme Tarihi:
Çekimleri Ankara’da süren Erdal Beşikçioğlu, Ayça Varlıer, Canan Ergüder, Pelinsu Pir gibi isimlerle oynadığınız ‘Behzat Ç’ dizisine dahil olmanız nasıl gelişti?
Yönetmenimiz Serdar Akar'la ‘İstanbul Kanatlarımın Altında’ filminde tanışmış ve çok da keyifli çalışmıştık. Yine birlikte çalışacağımızı öğrenince gelen teklife gözü kapalı evet dedim. Bu yazın sonlarına doğru oldu ve başka tekliflerle ilgilenmedim.
Canlandırdığınız Şevket karakteri; kendine güveni tam, dışadönük… 'Gemisini yürüten kaptan' anlayışıyla hareket eden, kardeşinin arkasını toplayan biri… Nasıl gidiyor çekimler?
Didişen iki kardeşi oynamak keyifli. Sesli çekiliyor olması keyifli, Ankara'da olması keyifli. Canlandırdığım rolün en güzel yanı kardeşinin taşkınlıklarını çevreye idare ettirmeye çalışması ve sürekli arkasını toplaması onu ne kadar sevdiğinin ifadesi. Birbirlerinin zıttı gibi görünseler de ikisi de heyecanlı hiperaktif karakterler. Erdal’la (Beşikçioğlu) çok eskiye dayanan arkadaşlığımızın artıları da oyunumuza yansıyor besbelli.
Siz az projede yer alıyorsunuz ama yer aldığınız her projede rolünüzden ve kendinizden bahsettiriyorsunuz. Mesela ‘Kaynanalar, Sil Baştan, Asmalı Konak, Kavak Yelleri, Binbir Gece, İstanbul Kanatlarımın Altında, Yengeç Sepeti’ rol aldığınız yapımlardan bazıları. Az sayıda projede ama ses getiren rollerde karşımıza çıkıyorsunuz. Gelen projelerde size önerilen, canlandıracağınız rol seçimini yaparken nelere önem ve öncelik veriyorsunuz?
Ne güzel özetledin Melike, teşekkür ederim. Tabii ki bir rolü kabul ederken tüm oyuncuların yaptığı gibi benim de kıstaslarım var. Hele hele eskiden sektöre daha hakim olduğum için, seçim yapmam daha kolay oluyordu. Şimdilerde ise zorlanmıyorum desem yalan olur.
Neden?
Yeni kurulan şirketler… Hep başımızda en büyük sorun olarak duran ilk iş yapma heyecanı içinde olup gerçekleri görmeyen yapımcı - yönetmen ya da ilgili kişiler… Öncelikle senaryoyu iyi görebilmek gerek. Bu diziyse farklı, filmse farklı değerlendirilir. İşin başarılı olması için birçok detayın bir araya gelmesi gerekir. Oyuncu dağılımından yönetmene, kamera arkasındaki ekipten yayın saati ve gününe kadar ilginç bir süreçtir.
SÜREKLİ BAŞARILI İŞLERDE BULUNMAKTA BİR KADER!
Bu saydıklarınızın hepsi birbirinizin lokomotifi aslında.
Kesinlikle… Başta ne güzel özetledin dedim, şu yüzdendi. Benim de, başlayıp 6 ya da 7 bölüm sonra kalkan işlerim de oldu. Sürekli başarılı işlerde bulunmakta bir kader olsa gerek!
Opera sanatçısı ve oyuncu Sevda Aydan'ın oğlu olmanız, sanatın olduğu bir ortamda yetişmeniz sizin meslek olarak sanatı seçmenizde en büyük etken olmuştur diyebilir miyiz?
Tabii ki ailemden etkilenmişimdir. Annemin dışında babamın ve halamın da opera sanatçısı olması, dayımın senfoni orkestrasından olması çevre ve yetiştirilmenin de büyük etkisi olmuştur. Ama insanın içinde yoksa bütün bunların da o kişiye bir faydası olamaz düşüncesindeyim.
Tabii ki, dediğiniz gibi…
Ben plastik fonetik sanatın bütün dallarıyla ilgiliyimdir. Sadece oyuncu olmak bir iki dizide oynamakla bu işler olmaz.
AŞIK OLDUĞUM KIZ, KONSERVATUARIN BALE BÖLÜMÜNÜ KAZANINCA, BEN DE BALET OLACAĞIM DİYE TUTTURDUM!
Okul yıllarında balet olmak istemişsiniz ve hocaların ‘Boyun çok uzun’ demeleri ile baleden vazgeçmişsiniz. Neden baleyi seçmiştiniz ilk olarak?
Çok güzel bir soru. Bale eğitimi ilkokul 3. sınıftan başlar. O yıllar aşık olduğum kız Ankara devlet konservatuarının bale bölümünü kazanınca, ben de balet olacağım diye tutturmuştum. Sanırım ailem üzülmemem için beni sınava hazırlamışlardı. Zaten olan oldu ve seneler sonra konservatuarın tiyatro bölümüne girdim.
Ankara Devlet Konservatuarı’nı bitirdiğiniz yıl hocalarınızla oynamışsınız. Konservatuar öncesinde tiyatronun hayatınıza girişi nasıl ve ne zaman oldu peki?
Yaşım büyüdükçe sürekli bale tiyatro ve opera izlemenin bir sonucudur sanırım. O sahnede olmak oyuncu olarak hem de... Ve tiyatronun reçine kokan kantininden çay içmek beni çok etkilemişti. 15 yaşında tiyatro bölümünün sınavını kazanınca ki sınıfımda 19 yaşında da öğrenci vardı. 5 sene içinde yüksek bölümden mezun olmuş, 20 yaşında profesyonel oyunculuğa atılmıştım. O 19 yaşındaki arkadaşım da 24 yaşında mezun olmuştu. Tiyatro bölümüne o yıllar hem ortaokuldan hem de liseden öğrenci alınırdı. Ben çok genç yaşta profesyonel hayata atılma şansına erişmiştim. Etrafımda örnek alabileceğim gerçekten çok ağabey vardı. Tiyatro ekolümüz sarsılmaz prensiplerle korunurdu.
Neden tiyatrocu olmak istediniz?
Başka bir şey yapamayacağımı düşündüm belki de. Etrafımı saran heyecan fırtınalı yaşam şeklinden nasıl olurda vazgeçebilirdim. Çok da şanslı olduğumu düşünüyorum. Zaman bana istediğim gibi yaşama fırsatı verdi. Tiyatrocu olmak istedim ve oldum. Günümüzde bunu isteyip başaramayan bir sürü genç vardır. Gençken meslek seçmek hele ülkemizde kutu karalayarak yapıldığı için, ben bunların üstünde bir yerlerde yaşadım gençliğimi. Kutu karalamadım, test çözmedim. Para kazanabilir miyim diye düşünmedim. Mezun olduğum gün başrol oynadım ve maaşım vardı. Sadece tüm bunlara layık olabilmek, bütün bunların bilincinde sorumluluklarımızı bilerek yaşamak ve üretmek kalıyordu geriye. Ben de öyle yaptım.
SANATÇININ, SEYİRCİSİNİ GEREKTİĞİ KADAR AÇ BIRAKMASI GEREKİR!
Röportaj yapmayı çok sevmiyormuşsunuz. Neden?
Evet bir ara… Şimdi çok memnunum. Zira istediğim gibi duygularımı aktarıyorum. Demek istediğim apaçık ortada. Bir diyorsam birdir, on değil. Genelde şöyle şeylerle karşılaşırız. Dedikleriniz hiçe sayılıp bambaşka anlamlar yüklerler. Mesela bir röportajımda; ‘ellerim yeteneklidir, el işlerinde yetenekliyimdir, örneğin bana bir taş verin sizin heykelinizi anında yapabilirim ama ortaya heykeltraş olarak çıkmam’ dedim. Ertesi gün dergide şöyle yayınlandı; ‘Çok yetenekliyimdir taş verin heykeltraş olayım. İlgi çekici başlığı bulmak için yıllarca savunduğum dağlara kar yağdırır bunlar. Ondan röportajı pek sevmem.
TOPLUM YAKINDA BİR ÇOCUK GİBİ HER İSTEDİĞİNE ANINDA ERİŞME ŞIMARIKLIĞINA KAVUŞACAK!
Sizi, oyunculuğunuzu takip edenler, merak edenler var. Onları sizden mahrum etme hakkınız var mı? (Kahkahalar…)
Sen mesleğini yaparsın, eğer gerçekten başarılıysan sorular kendiliğinden gelir. İkinci ve hassas bir konu da sanatçının izleyicisine kendisini özletmesi ve seyircisini gerektiği kadar aç bırakması gerekir. New York’a kadar gidip dünyanın en meşhur müzesinde bir Picasso’nun resminin fotoğrafını çekemezsiniz. O tabloya ulaşmak için dünyaca yol kat edersiniz ya da müze karşı sokağınızdadır. Hiç fark etmez, siz kalkıp onu ziyaret edersiniz. Eğer tersi olursa, fotoğrafını çekerseniz ve müzeye gitmenize gerek kalmaz. İstediğiniz zaman bakarsınız. İşte izleyiciye istediği zaman bakma ve o esere doyma şansı vermemek gerekir. Bu sadece, o eserin büyüklüğünün altını çizmek için değil, izleyiciyi dejenere etmemek içindir. Günümüzde dünyanın her yerinde giderek izleyiciye tüm istedikleri sorumsuzca sunuluyor. Doyumsuzlaşan toplum yakında bir çocuk gibi her istediğine anında erişme şımarıklığına kavuşacak. Yani neymiş? Gerektiği kadar görün ve biraz da izleyiciyi mahrum bırak!
EVLİLİKLERDE EN BÜYÜK DÜŞMAN KİŞİLİK MÜCADELESİDİR!
Ön planda olmayı sevmeyenlerdensiniz. "Kişiliğimi ikinci planda tutmayı severim” diyorsunuz.
Evet, ön planda olmayı pek sevmem. Ne zaman severim, işimi iyi yaptığım zaman… Gerektiği kadar ön planda görünürüm. Demode olmamak için tekrar gözden uzaklaşmak ve yeniden şarj olup tekrar üretmeniz gerekir. Sürekli ön planda olmak sorumluluk ister ve zor bir şeydir. Süresiz çalışmanız gerekir. İtiraf ediyorum, ben biraz tembelim. İki iş arasında surf'e binerim, fotoğraf çeker, resim yaparım. Kişiliğimi ikinci planda tutmak ise bambaşka bir konu; kollektif işlerde uyumlu çalışabilmek için gerekli bir şeydir bu. Kişilik yarıştırmak işe zarar verir. Evliliklerde bile, en büyük düşman kişilik mücadelesidir.
Kalbinizin kırıldığını, emeğinizin karşılığındaki alkışı göremediğinizi söylüyorsunuz. Ülkemizde emeğin ve sanatın değeri ne zaman ve ne şekilde anlaşılacak?
Her kırık kalp, yeni bir işte daha fazla enerjidir bizim için. Ateşten gömlekler de böyle giyilir. İnanın tiyatroda yaptıklarımdan bin kat daha fazla emek harcamış arkadaşlarım var. Bu işler böyledir kimin raitingi fazlalaşırsa sorular daha çok ona sorulur. Emeğinin hakkını alamamış tüm arkadaşlarımın adına bir şey söylemem söz konusu olunca derim ki; ‘Ey toplum, yor kendini biraz, işin kolayına kaçma. Hatta televizyon açma, zorlan çık dışarı. İlgi duy baktığın yere. Sana sunulanın seni sömürdüğünü yaşlandırdığını anla. Ayrıcalıklı olmaya, fikir üretmeye, öğrenip gelişmeye odaklan. Ey toplum, neye güldüğünü, niye güldüğünü anla. Televole kültüründen kaç!’
İNSANLARA YENİ UYUŞTURUCULAR PAZARLANIYOR!
İnsanların tiyatroya çok fazla ilgi alakasının olmamasının nedeni bir tek televizyon mu? Televizyonun dışında…
Teknoloji geliştikçe bireysellik artıyor. İnsanlara yeni uyuşturucular pazarlanıyor. Çok uluslu şirketlerin tüketim toplumu yaratma politikaları bunlar. İnanın toplumun sanata zaman ayırmasını bile istemiyorlar. O zamanı alışveriş merkezlerinde geçirmelerini, para harcamalarını, eğer sanatta gerekiyorsa, orda sinema tiyatro galeri gezmelerini istiyorlar.
Anadolu’da tiyatroya gerektiği kadar ilginin oluşamaması sadece televizyon olamaz. Bu toplum, televizyon ne kadar seyredilmeli problemini çözemedikçe sürekli ona bağımlı yaşadıkça değişen bir şey olmayacak. Yani tiyatroda bu telekoliklikten etkileniyor ama asıl tiyatroyu etkileyen basit ve kolay tüketilebilen her şeye bağımlı olan toplum! Dünyada en ucuz tiyatro ülkemizde. Yine de üşeniyor bu toplum.
İnsanları tiyatroya çekebilmek için neler yapılmalı peki?
Ben bildiğim her şeyi yaptım ve o yolda devam edeceğim. Seneler önce Konya’daki seyirci, oyun öncesi bizi dövmeye kalkmıştı, yıllar sonra o kapıda kuyruklar oluşturdum. Antalya, Sivas, Trabzon, Adana, Samsun, Bursa… Hepsini saygıyla hatırlıyorum. Ne çok anı...
Anadolu'da tiyatro izleyicisinin İstanbul’dakinden daha fazla olduğunu söylüyorsunuz. Bunun tam tersi olduğunu düşüyordur çoğu insan. Yani İstanbul’da seyircinin fazla olduğunu… Anadolu’daki insanların ilgisinin İstanbul’dakilere göre sanata daha aç oldukları için diyebilir miyiz yoksa başka sebepler mi?
Anadolu’da derken kastedilen şehrin nüfus orantısıyla İstanbul’unkini kıyaslamak gerek. Tabii İstanbul başlı başına bir kent. O kadar nüfusa kaç tiyatro sahnesi düşüyor acaba?
Oysa küçük bir Anadolu kentini örnek alırsanız nüfusa göre katılımın daha fazla olduğunu görürsünüz. Devlet tiyatrolarının bölgelerdeki çalışmalarının sonuçlarına bakarsanız, aldıkları yurtdışı ödüller dahil ne kadar başarılı işler olduğunu görürsünüz. Demek istediğim söz konusu bir açlık değildir. Sadece yaşam şeklidir. İstanbul’da 2 saatiniz trafikte geçerken, Anadolu bu iki saatini tiyatroya vermektedir.
Siz ‘Behzat Ç’ dizisinden önce Toprak Sergen’in ‘NTV Sahne Klasikleri’ konseptinde ‘Romeo ve Jülyet’i yönettiniz. Tiyatroda birçok oyunun rejisörlüğünü yapmış biri olarak, hangisi sizin için daha cazip? Yönetmenlik mi, oyunculuk mu? Neden?
İnanın bu soru hep sorulur ama ben hiçte samimi olmayan yanıtlar veririm. Soruyu geçiştirmek için...
Bu kez geçiştirmiyoruz o zaman. Şimdi samimi cevabınızı alalım. (Gülmeler…)
Benim için kısaca ikisi de birdir. Yönetirkenki sorumluluk neyse oynarken de benzer bir sorumluluk içine girersiniz. Belki yönetmek daha zordur diyeceğim ama neye göre…
Kıyaslama anlamında değil de… Oyunculukla yönetmenlik kıyaslanamaz ki zaten.
Aynen… Bazen biri cazip gelir bazen öteki…
Yönetmen, insanları sadece yönetmekle kalmıyor değil mi?
Yönetmenlik bazen en iyi ağabey olmayı gerektirir, bazen en iyi pedagog, bazen en iyi eğitmen… Ortaya herkesin sevebileceği bir iş çıkması için...
TELEVİZYON TEHLİKELİ BİR KUTU. ORDA GÖRDÜKLERİMİZİ SAHİ SANMAMAK GEREK!
Oyunculuk için eğitim şart diyenlerden misiniz?
‘Şart değil yaaa’ diyen var demek. İnsanların anlayamadığı şu; oyuncunun işi nedir, ne yapar? Oyuncuya komedyen denir; hem komedi oynar, hem dram… Hem şarkı söyler, hem dans eder. Budur oyuncu. Televizyonda görünen illüzyondur. Ne dansı, şarkısı abi ya, çıkar oynarım diyen de, onu alkışlayan da illüzyondur! Televizyon tehlikeli bir kutu. Orda gördüklerimizi sahi sanmamak gerek!
Ankara'da tiyatroya girmek isteyen öğrencilere 'Ege Aydan çalıştırırsa mutlaka kazanırsın' deniyormuş. Yetenekli öğrencilerinizi çalıştırırken onlara tiyatro, oyunculuk ve hayat adına öğrettiğiniz en önemli konular neler?
Sen kimden aldın bu dedikoduyu bilmiyorum (Gülmeler) ama benim hile yaptığım kesin! 3 tip vardır sınava girmek isteyen... İlki yeteneksizdir, direk söylerim, ‘Uğraşma boşver’ derim, gider. İkincisi çalışırsa bir yere gelebilen tiptir. Ona da kendisini çalıştırabilecek bir arkadaşımın telefonunu veririm, gider. Üçüncü. tip ise zaten yeteneklidir. İşte onu çalıştırırım. O çalışırken ben de gelişirim. En iyi gelişmeyi, birini çalıştırırken yaşarsınız. O zaten kazanacaktır, girer. Sonuçta kazanabilecek öğrencileri çalıştırıyordum. İşte hilem… (Gülüyor)
Oyunculuğunuzun yanı sıra ressamlığınız da var sizin. Suluboya ve eskiz çalışmalarınız var. 27. kişisel suluboya serginizi açtınız. Resme merakınız ne zaman ve nasıl başladı?
Ben kendimi bildim bileli böyleyim, çizer boyarım. Nedenini bilemiyorum. Ağzım sulanır, heyecanlanırım. İllaki gördüğüm ve etkilendiğim şeyi resmetmek, ona kendi masalımı eklemek isterim.
Resimlerinizi, eskizlerinizi tutkuyla, aşkla yapıyorsunuz ki böyle harika eserler ortaya çıkıyor. Peki aşk için neler söyleyeceksiniz? Neler hissettirir, düşündürür aşk?
Resim, eskiz derken aşka geldik, aşka geçtik.
BİLGİSİZ, EHLİYETSİZ YAŞANAN AŞK ÇABUK TÜKENİR!
E aşk da seven kalplerin, seven kalbin resmi değil midir zaten?
Değil mi, doğru… Aşk kişiliğinizi unuttuğunuz ve karşınızdakinin kişiliğini yaşamaya başladığınız bir duygudur. Bilgisiz, ehliyetsiz yaşanan aşk çabuk tükenir! Hastalık zannedilir. İnsanlık o mertebeyi kullanmayı daha öğrenemedi.
Evliliğin aşkı öldürdüğünü düşünenlerden misiniz yoksa aşkı pekiştirdiğini mi…
Evlilik içinde söyleyeceğim şey kişilik mücadelesi başladı mı bitmeli. Ben 10 yıl evlenmeden evli gibi yaşadım. Sonra evlenmeyi unuttuğumuzu fark ettik, gidip evlendik.
RESİM BİREYSEL OLDUĞU İÇİN PATIRTIDAN UZAK!
Sizde de yok yok! Desenlerinin ve şiirlerinizin basıldığı ‘Çalakalem’ adında bir de kitabınız var. Resim, oyunculuk, yazmak… Bu üç alan dönüşümlü olarak yaptığınız ve sizi fazlasıyla besleyen alanlar. Peki bu üçünden hangisinde kendinizi daha iyi hissediyor, daha rahat ifade ettiğinizi düşünüyorsunuz?
Resmi seçtim. Zira özgürüm. Sonuna kadar bana ait. Bireysel olduğu için patırtıdan uzak...
Oğlunuza düşkün olduğunuzu biliyorum. Oğlunuz da sizin yolunuzdan mı geliyor? Yoksa farklı bir alanda mı…
Oğluma sosyal anlamda insan olmayı göstermeye çalıştım. Eğitmedim, sadece gösterdim. Bu da bir eğitim belki. Sonuçta yolunu o seçti, o buldu. Geliştirmek istiyor ama sanatta değil...
Onun oyunculukla ilgili yaklaşımı nasıl? Sizi eleştiriyor mu mesela?
Tabii ki… Çok iyi tanıdığı için de, eleştirirken çok iyi noktalara değiniyor.
BAŞARIYI HAK ETTİNİZ Mİ SİZİ KİMSE TUTAMAZ!
Başarı kıstasınız nedir peki?
Hak ettiniz mi kimse tutamaz sizi. Bu başarıdır. Dinlenmek için yorulmak gerek gibi...
Size ‘Delete’ tuşu verselerdi, hayattan ve kendinizden neyi - neleri silerdiniz?
Hiçbir şeyi silmezdim, hakettim bunları ben. İyi kötü memnunum.
ORTAK ARKADAŞIMIZI MERAK ETMEYE BAŞLADIM MELİKE!
Çok kola içiyormuşsunuz. Nerden bu kola düşkünlüğünüz?
Ortak arkadaşımızı bayağı merak etmeye başladım Melike. (Kahkahalar…) Her şeyin fazlası zarar... Sigarayı bıraktığım gibi kolayı da bıraktım.
Mutluluk nelerde yüzünü gösterir size?
Hakettiğim şeyleri hissettiğimde...
HAKETMEDEN HAKETMİŞ GİBİ YAŞANDIĞINDA HAYAT HEP BİR TOKAT ATAR ADAMA!
Hayatın size öğrettiği en önemli tecrübeler neler?
Haketmeden haketmiş gibi yaşandığında hayat hep bir tokat atar adama! Önemli olan bu tokatı da anlamaktır. Tokat yemedim mi? Tabii ki bende böyle olgunlaştım. Yoksa nerden bilebilirim ki...