Güncelleme Tarihi:
BEN adını verdiği kitabında, şimdiye kadar yazdığı romanlarında anlattığı konuların, olayların, aşkların gerçek hayatındaki kaynaklarını okurlarıyla paylaşan gizemli bir yazar. Müstear ismi Shark, gerçek ismi ise Aydın Aytaç. Son kitabını yayınevine göndermeden önce, dinlenmek için gittiği bir sahil kasabasında başına umulmadık bir felaket gelir. Kitabının kopyasını gizlice alan kasaba halkı, bunca yıl kimliğini gizleyen ve okurlarına oyun oynayan yazara, hayatının oyununu oynarlar. Aydın Aytaç, bizimle Ben’ini paylaşırken diğer taraftan da, “aslında kim” olduğunu sorgulamaya başlar. Gazeteci, yazar Nuriye Akman Doğan Kitap’tan çıkan üçüncü romanı Kim’de çok katmanlı bir kurguyla, önce kahramanına sonra da bize “kim”i ve “ben”i sorgulatıyor. Akman’la Kim üzerine konuştuk.
* Kim’de, gerçek “ben”ini yıllarca gizli tutmuş ve bunu büyük oranda başarmış bir yazarın fildişi kulesinin yıkılışını okuyoruz aslında. Egonun yıkılışı da diyebiliriz. “Ego”da sizi çeken neydi?
- Ego ya da eski deyimle nefs, hem fiziksel gerçeği hem de manevi hakikatı kavrayamayışımızın ana sebebi. Egomuzun büyüklüğü ölçüsünde gerçekliği çarpıtıyoruz, nefsimizin kesafeti hakikatimizin önünde kalın bir duvar örüyor. İnsanın benliği hakkında kendisinin bildiği, başkalarının bilmedikleri vardır. Bir de kendisinin bilmediği fakat başkalarının onun hakkında bildiği şeyler vardır. Ve son olarak insanın benliği hakkında kendisinin de başkalarının da bilmediği şeyler vardır. Bunların her birinin algılanma biçimleri de zamana, mekana, insanına göre değişir. Yani “ben” deyip geçemeyiz, “bu benim” diyemeyiz. Deriz de, tam olarak doğruyu söylemiş, gerçeği ifade etmiş olmayız. Aydın Aytaç, sadece ben sandığı şeyi gizli tuttuğu için yıkılmadı. Önce sakladıklarıyla yüz yüze gelip sarsıldı, ardından o yüzleştiği şeylerin de ardında, o ana kadar haberdar olmadığı başka bir hakikat olduğunu hissetti.
* Aydın Aytaç’ın tatil için geldiği kasabada yaşadıkları bir nevi onun küçük cehennemi halini alıyor. Ben kimim, sorusunu sormasına sebep oluyor tüm bunlar. Bu aslında insanlık tarihi kadar eski bir soru, varoluş sıkıntısı. Ne dersiniz?
- Haklısınız. Adem cennette yalnızken kim olduğunu tamamen biliyordu. Yaratıcısıyla hemhal durumdaydı. Ne zaman ki ikinci bir insan geldi yanına, nefs mekanizması çalışmaya başladı. Egosu, eşi oldu. Vareden’le birlikteliği perdelendi. Ve ikisi dünyaya yani daha alt bir bilgelik katmanına indikleri andan itibaren çarpık, bulanık görmeye başladılar. Asıllarını unuttular. Sanat, işte bunu hatırlatır insana. Hatırlama anlarımız çoğalsın diye yapılır.
* Aydın Aytaç hayatının her alanında son kararı veren bir kişi. Aşklarında bile. Bir kere ipi elinden kaçırdığı anda her şey çorap söküğü gibi geliyor. Burada altını çizmek istediğiniz şeyin, “bazen akışına bırakmak gerek” olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Bu çok grift bir mesele. Hayatta iplerin bizim elimizde olduğu sanısına ihtiyacımız var. Yoksa yaşayamayız. Çalışma, üretme arzumuz kalmaz. Kötülükle savaşma azmimiz kırılır. Ama elimizdeki o ipi aynı zamanda kaderin de tuttuğunu bilmemiz lazım. Dünyayı sebep-sonuç ilişkisi kurmadan kavrayamayız tamam ama bütün sebepleri ve sonuçları kapsayan bir ana çatı var ki kader diyoruz biz ona. Ya hep ya hiççi olduğumuz, ya siyah ya beyaz diye baktığımız için dünyaya, “kendimizi” ve “kaderi” bir arada algılamakta zorluk çekiyoruz. Oysa bu büyük bir imkan. Elimizden geleni yaparız, işler başka türlü geliştiğinde sığınacak, teslim olacak bir iç beldemiz olur. Hayır, akışına bırakmak diye tanımlamıyorum ben bu durumu, sentezlemek, ikiyi bir yapmak diye tarif ediyorum.
GERÇEK SANDIĞIMIZ SENARYOLARDA BOĞULUYORUZ
* Aydın Aytaç’ın travması köpeği Kral’ın yüzünde kendi yansımasını gördüğü anda başlıyor. Başına buyruk özgür “köpekbalığı” birden sadık bir köpeğe dönüyor, hattâ cinsiyetini bir türlü çözemediği Doktor Suat’a olan aşkında bile büyük bir bağlılık gösteriyor...
- Aydın, köpeği Kral’ın yüzünde kendi köpekliğini görüyor. Yani kendi hayvan halini. İnsanlıktan ne denli uzaklaşmış olduğunu ona hatırlatan bir uyarı bu. Bu tarz sarsıcı uyarılar çoğu kez bize sevdiklerimiz, değer verdiklerimiz kanalıyla gelir ki, ciddiye alalım, üzerinde düşünelim. Kral bir köpek olması dolayısıyla aynı zamanda sadakati de temsil ediyor. Aydın’ın roman boyunca düşe kalka öğrenmeye çalıştığı şey, gerçeğe sadık olmak. Cinsiyet muamması, Aydın’ın kendi içindeki ikiliği gösteriyor. Aydın’ın bağlandığı tek şey, kendi arayışının ateşi haline geliyor. O ateşin hiç sönmemesi lazım ki, Aydın aramaya devam etsin. Aydın, Suat’ın peşinden koşuyor, çünkü zekasına meydan okunması egosunu okşuyor. Ama Suat’ı ararken Emre’yi buluşunu da es geçmemek lazım...
* Aslında gerçek-kurmaca ayrımını şaşırmış bir insan Aydın Aytaç. Gerçekte de böyle olduğuna inandığınız insanlar var mı?
- Evet, hemen hemen bütün insanlar az ya da çok bu hastalıktan mustarip. En sağlıklı görünenimiz bile kendi gerçek sandığı senaryolarında boğulmuş durumda. Tabii ki ikiyi bir yapabilen az sayıda insan da var. Onlar da ortalıklarda dolaşmıyorlar. Çok arayan buluyor onları. Mitomaninin farklı bir boyutu da diyebiliriz ama, bütün dünya mitomani üzerine kurulu zaten...
* Aydın Aytaç gibi bir karakteri yazarken, romancı yönünüz dolayısıyla kendinizi de sorguladığınız oldu mu?
- İşte bu soruya cevap vermek çok zor. Ayrıca verilmemeli de. Bir yazar olarak benden bağımsız okunmasını isterim Kim’in. Zaten bu söyleşide gereğinden fazla söyledim fikirlerimi. Artık susayım. Bütün bu anlattıklarımın dışında muhakkak başka okuma biçimleri de olacaktır. Onları engellemeyeyim.
* Teknik olarak Kim’de hem Aydın Aytaç’ın romanı Ben’i hem de ona oynanan kurmacayı okuyoruz. İç içe, katmanlı bir yapıya sahip bir romandan söz ediyoruz yani. Bu Aydın Aytaç’ı anlatmak için yaptığınız bir oyun muydu?
- İnsan bir kitabı yazmaya oturduğunda böyle ince hesaplar yapamıyor. En azından ben yapamıyorum. Hikâye böyle gelişti. Ama şimdi düşünüyorum da, “Biz insanlar kendi hayatımızı yazarız, yani kitap yazarız anlamında söylemiyorum, seçimlerimizle yaparız bunu ama başka bir el de bizi yazar” demenin başka da bir yolu yoktu.