Bölgenin tarihine derinlemesine dalıyor, sosyal ve etnik oluşumlarına Türkiye’de alışılmış olandan farklı yerlerden bakıyor, dolayısıyla siyasete bulaşıyor, bugüne kadar yanlış bilinenleri ya da özellikle yanlış öğretilenleri oldukça keskin bir üslupla tersine çeviriyor, ezberleri azıcık dağıtıyor. Yani Diyarbakır’daki şirin kepapçılar, Mardin’deki nostaljik evler, Urfa’daki baraj gölü sörfçüleri, Hakkari’deki Vali Konağı’nın kameriyesinden görünen dağlardan fazlasını sunuyor. Yerel halkı memnun etmek ya da çeşitli kurumların duyarlıklarını gözetmek gibi bir kaygısı hiç yok. Okurun da genelde aptal yerine konmaktan hoşlanmadığını varsayıyor. Çünkü Nişanyanlar’a göre, tarih bilmeyen ya da okulda öğretilenleri tarih sananlar için Doğu’nun dağını taşını kaplayan eserler, çözümü güç birer muamma. Kitapta tarihe vasatın üzerinde yer vermeleri, o muammayı biraz olsun aydınlatma çabasından.
Kitap yine de Türk kamuoyunu öteden beri meşgul eden kalıplaşmış polemik konularına dokunmamaya özen gösteriyor. Herkesin kendince görüş sahibi olduğu alanlarda yeniden görüş beyan etmiyor. Bu yüzden Doğu’nun bugünkü beşeri coğrafyasına biçim vermiş olan iki temel olay, -1915 ve yakın dönemdeki çatışmalar- kitapta sessiz geçiliyorlar. Ankara’nın doğusundaki Türkiye, bir gezi kitabının ötesinde dedik ya, ötedekiler şunlar: Mesela Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Araplar, Artukoğulları gibi bölümleri var kitabın. Kürtçe’nin, Ermenice’nin, Süryanice’nin kökenleri anlatılıyor. Boşaltılan köylerin hikayelerine yer veriliyor. "Kürtler neden isyan eder?" ya da "Tabela dersleri" gibi bölümler de var. Nişanyan’la Türkiye’nin Doğu’sunu konuştuk...
Bu kitabın bugüne kadar yaptığınız en güzel gezi kitabı olduğunu söylediniz. Farkı, Doğu’dan mı kaynaklanıyor, sizin bakış açınızdan mı?
- Her ikisinden de. Doğu çok ilginç bir bölge, Batı gibi yüzeysel bir yaklaşıma izin vermiyor. Şurada şu otel, burada güzel evler var, demekle bitecek bir yer değil. Böyle yaptığımız taktirde dürüst olmayan, yalan bir kitap olur. Dolayısıyla görüntülerin arkasına geçip neyin ne olduğu konusunda sizi zorluyor.
Ne kadar tanınıyor Doğu Türkiye’de ya da tanınıyor mu?
- Hiç tanınmıyor. Sıfır! Şunu söylemek lazım: Bugün Türkiye’de iyi kötü, seyahat etme alışkanlığına sahip bir zümre oluştu. Endonezya’ya, Kenya’ya giden, Peru’nun dağlarına çıkan, Everest’e tırmanan insanlarla hemen her gün karşılaşıyoruz artık. Buna karşılık aynı kişilerin Ankara’nın doğusuna geçmemiş olanları şaşılacak derecede çok. Oysa ki bence Türkiye, bir bütün olarak dünyanın sayılı ilginç memleketlerinden biri ve doğusu, batıya oranla daha da ilginç. Gerçek anlamda bir seyyah için tabii.
DOĞUYA GİTMEK KENDİNLE YÜZLEŞMEK
Everest’i biliyorlar ama Doğu’yu tanımıyorlar’a sizin cevabınız ne? - Çünkü Everest’e gitmek, yabancı bir ülkeye seyahat. Türkiye’nin doğusuna gitmekse kendinle yüzleşmeyi gerektiren bir durum. Ait olduğunuz ülkenin öbür cephesini görmek o kadar kolay bir şey değil. Bir de o cephe şiddetli bir sansüre tabi tutulmuş, adeta unutulmaya çalışılmış, bastırılmış bir yerse, bununla yüzleşmek sizi daha da rahatsız eder. "Doğuda da ne var ki?" sorusu, otosansürün bir ifadesidir.
Siz böyle bir yüzleşme yaşadınız mı?
- Hiç şüphesiz. Ben 30 yıldır gidiyorum Doğu’ya. İlk 1976’da gittiğimde, ne kadar cahilmişim duygusuna kapılmıştım. Bu ülkede yaşıyoruz ve hiçbir şeyden haberimiz yok! Keşfettikçe gittikçe daha derinleşen bir duygu bu. Türkiye’nin etnik yapısının olağanüstü karmaşıklığıydı ilk öğrendiğimiz. Bu olay sadece bir Türk-Kürt meselesi değil, daha karmaşık şeyler var. Türk kimliği ne kadar sentez ürünüyse, Kürt ve Ermeni kimliklerinin de öyle olduğunu keşfediyorsunuz. Bu benim için Türkiye’yi keşfetmekle eş değerdi. Doğu gezi açısından olağanüstü, fantastik bir coğrafya, bunun yanısıra bir siyasi ve tarihi eğitim süreci oldu.
Nereden öğreniyorsunuz siyaseti ve tarihi, sokaktaki insanlardan mı?
- Bu ikili oluyor. Sokaktan bir şeyler öğreniyor, sonra gelip okuyorsunuz. Mesela bu gidişimizde, öbür (Tatvan’daki) Nemrut tepesinde korucularla konuştuk. O dağ bir Kırmançe aşiretinin mülkiyetinde ve aşiretin başındakiler Zaza. Ve aralarındaki muhabbet "Bu Kırmançeler bir şeyden anlamaz" şeklinde. Buyrun buradan yakın! İnsanın ezberi dağılıyor. Ne bileyim, Midyat’ta bir Yezidi ileri geleninin misafiri olduk, Almanya’dan dönmüşler, bir taş devri köyünde yaşıyorlar. Bir yandan güneşe tapmanın incelikleri üzerine konuşup, bir yandan da bize makinede filtre kahve yapmaya çalışıyordu.
YALAN RÜZGARININ HAKİM OLDUĞU COĞRAFYA
Doğu’yu keşfetmek için, gözlerinizin, kulaklarınızın, kalbinizin açık olması gerek, diyorsunuz. Neden?- Çünkü inanılmaz bir şekilde yalanın hakim olduğu bir coğrafya. Yer isimleri sahte, tarihi sahte, politikası sahte. Yani maske takmış bir yerden sözediyoruz. Birtakım tarihi eserler görüyorsunuz. Gerçekte kim yapmış bu eserleri, neyin nesidir, diye sorduğunuz zaman, cevabını alabilmeniz için en az on kabuk yalan perdesi açmanız gerekiyor.
Ne olmuş, başkalarının eserlerine, biz yaptık mı denmiş...- Son zamanlarda bütün valiliklerin, belediyelerin web siteleri var, o yerlerin sözde tarihleriyle ilgili bilgiler veriliyor. Yalan Rüzgarı gibi bir isim koyabiliriz bunlara. Cehalet artı kasıtlı tavır yüzünden, pervasızca yalan anlatılıyor. En basitinden, bölgedeki yer isimlerinin tamamının bir gerçek, bir yeni ismi var. Devamlı bir şeyi bir şeye tercüme etmek zorundasınız. Önce gerçeği aramak gerekiyor. Mesela, Gevaş’ta çok güzel bir ortaçağ türbesi var: Halime veya Celime Hatun Türbesi. Turizm Bakanlığı posterlerinde de geçer, Van’da da her yerde var bu posterler. Selçuklu kümbeti diye. Yapım tarihi 1380’ler... Selçuklular bu tarihte, en az yüz sene önce dünya tarihinden kalkmışlardı! Anladınız mı şimdi bu problemi? Böyle inanılmaz sayıda örnek var. Ahtamar’a gidelim. Orada bir kilise var...
Ama o Ermeni kilisesi olarak geçiyor.... Şimdi beş on senedir öyle geçmeye başladı. Ama adı her yerde Akdamar oldu. Zannediyorum 12 Eylül’den sonra icat edildi bu isim. Tuzlama demediklerine şükretmek lazım! Ancak adını Akdamar koyduğunuz zaman yalanla açıyorsunuz kapıyı. Ahtamar’a biz ilk 1976’da gitmiştik. Bir bekçi, koca koca profesörler geldi, bu yazıların ne olduğunu anlayamadı, diyordu. Ben baştan sona okudum. Yaa, dedi. Altı-yedi yıl sonra yine gittik. Aynı bekçi, yine aynı şeyi anlatıyordu. Bunun kendi inisiyatifinde olduğunu sanmıyorum, Yalan Rüzgarı’nın başka perdesi.
ANİ HARABELERİ NASIL ANI HARABELERİ OLDU
Doğrusu Ahtamar değil mi?- Evet. Muhtemelen Arap kökenli bir kelime. Benim kitabımın konusu değil ama son zamanlarda merakımı celbediyor. 6.-7. yüzyıllarda bölgedeki Ermeni kültürüyle Arap egemen kültürü arasında inanılmaz bir geçişme var. Ermeniler ciddi olarak Araplaşmışlar. Kitapta bir iki komik örneği var. Bir tarihte Urfa’nın hakimi olan Ebul Taab oğlu Vasil var. Babası Arap görünümlü, kendi Rum görünümlü bir Ermeni. Böyle hikayeler çok. Yani yalan rüzgarı tek tabaka değil, kazıdıkça altından başka şeyler çıkıyor. Aynı şekilde Ani’nin adı (Ani Harabeleri, Kars) gözle kaş arasında Anı oldu, biliyor musunuz? Bütün tabelalarda, resmi kaynaklarda Anı artık. Ani’nin kapısında bir tabela vardır, senelerden beri kaldırılmadı. Bu tabelada, taa Kalkolitik çağdan Hazreti Ömer’e ve Afşar Türkleri’ne kadar bölgeye uğramış ve uğramamış herkes anılır. Kentte kayda değer eserlerin tümünü yapanlardan, Ermenilerden tek kelimeyle bahsedilmez. Şaşırdık mı, hayır. Ahlaksızlık mıdır, evet! Bir gezi yazarı olarak sadece tepsiye konanları yazdığınız zaman yalana ortak oluyor, ahlaksızlığı paylaşıyorsunuz.
Yani gizlenen sadece Ermeni tarihi ve siz de Ermeni olduğunuz için bunu söylüyor değilsiniz, başkaları açısından da gizlenenler var?- Kesinlikle. Şu anda Ermeni hadisesinden daha önemli Kürt hadisesi var. Süryaniler son zamanlarda kendilerini savunabildiler. En azından bu yalan perdesini ciddi ölçülerde yırttılar. Ama aynı şey onlara da yapıldı. Onlar da başkalarına yapmışlar, yapıyorlar. Mesela yöredeki Süryani kurumları birer birer canlandırılırken Keldani eserleri unutuluyor.
Sonuç olarak bu siyasi bir gezi kitabı, deyim yerindeyse. Yerinde mi?- Kafası çalışan bir insan için, eğer amacı sadece gidip plajda yatmak değilse, her gezide siyasi bir yan vardır. Dünyanın neresinde gezerseniz gezin, eğer ot değilseniz, siyasete ilişkin, toplumun yapısına ilişkin birtakım gözlemlerle dönersiniz.
Peki insanlar daha fazla ilgi gösterdi diyelim, Doğu hazır mı turizme?- Hayır. Sermaye ve donanım yok ki. Ama her şey öğrenilir. Kalben hazırlar. Doğuda gördüğünüz hoşgeldin duygusunu Türkiye’nin başka yerinde göremezsiniz. Çünkü onlar sadece ekonomik açıdan değil, hapsolmuşlukları, yalnızlıkları bitsin, insanlar gelsin diye umutla sarılıyorlar turizme. Her şehirde temiz bir iki otel var ama taşrada yok. Doğru dürüst yemek yiyecek lokanta ise bütün doğuda ya bir ya iki tane.
Halbuki ne güzel mutfakları var... Gaziantep’te de mi yok?- Açıkçası yok. İyi Gaziantep lokantalarının hepsi İstanbul ve Ankara’da. Gaziantep’te ise esnaf lokantaları var, hepsinde de aynı şey. Tüm Doğu’da sadece kebap yiyorsunuz, imanınız gevriyor. Bari kebabı güzel yapsalar!
KİTAPTAN... ARTUKOĞULLARI İktidarlarının çapı ve kalıcılığı bakımından Konya Selçuklularından geri kalır yanları yok. Ortaya koydukları eserler de onlarınkinden daha önemsiz değil.
VAN ŞAMİRAM KANALI 2600 yıl önce Urartu kralları yapmış. Gürpınar’ın güneyindeki dağdan Van ovasına su taşıyan bir sulama kanalı. Çağının teknoloji harikası. 40 yıl öncesine kadar suyu içilirmiş. Şimdi inanılmaz iğrençlikte bir lağım. Yayınlarda Van’ın tarihi ve turistik güzellikleri arasında sayılıyor.
ERZURUM Soğuk, kara bir şehir. İnsanları taassup ve kuşku dolu. Yasaklarla örülü dünyalarını korumak için karanlık bir öfkeyle mücadele ediyorlar (...) Palandöken dağı üzerindeki kış sporları merkezinin Türkiye’nin en iyisi olduğu söyleniyor. Mimarinin çirkinliği açısından da sanırız zirve.
DARA: OĞUZ KÜRTLERİ Romalılar 363’te Nusaybin’i İranlılara kaybedince burası imparatorluk sınırı olmuş. 507 yılında imparator Anastasius tarafından ileri sınır karakolu olarak tahkim edilmiş. Yüz yıl sonra İranlıların eline geçmiş. Şimdi Oğuz adı verilmiş. Oğuz Kürtleri yerleştiğinden midir, bilinmez.
HARRAN Kovan evler dökülüyor. Onarımı, yenisinin yapımı Anıtlar Kurulu’nca yasak. Buna karşılık yanıbaşlarında briketten ucubelerin yapılmasını engelleyebilen yok (...) Harran’da son 20 yılda muazzam bir sulu tarım alanı yaratıldı. Bir görüşe göre ülkemizin gururu. Gerçekte muhtemelen ekolojik bir felaket. Bilenler kuru iklimde bu kadar yoğun sulamanın kısa sürede toprağın tuzlanıp tükenmesine yol açacağını söylüyor. Özbekistan da böyle çölleşmiş.
YÜKSEKOVA ETİLER’E RAKİP Türkiye’nin herhalde en görkemli panoraması burada. Kasaba kaçakçılık sayesinde bir hayli kalkınmış. Kişi başına gelir bakımından Türkiye’nin sayılı ilçelerinden biri deniyor. Ne kaçırdıklarını sormadık. Kişi başına düşen son model cip bakımından da muhtemelen Etiler’e rakip.
ŞEMDİNLİ Hakkari’nin Hakkari’si. Türkiye’nin en uzak köşesi. Tahminlerin aksine, durmuş oturmuş, uygar, hayli kozmopolit bir kasaba. İsviçre vadilerini anımsatan yeşil bir dere boyunda.