Aradan 27 yıl geçti fakat lanetli 27 yaş krizi, bu nevi şahsına münhasır markayı vurmuşa benzemiyor. Bugüne kadar müşterilerini kendi gibi olmaya çağıran, moda bizim için İstanbul’da bir semt adıdır diyen, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) yıkılmasın diye uğraşan Derishow; fikirlerini, hikayelerini tasarımlarıyla birlikte paketliyor. Sezon başlarında vitrini kurup kenara çekilmiyor, indirimin son iki ayı hariç, senenin her günü yeni bir şeyler çıkarıyor. Bu kış deriyi iç giyime dahil ettiler, Ege’nin siyahlarına yöneldiler. Dulların, zeytinin, hüznün ve yasın siyahına... Hikayeleri suyun iki yanından...
Derishow hiçbir zaman renk seven bir marka olmadı. Hep siyahlar, toprak renkleri, grilerden yana oldu tercihleri. Ama bu sene moda iki uçta salınıyor; ya kuzguni siyahlar var ya da neon renkler ile çingene pembeleri. Eh, bir Derishow tasarımında pembe görmek olası olmadığına göre, onlar da bu sezon yine bildikleri ve sevdikleri renkten devam ettiler. Kendilerini diğer siyahlardan ayırmak için de Ege’nin öykülerine yöneldiler.
“Krizde pembe hayaller satmak yerine ortak belleğimizden bizi gülümseten gerçekleri konuşmayı tercih ettik. Hepimizin müziğinden, zeytininden, mehtabından, balığından bildiğimiz ortak bir belleği seçtik. Siyaha yüklediğimiz duygusallık bize Ege’den geldi. Egeliyiz de zaten. Ege dullarının karalığını ortaya çıkarmak istedik” diyor Fatoş Ahunbay.
İnsan yine de merak ediyor, trendler, eğilimler bu markanın hiç mi umurunda değil, diye. Ne de olsa daha birkaç sene evvel “Moda İstanbul’da bir semt adıdır” diye tutturmuşlardı.
Elbette umurlarında, çünkü trend denen şey, zamanın ruhunu oluşturuyor bir yandan ve bundan kaçmak mümkün değil. Aldığınız nefesin içinde bile o var çünkü. Günün ruhu, herkesle birlikte onları da alıp götürüyor bir yerlere, kulaklarına herkesle aynı şeyi fısıldıyor.
Onlar bu fısıltıya kulak verip bir öykü yaratıyor, o öyküyü anlatan koleksiyonlar hazırlıyor. Bu noktada ikinci bir soru akla takılıyor. Derishow’dan alışveriş yapanlar bu öyküyü ne kadar merak ediyor? Ege’nin dulları, sadece siyah bir elbise arayan kadını ne kadar enterese ediyor?
“Biz hikayemizin dinlenmesini isteyen bir kurumuz. Onun için de sadece Türkiye’de belirli doğru noktalarda seçilmiş 5 mağazamız var. 5 mağazaya giden 25 bin kişinin ne giydiğini, ne aldığını tek tek biliriz. Böyle bir iletişimde, bu hikayeler samimiyetle olan şeyler. Ama çağımızda iletişim kitlesel düşünüldüğü için, bütün dünyanın ilgileneceği bir hikayeyi daha kitlesel bir marka seçiyor. Jean’ciler her zaman böyle hikayeler seçer. Ama bizim özgün çığlıklarımız var. Koleksiyonun arkasına sonradan hikaye uydurmuyoruz. Bizim müşterimiz direkt ya da endirekt samimi hikayemiz için alışveriş ediyor.”
Eskiden “koleksiyonun arkasındaki hikaye” bu kadar popüler bir kavram değildi. Hatta Türk tekstilinde pek rastlanan bir şey de değildi. Eskiden dediğimiz, 1990’lı yılların başı...
1994’te Derishow 12 yıllık bir markaydı. Arkadaşları olan yönetmen Umur Turagay, Paris’ten yeni gelmişti. Onun ısrarları ve heyecanıyla, Endüstri Devrimi tasarımları diye, o zaman gençlere yönelik bir tanıtım yaptılar. Bir de manifesto yazdılar. Ham bir kalasın üzerine yazılan manifesto, Nişantaşı mağazasının vitrinine kondu. Bir gün mağazaya iki genç geldi. Boğaziçi öğrencisi iki genç, okuldaki bir parti için manifestonun yazılı olduğu kalası alıp götürmek istiyordu. O zaman söyledikleri lafı birilerinin dinlediğini anladılar. Ürünün arkasındaki düşünceyi paylaşmak fikri oradan çıktı ve sonrasında da beklenir hale geldi.
TASARIMIN SUYU ÇIKTIBugüne kadar, bir şeyin değerli olması için tasarım olması yeterli oldu. Halbuki değildir. Fred Çakmaktaş’ın baltası da tasarım ona bakarsan. Tasarım lafının yerli yersiz kullanıldığı yıllardayız. Biz ruhumuzu bakir tutmak için bunların dışında durmaya çalışıyoruz. Bir, başka bir şey yapmayı bilmediği için tasarım yapan insanlar var, bir de yaratmak istediği ekonomik değere tasarım vasıtasıyla ulaşmak isteyen sermaye var. O değere başka bir vasıtayla ulaşabildiği zaman biz tasarımcıların yakasını bırakacak.
MÜŞTERİNİ TASARLAMAYA ÇALIŞMAK APTALCA BİR ŞEYMüşterisini tanımlamaya, tarif etmeye, hatta tasarlamaya çalışan tasarımcılar var. Siz bunu yapıyor musunuz?
- Bu çok aptalca bir şey. Bizim insanla olan ilişkimiz öyle bir şey değil. Bizim giysilerimiz insana şekil vermek için yok. Hiçbir zaman bir amaç olmasını istemiyoruz, kendini ifade etmenin aracı olmalı.
O zaman “Derishow kadını kimdir” gibi sorulara ne cevap veriyorsunuz, hedef kitlenizi nasıl tanımlıyorsunuz?
- Derishow kadını yok. Bizim bir hedef bireyimiz var aslında. Düşünen, üretken, ön yargısız, akılcı, enayi paralar harcamayan...
Ama sanırım bu sizin sadece müşteri değil, doğru insan tanımınız.
- Evet, insanı tarif ediyoruz aslında.
İkinci deriniz gibi hissedeceksinizBu kış için, giyenlerin ikinci bir deri gibi hissedebileceği bir koleksiyon yapmak istemişler. Gerçekten de dokunduğunuzda, kendi teninize dokunuyor gibi hissettiğiniz parçalar var.
Ağırlıklı renk siyah. Yanı sıra bej tonları, mor, mürdüm, kızıllar, doygun zeytuniler, lacivert, taba, gri kombinasyonları, ton ton gri-yeşiller, taş renkleri ve kış beyazlarına da rastlanıyor.
Deri elbiseler, etekler, pantolonlar, bluzlar, lycra’lı süet tayt tipi pantolonlar, güderi elbise ve jumperler, clean-cut deri ceketler, trençler ve montlar var.
Kesimlerde güçlü omuzlar, dar beller, terzi ustalıkları göze çarpıyor.
Eldivenlere dikkat. Oyuncu bir kimlikleri var; parmaksız, püsküllü, fiyonklu...
Başlarda minik fötrler, tüylü, otrişli taçlar, bantlar var. Kaba botlar ve postallar da yapmışlar.
FATOŞ AHUNBAY’IN SİYAH İNCİLERİ
Koleksiyonun ruhu giyenle örtüşemezse, hiçbir zaman ikinci derisi olamaz. Ruha değdirmek için de ortak belleğimizdeki siyahlara yöneldik.
Kişilik sunmaya en fazla fırsat veren renk siyah.
Çizgiye özgürlük tanıyan renkleri severim, siyah böyle bir renk.
Belki de siyah-beyaz düşünüyorum.
Ruhu bir tepside sunacaksan o tepsi siyahtır.