Güncelleme Tarihi:
Sonsuzdan gelip, her an parmaklarımızın arasından akıp sonsuza gitmeye devam eden…
Zaman!
Gelip geçiyor, dur demek kolay değil.
Doğduk, bir zamanlar çocuktuk, ne zaman, nasıl bu kadar çabuk büyüdük değil mi?
Şöyle bir geriye dönüp bakınca, her defasında ‘Zaman nasıl da geçmiş’ deyip şaşırmanız ne kadar da aşinadır değil mi?
Yaşadıklarımızı aklımıza, kalbimize nakışlayarak şimdi yolumuzda yürüyoruz; yaşanan anları arkamızda bırakarak... Geleceğe umutla, ara sıra da kaygı dolu duygu ve düşüncelerle bakarak... Kimi anlarda da zamana karşı direnerek, direnmeye çalışarak…
Hayatın bize iyi kötü neler getireceğini, hangi sürprizleri hazırladığını bilmediğimiz için bu kaygılanış gayet normal.
Yüzyıllardır süregelen ve de her an parmaklarımızın arasından akıp gitmeye devam eden ‘zaman’ insanların hayatını her açıdan etkileyen, yöneten ve de yönlendiren bir sonsuzluk.
Sadece insanları değil ulusları, olayları, olguları, mekanları kendi içinde harmanlayan, öğüten bir kavram. Bu kavramın beraberinde insan aklını, sabrını, üretkenliğini sürekli yenileyebilirse bir de kendini doğru biçimde eğitip, geliştirir ve üstüne üstlük bilgiyle yoğurmayı becerebilirse, zamanı kendi için kullanmaya yönelir. Ve tabii zamanı doğru kullanmanın yanı sıra zamanı kendi lehine çevirmeyi başarır.
Zamanı kendi lehine çevirebilmeyi başarabilen insan, umut dolu bakışlarla gülümser hayata. Umut, her daim hayatına yansır ve yaşama bakışı olumsuzdan olumluya dönüştürür. İsteseniz de yıkamazsınız hayata sarılan o umut dolu kalbi. Ne yaparsanız yapın, mutsuz edemezsiniz o insanı. Yıkamazsınız, bıktıramazsınız, alt edemezsiniz.
Kendi lehimize çevirebilmemiz için zamanı; bu olguyu üçe ayırarak kullanmamız gerekiyor.
Birincisi, şu anda yapıyor ve yapmak zorunda olduklarımız, ikincisi yapabileceklerimiz, üçüncüsü de yapmayı çok istediklerimiz!
Tabii ki insan yapmayı çok istediklerine öncelik vermek ister her zaman. Ama maalesef bunu başarabilenlerin sayısı günümüzde oldukça az. Çünkü sorumlu olarak yaşadığımız aile, birey olarak içinde bulunduğumuz toplum, ekonomik durum, vs... buna izin vermez çoğu süreçte. Biz de vaktimizin bol olduğuna emin olarak (!) bu yapmak istediklerimizi ‘sonraki zaman’lara erteleriz hep.
İşte bu üç olguyu, şu an yapmak zorunda olduklarımızın paralelinde; kalbimizden gelen sesi dinleyip, aklımızla birleştirerek ve de mantığımızı kullanarak sıraya koymayı başarabilirsek eğer, zamanın bizim değil de, bizim zamanın efendisi olduğunu görmemiz hiç zor olmaz inanın.
Aksi takdirde bizlerin zamana köle olmasının dışında, bu karşı konulamayan, önüne geçilemeyen, bize karşı her vakit kazanan, zaman denen sonsuzluğun elinde kaybolup, boğulup, yok olup gitmemiz işten bile değil!
Öyle değil mi?
‘Yarın’ adını verdiğimiz küçücük bir zaman diliminin bizlere ne getireceği belli mi? Ya da şöyle diyelim, bilinebilir mi yarın ne olacağımız?
Yani ‘Okulu bitirince, emekli olunca, param olunca, şu gerçekleşince, şöyle olunca vs… şunu yapacağım, bunu yapacağım’ sıralamaları değil insana kazandıran ve insanı yaşatan.
Mutluluk, başarı, sevgi ve yaşamak başta olmak üzere hayatın tüm alanlarında istediğini elde edenler kim biliyor musunuz?
‘Şimdi’ diyenler!
İçinde yaşadığı şu anın farkında olanlar!
Ne yapacaklarsa yapacak olsunlar, neye başlamaları gerekiyorsa ‘Şimdi tam zamanı’ diyenler!
Kendini ve hayatı ertelemeyenler!
Önünde uzun bir zaman dilimi olduğunu sananlar, ‘Şu zaman şunu yaparım, bu zaman bunu yaparım’ diyenler, bir süre sonra bakıyorlar ki, ‘o zamanlar’ insanların ömürlerinden bırakın günleri, yılları çalarak geçip gitmiş. Hatta geçip gitmesi şöyle dursun, ‘koca bir hiç’ten başka bir şey bırakmıyor ellerinde.
Geriye kalan, yapılmak istenenlerin ama ne sebeple olursa olsun bir şekilde hayata geçirilemeyen şeylerin solgun hayali, bunun verdiği mutsuzluk ve belki de istediğini yapamamış olan insanın kendine olan kırgınlığı ve zamanın belirtisi olan yüzdeki çizgiller.
Yaşanmışlığın ve hep ertelenerek yapılamayanların kanıtı olan yüzdeki çizgiler ve hayat.
Yapmak istediğimiz belki sıradan bir şey belki de yıldızlarla özdeşleştirdiğimiz hayal ve hedeflerimiz. Hangisi olursa olsun fark etmez. İşte bunlar bir gün bir tomurcuğun gül haline gelip güzelliğini gösteremeden, çevresine kokusunu saçamadan dökülmesi gibi biterse, bu çok acı... Tıpkı elimizden akıp giden iyi değerlendiremediğimiz yıllara ya da hayatımızın sonlarına doğru fark ettiğimiz, yitip giden anlarımıza üzülüşümüz gibi ki geri dönüşü olmayan…
Bu noktada şunu düşünmek gerek aslında.
Zaman mı bizim efendimiz, biz mi zamanın efendisiyiz?
Kimi anlarda insanoğlu olarak zamana karşı direniriz, direnmeye çalışırız dedim ya az önce. Bu direnilen birkaç şeyin başında kuşkusuz ki aşk geliyor.
Zamana direnmek için aşk!
Nasıl?
Aşkın lafı geçince ve aşkın zamana karşı direndiğini düşününce aşık olmak istediniz değil mi şimdi? Aşık olanların da daha bir coşkulu çarpıyordur kalbi şu an sanırım.
Doğru zamanlama! Çünkü aşk sonsuzluğun sembolüdür.
Aşk varsa zaman durur!
Bir gülün tomurcuğunu açmadan, kokusunu etrafına saçamadan dökülmesi olayını yaşamamak için, zamanı doğru kullanmaya…
Bir şeyler yapmak için yola çıkmış, bazılarını gerçekleştirebilmiş, günü geldiğinde de istediklerimize ulaşacak olmanın güzel hayaliyle, zamanın efendisi olarak, ‘şimdi’ yi yaşayıp, bunun farkına varabilmenin coşkusuyla sevgi, başarı ve mutluluk kadehini kaldırmaya...