Efendi bir tip olsaydım sempatik nane molla olarak sulara karışıp akar giderdim

Güncelleme Tarihi:

Efendi bir tip olsaydım sempatik nane molla olarak sulara karışıp akar giderdim
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 31, 2009 00:00

Bütün bir günü, bir uzmandan motosiklet ileri sürüş teknikleri dersi alarak geçirmişti. Bebek’teki ofisinden içeri girer girmez anlatmaya başladı. Maymunun da motosiklet sürebileceğinden söz ederken arkadaşım Levent Kulu’nun elindeki fotoğraf makinasına takıldı gözü. Hızla motosikleti unutup fotoğrafa geçti. Çünkü fotoğraf, onun yaşam zevki...

Zaten hayatındaki kadınlar ve fotoğraf arasında hep bir ilişki olmuş. 16 yaşındayken fotoğrafa başlamasının nedeni annesi. 10 yıl sonra bırakmasının nedeni ilk eşinin sinirlenip arşivini yakması. Yeniden başlatan da bir sevgilisinin 40. yaşgününde Leica M6 hediye etmesi.

Liseden sonra fotoğraf okumak için Fransa’ya gittiğinde hukuk fakültesine girmiş ama bir kıza aşık olup kendini dolaşmaya vermiş. Sonra da Türkiye’deki sevgilisini özleyip İstanbul’a dönmüş. Mimar Sinan Üniversitesi’nde konservatuvar okuyup, kısa bir tiyatro deneyiminin ardından televizyon dünyasına adım atmış. Şimdi bütün Türkiye’nin tanıdığı bir şovmen, sunucu, oyuncu, yönetmen, seslendirme sanatçısı.

Hayatı yolunda gitse de onun yerleşiklik ile bir problemi var. Bırakıp gidebilme gücünü her zaman bulabilmiş, yol ayrımlarından korkmamış bir insan olarak bir yanı hep gitmek istiyor.

BİR ANI

Bir Yunan adasında uzun uzun yürüdüm bağıra bağıra ağladım

Çocukken İstanbul’da, Side’de nedense hep aynı sokaklarda kaybolurdum. Ondan sonra hissikablelvuku ile yönümü ya da sevdiklerimi bulurdum. En son üç sene önce bir Yunan adasında yaptım. Uzun uzun yürüdüm, bağıra bağıra ağladım. Ve bu müthiş bir temizlenme yarattı benim içimde. Ondan sonra gece oldu, döndüm. Telefonlar açtım eski sevgili, arkadaş gibi birtakım insanlara. Hepsiyle barıştım. Bu insanın ara sıra çekip gitmesi gerektiğini gösterdi. Mesafe ne olursa olsun git, kendinle hesaplaş ve dön.

ROL MODELİM

ANNEM

Annemle yanyana geldiğimizde birbirimize tahammül edemiyoruz. Fakat hakikaten benim rol modelim. O resim yapardı, ben resim yapamadığım için fotoğraf çektim. Annemin bir resim sergisini bir saatte gezdiğini görmedim. En aşağı üç gün, 12’şer saat. Sonradan idrak etmeye başladım ki, bir insanın o resimle geçireceği bir zaman var. O vakti geçirmezsen hiçbir şey anlamıyorsun. Çok kitap okudum ama o kitapları anlamış olduğumdan da emin değilim. Hakkı (Devrim) Abi’nin eşinin, Allah rahmet eylesin, mükemmelen çevirdiği Sartre’ın "Özgürlük Yolları" üçlemesini 16 yaşındayken okudum. Annemin bir arkadaşı vardı. "Havalı olabilirsin ama salaksın. Ben ancak 40 yaşında okuduğumda anladım. Hiçbir bok anlamadan okuyorsun" dedi. Hakikaten haklıydı. Camus’nün "Yabancı"sını 10 senede bir değil, her sene okuyun her seferinde başka bir şey anlarsınız.

İŞ HAYATIM

10 farklı iş yapıyorum bir şey kıvıramadım henüz

Televizyona çıktığım 1994’teki noktaya dönmek, bunları yapmamak isterdim. Daha az param, daha mutlu bir hayatım olurdu. Bir evlilik yapıp, ruhsal mastürbasyonlarla hayatını idame ettiren bir adam olmazdım. Yaptığımız şov business. Suya yazılan bir yazı gibi. Şu ana kadar büyük bir sanatçı olarak takdir edilecek hiç bir şey yapmadım. Ne müthiş fotoğraflar çektim, ne müthiş sinema filmlerinde oynadım! 50 sene sonra bir tipin "Karanlıkta kalmış bir romanını ya da bir fotoğrafını buldum" diyeceği bir şey kıvırmadım henüz. Fakat önümüzdeki yıllardan ümidim var. Eşim reklamcı, daha mobil bir hale gelebiliyor. Eğer anlaşmamıza uyarsa ben birkaç sene çalışıp "Hadi ben yoruldum sen bana bak" diyeceğim. Sıkı bir roman yazsam. Gerçekten iyi bir fotoğraf çeksem, Ara Güler’in "Kadın ve Allah" fotoğrafı gibi. Ya da yıllarca hatırlanacak bir piyes yazsam...

AŞK

KENDİME 10 SENE BOŞANMA YASAĞI KOYDUM

Genç arkadaşlarda benim sinirimi bozan bir şey var. Bu aşk meşk meseleleri özellikle problematik çocuklarda kendinden kaçmak için bir yol oluyor. Mutlaka ben de zayıf düşen bir adamım. Erkek için her yaş ya erken ya geç. Güzel bir ilişki yakalamışsın, yaşa, keyfine bak değil mi? Komplekslerini çözmeye çalışıyorsun. Bütün bunları hallettiğin zaman da geç. Şimdi tam o aradayım. Ne geç ne erken. Bu kıza da (Şirin Ediger) dedim ki, "Ben on sene kendime yasak koydum hiç boşanma lafı etmiyorum." Eşimi, kızım gibi olması için fazla güçlü görüyorum. Annem olmak için de fazla genç. Arkadaşım gibi diyebilirim. Hatta bazen de erkek arkadaşım gibi geliyor.

HAYATIMIN FİNALİ

Bir kadının üzerinde, bir dağın zirvesinde bungy jumping yaparken ölmek gibi bir niyetim yok

DENİZ SEKİ

NE YAPACAĞIMI BİLEMİYORUM

Üzülüyorum. Fakat Deniz’i ziyaret ya da televizyondan yapacağım bir hareket şu anda zaten karışık olan hayatına müdahale olacaktır. "Yahu kalk git izin al ziyaret et" diye aklımdan geçiriyorum. Ama benim Deniz’i ziyaretim Gülben Ergen’inki gibi olmaz. Basın bunu alır, paralar, bir şekle sokar. Orada tam da tanımlayamadığımız bir gönül ilişkisi var. Ben görevimi yaptım tatminini yaşamak amacıyla hareket etmem. Ne yapmam gerektiğini hakikaten bilemiyorum. Sanatçı arkadaşlarını toplayalım bir eylem mi yapalım? Ama yarar mı zarar mı sağlayacağını bilmiyorum. Benden bir yarar beklense annesi, kardeşleri vasıtasıyla bunu talep eder. "Okan sen şu görevi yap" talebiyle karşılaşmayınca zarar vereceğim endişesiyle bir şey yapmam.

POLİTİKA

POLİSTEN ÇOK DAYAK YEDİM

İşçi Partisi’nin gençlik örgütü üyesi militan bir çocuktum. 12 Eylül öncesinde duvar yazısı da yazdım, gözcülük de yaptım. Ama polisten çok dayak yedim. Üç kere gözaltına alındım. Ama bugün de aynı şeylere inanıyorum. Televizyonda konuşuyorum, "Kapitalist sistem poponuza kaçtı" diyorum.

EKRANDAKİ OKAN BAYÜLGEN

Sevsinler diye maymunluk yapmam

Beni ekrandan biraz kötücül olarak tanıyorlar. Ama sevgi arsızı olmanın, daha çok sevsinler diye maymunluk yapmanın da gereği yok. Geçen gün apartmana girerken kamera takan elektrik ustasıyla çatıştım. "Ne yapıyorsun?" dedim. Bana esprili bir karşılık verdi. "Şakacı mısın?" dedim. "Şakacı sensin ben şakacı değilim" dedi. "Beni tanımamışsın" dedim. Sonra "Hakikaten sen televizyonda göründüğün gibi gıcıkmışsın" dedi. "Beni tanısan seversin" dedim. "Galiba öyle" dedi. Birbirimize iki yumruk çakacağımıza, meseleyi hızla hallettik. İnsanların birbirini sevmesi için bedel ödemesi gerekir. O bedel de çatışmadır, baştan kavgadır gürültüdür, başta anlamamaktır, sonradan farkına varmaktır. Beni sevgi, sadakat ve arzuyla izleyen herkesle her zaman bir çatışmam olmuştur. Efendi bir tip olsaydım, sempatik nane molla olarak sulara karışıp akar giderdim.

ENLERİM

En büyük korkunuz?

-Ölmek

En çok neye dokunmaktan hoşlanırsınız?

-Karıma...

En nefret ettiğiniz davranış?

-Nankörlük

En sevdiğiniz tatil kenti?

-Madagaskar’da Morondava

En sevdiğiniz yemek?

-Yoğurtlu bakla ve soğuk ayran çorbası

En sevdiğiniz tarihi kişilik?

-Che Guevara

En sevdiğiniz film?

-Zabriskie Point (Michelangelo Antonioni/ 1970)

En sevdiğiniz kitap?

-Andre Gide’in Isabelle romanı

En sevmediğiniz koku?

-Kekremsi, ekşimtrak kadın ve erkek kokuları. Ve meyveliler.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!