Güncelleme Tarihi:
İnsan hakları ve demokrasi patenti ellerindedir ya, hesap sormaya yetkili bilirler kendilerini.
Tek tek belki bin kere cevap vermişimdir, bu kulaktan dolma ve önyargılı (önyargılı çünkü Ermeniler’i kesmişizdir, Kürtler’i kesmekteyizdir, Yunanlılar’ı da elimizden Avrupa kurtarmıştır...) sorulara.
Türk - Yunan - Rum (Kıbrıslı Rumlar, buradaki kardeşlerimiz değil elbet) anlaşmazlığı konusunda her seferinde kullandığım bir argüman vardır:
Yunanlılar, Rumlar bizim nasıl düşmanımız ki, meyhanede iki kadeh attık mı, yahut düğünde yüreğimiz kabardı mı, Rumca şarkıya başlar, sirtakiye kalkarız?
Bizden başka “düşmanının” şarkılarına ağlayan millet var mıdır? (En azından İstanbul’da böyle yaparız.)
Kimin kime düşmanlık ettiğini görmek istiyorsan, Pire’de bir meyhanede pikaba “Kâtibim” yahut “Çanakkale içinde aynalı çarşı” türküsünü koy bakalım... ne ediyorlar adamı!
*
29 Ekim resepsiyonuna, inadına gibi, bangır bangır Kürtçe kaset dinleyerek giden CHP plakalı bir araçtan bahsettiği yazısında, Ertuğrul Özkök :
“Türkiye, bütün bunları aşmış bir ülke. Bakın size bugünün Türkiye’sinden bazı çizgiler vereyim. Geçen hafta en çok satan yabancı CD’lerin ilk iki sırası Yunanlı şarkıcılarındı. Gazetelerde Yunanlı yazarlarla yapılmış mülakatlar yayınlanıyor. Kürtçe söyleyen bazı sanatçıların konserleri tıklım tıklım. Anlayacağınız, Türkiye komplekssiz bir ülke. Türkiye, etnik komplekslerinden arınmış bir ülke. Şimdi bunu başka etnik komplekslerle karıştırmanın bir âlemi var mı?” diye soruyordu. (Hürriyet, 2 Kasım)
*
Aynı gün, bir arkadaşımdan da şöyle bir e-posta geldi:
“29 Ekim’de The Marmara Oteli’nin roof’unda (öhöm… adı Tepe Lounge) bir arkadaşımla oturuyorduk. Oranın manzarası müthiştir. Şehre en hakim noktalardan biri. Tepe Lounge’da ancak barda yer bulabildik. Çünkü tıklım tıklımdı. Sürekli gruplar halinde insan geliyordu. Masalarda Türk bayrakları vardı (ikişer tane). Tepe Lounge’a gelirken asansörde beş kişilik bir turist grubuna rastladım. Hepsi Yunanlıydı. İstanbul’a ikinci kez geldiklerini, çok sevdiklerini, The Marmara’da yer olmadığı için Princess Otel’de kaldıklarını söylediler. Konuştuğum kadın 60 yaşlarındaydı ve süper İngilizce konuşuyordu!
Ekim ayı ve yer yok, ne acayip değil mi? (seyahat acentası öyle demiş). Neyse, gecenin bir vakti bir kadın şarkı söylemeye başladı. Türkçe, İngilizce, İspanyolca, Fransızca derken sıra Yunanca’ya geldi. Birden alkış koptu, meğerse Tepe Lounge’ın dörtte üçü (hatta fazlası) Yunanlı doluymuş. Şarkıyı birlikte söylediler ve bittikten sonra da çılgınca alkışladılar. Ancak şarkıcı kadın başka Yunanca şarkı söylemedi.
Bu arada aşağıdaki manzarayı seyrediyorduk. Birden 200-300 kişilik bir grubun ellerinde Türk bayrağı ve üç hilalli bayraklarla Taksim Meydanı’na yürüdüğünü gördük. Ortalık polis doluydu ama kimse onlara müdahale etmedi. Zaten sessizce gelip, saygı duruşu yapıp dağıldılar.
Ne acayip değil mi? Yunanlılar ekim ayında Türkiye’de tatil yapıyor. Türk bayraklı masalarda oturuyor. Şarkıcı kadın Yunanca şarkı söylüyor. Aşağıda ülkücüler Atatürk Anıtı ziyaret ediyor. İşte öööyle bir akşamdı.”
*
Tampliye Şövalyeleri’nin tekris töreninde, görevlilerden biri Latince bir dua okurmuş:
Ecce quam bonum et quam judundum habitare fratres in unum !
Kardeş gibi bir arada bulunmak ne kadar iyi, ne kadar güzel...