Güncelleme Tarihi:
Berkin adında bir çocuk
Berkin Elvan’ı hiç tanımadım ben, hiç görmedim. Sesinin tonunu, nasıl güldüğünü, konuşurken ellerini nasıl hareket ettirdiğini bilmiyorum. Belki şimdi annesine, babasına, öğretmenine, ablasına sorduğum soruları ona sorsam başka cevaplar alacaktım. “Denizci olmak mı? Ohoo, çoktan vazgeçtim ben o hayalden” diyecekti. Belki de fazlasını anlatmak isteyecekti, mesela Twitter’a “O iki günlük kişiyi seçti, sözde geçen seneden beri beni seviyormuş” yazdığı kızdan bahsedecekti. Twitter’dan takip ettiği Justin Timberlake’ten konuşacaktık belki de...
ZEYNEP MİRAÇ
1999’un 5 Ocak’ında beklenenden erken doğdu Berkin. Doğduğu gün Türkiye büyük bir hükümet krizinin içindeydi, cumhurbaşkanı tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Yalım Erez bir türlü sonuca ulaşamadığı için Mesut Yılmaz hâlâ Başbakan’dı. Dolar 316 bin 500 lirayı bulmuştu, Euro Avrupa borsalarında kullanıma gireli henüz bir gün olmuştu. Metin Göktepe davası üçüncü yılına girmiş, onu öldüren polisler tahliye edilmişti.
Hasan Cemal köşesinden “Yeter, bitsin artık bu hükümet oyunu” diye sesleniyordu. 15 yıl iki ay sonra, o gün doğmuş bir çocuğun ardından “Ufaklık, sen uyudun, memleket uyanmaya başladı” diye yazacağını bilmiyordu.
Gülsüm-Sami Elvan çiftinin iki kızları vardı: Özge ve Gamze. Üç numara olacak bebeğin cinsiyetini bilmiyorlardı, isim de kararlaştırmamışlardı. Doğumdan bir gün önce Sami Elvan’ın eniştesi geldi, “Seni rüyamda gördüm Gülsüm” dedi, “Bir oğlun olacak, adını da Berkin koyacaksın”. Anlamının güçlü, sağlam olduğunu sonradan öğrendiler.
Baba Sami Elvan, Tokat-Kızıldere doğumlu. Bundan 42 yıl önce devletin yine cinayet işlediği, Mahir Çayan’ların saklandıkları evde öldürüldükleri gün, henüz beş yaşındaydı. Köyün üstünde dolaşan helikopterlerin sesi hâlâ kulaklarında.
En çok uçurtmaları severdi
Babası simitçiydi, kışın İstanbul’a çalışmaya gelir, yazın köye dönerdi. 1982’de o da babasıyla birlikte geldi, geliş o geliş... Önce baba mesleği, sonra tekstil atölyelerinde işçilik...
Anne Gülsüm Elvan, Dersimli. Bu topraklarda Alevi olmanın bedeli nedir, iyi biliyor. İkisinin de damarlarındaki kan, omuzlarına yük olmuş ömür boyu. Hep daha fazla güç, daha fazla sabır dilemişler yaşamak için. Öyle gerekmiş çünkü.
Evlendiklerinden beri Okmeydanı’nda oturuyorlar. Çalıştıkları atölye de burada, iki-üç sokak ötede. Akşamları karı-koca eve dönerken Berkin’in onları beklediği, sonra da ortalarına girip konuşa konuşa eve kadar yürüdükleri köşeyse apartmanın hemen arkasında. O köşedeki internet kafe, Berkin’in akşamları zamanını geçirdiği yer. Arkadaşları langırt oynarken o da bilgisayarda şimdi yüreğimizi dağlayan o cümleleri yazıyordu: “Yaptığım en büyük spor, umutla yarınlara koşmak”.
Ona arkadaş kadar yakın olan öğretmeni Cem İdilkut mahallenin bütün çocuklarının kendilerinden büyük cümlelerle konuştuğunu söylerken, “Sanki” diyor, “Sanki dünyanın bütün yükü onların üzerinde. Hayalleri buraya sığmıyor çünkü. Bizim çocukların çok umudu var ama yolları yok”.
İdilkut, Berkin’i en çok uçurtmalarıyla hatırlıyor. Kendi yapıp koşa koşa havalandırdığı uçurtmalarla. Babası da “Yürümezdi ki zaten” diyor, “Hep koşardı, hep...”
Şehir uzakta, masallardaki kadar
14 yaşının bütün enerjisiyle Piyalepaşa’nın dar sokaklarında koşan Berkin’i gözümde canlandırıyorum. Geleceğin, çocukları elinde süslü hediye paketleriyle beklediği bir mahalle değil burası. Elvan ailesinin altıncı kattaki dairelerinin balkonu; boyaları dökülmüş, boz renklerin ardından sıvaların göründüğü, her pencereden bir uydu antenin sarktığı apartmanların üstünden Feriköy’ün gıcır gıcır rezidanslarına bakıyor. Hani Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’nda dediği gibi: “Sineklidağ burası, şehre tepeden bakar. Ama şehir uzakta, masallardaki kadar...”
Hayatın acımasız tesadüflerinden biri; balkon yalnız o gökdelenlere değil, bugün Berkin’in yattığı mezarlığa da bakıyor. Özge ile Gamze’nin odasının penceresinden, vızır vızır akan Piyalepaşa Bulvarı’nın kenarından yükselen selvi ağaçları görünüyor.
Bu eve dört ay önce taşındıkları için Berkin’in bir odası yok. Giysileri, ayakkabıları, ders kitapları bir köşede bekliyorlar öylece. İşçi ailelerinin çocukları ezbere bilirler, çocuk sayısı arttı mı ufaklıklara hep oturma odaları kalır. Berkin’in de meskeni oturma odasıydı, iyileşip yeni evine gelse yine öyle olacaktı. Belki allem edecek kallem edecek, ara sıra da olsa ablalarının odalarına kurulacaktı.
Zaten 14 yaşında bir çocuk odada oturup ne yapsın? Sokaklar dururken... Aynanın karşısında ensesine uzayan saçlarını tarayıp, parmaklarını diline götürüp o güzel kalın kaşlarını düzeltecek, sonra da babasından aldığı harçlığı cebine atıp kalbini çarptıran o kızın peşinden koşacaktı.
Boş kağıt yerine kırmızı kalp
Sevdiği başka, onu seven başkaydı. Hayatın cilvesi işte. Onu seven kızla görüşüyordu, onun sevdiğiyse başkasına yar olmuştu. Vurulduğu günün ertesi günü mezuniyet törenleri vardı. Orada görecekti sevdiğini, annesinden babasından yeni kıyafet istemesi de bundandı. Aslanlar gibi çıkacaktı kızın karşısına.
O tören hiç yapılmadı. Berkin’in olmadığı töreni hiçkimse istemedi.
Sınıfta neşesiyle tanınırdı. Sözü de geçerdi hani. Cem Öğretmen, sınıf iyice zıvanadan çıktı mı Berkin’e seslenirdi: “Berkin şunları bir sustursana!”
Sanmayın ki öyle sevimsiz, inek öğrencilerdendi. İlk altı sınıfı fena okumamıştı ama kavak yelleri esmeye başlayınca biraz boşlamıştı. Ders ilgisini çekerse ne âlâ, sıkılırsa geçmiş olsun. Yine de gönül almayı bilirdi. Matematik sınavında kağıdı boş vermek yerine, üzerine kalp çizip “Öğretmenim sizi seviyorum” yazacak kadar gönülçelendi.
“Büyüyünce ne olacaksın?” Kim olsa sorar. Büyüseydi, büyük olasılıkla futbolcu olacaktı. Mahmut Şevket Paşa Spor Kulübü’nde top koşturuyordu, fena oyuncu da değildi. Karateye meraklıydı bir de. Yazın başında yüzmeye karar vermişti, üstelik eve çok yakın olan Cemal Kamacı Spor Salonu’ndaki havuza kayıt da olmuştu. Gitmeye fırsatı olmadı.
Futbolcu olamazsa da denizci... En son öyle söylemişti annesine. Muhtemelen 40 kere daha değiştirecekti fikrini. Kırk keresinde de emin olacaktı hayalinden, sonra bir uçurtmanın peşinden koştururken unutuverecekti.
Dedim ya, Berkin’i hiç tanımadım. Ama dinledikçe emin oldum ki tanısaydım çok sevecektim. Belki Twitter’da takip ettiği Shakira’nın bir konserine bile giderdik birlikte. Şöyle tepine tepine dans ederdik.
2014’ün 11 Mart’ında çok ama çok erken öldü Berkin. Öldüğü gün Türkiye Ergenekon tahliyeleriyle sallanıyordu. Dolar 2.22 liraydı. Euro ise 3 lirayı geçmişti. Metin Göktepe davası 18. yılını tamamlamış, öldürenler çoktan özgür kalmışlardı.
Burakcan adında bir delikanlı
12 Mart gecesi başından vurulan Burakcan Karamanoğlu’nun mahallesi Okmeydanı’ndaydık. Alevi-Sünni çatışması yaratılmak istendiğini konuşulan mahalle halkı, 22 yaşındaki Burakcan’ın katilinin bir an önce bulunmasını istiyor
İPEK İZCİ
“Evet, Facebook’una ‘Sedat Peker reis tahliye oldu. Çok şükür’ yazmıştı, doğru. Sedat Peker’i severdi, hatta komiklik olsun diye taklidini de yapardı. Ama bizim o gün, oraya gidişimizin altında siyasi bir durum yoktu. Bu lafa çok kızıyorum. Biz oraya mahallemizi korumaya gitmiştik.”
12 Mart gecesi Okmeydanı Yolağzı mevkiinde öldürülen Burakcan Karamanoğlu’nu, hedef olur korkusuyla ismini vermek istemeyen bir arkadaşı böyle anlatıyor: “Siyasi tartışmalara çevirmeyin konuyu. Evet, AKP’ye oy verecekti ama onun o anda sağla, solla işi yoktu. Politik bir tarafı hiç yoktu. İddiaların aksine 1453 Kasımpaşalılar grubuna üye değildi.”
Burakcan Karamanoğlu, öldürüldüğünde 22 yaşındaydı. Giresun, Alucra’lı, beş çocuklu bir ailenin ortanca oğlu. Neşesiyle ünlü; Bülent Ersoy’a varıncaya kadar taklitler yapıyor. Mahallede yürürken tanımadığına bile selam vermeden geçmiyor; buna şaşıranlara da “Allah’ın selamını mı esirgeyeceğiz!” diye kızıyor.
TIR şoförlüğünden yeni emekli bir baba ve ev hanımı annenin, evin büyük ölçüde geçimini sağlayan, ortaokul mezunu, fanatik Galatasaraylı oğlu… Sebebini hiç öğrenemeyeceğiz ama şehit olmakla da ilgili bir takıntısı varmış. İskenderun’da başlayan, Çanakkale’de sonlanan askerliği sırasında bir kız arkadaşına sık sık şehit olmak istediğini söylüyormuş. Askere gitmeden önce üç yıl motorlu kurye olarak çalıştığı kebap lokantasına sağ salim dönmüş ancak bu kez sadece altı ay çalışmış. Patronuyla yaşadığı bir tartışma sonrası işi bırakıp bir markete kasiyer olarak girmiş.
İş önemli tabii... Arkadaşı, 800-900 TL olan maaşının, 700 lirasını her ay ev kirasına verdiğini söylüyor. Para meselesi de mühim: Gittikleri mekânda asla başkasına hesap ödetmez, hesabı illa kendisi ödermiş.
Biraz da çapkınmış Burakcan. “Artık doğru düzgün ‘takıl’ birileriyle oğlum!” dendiğinde şöyle diyormuş mesela: “Güvenebileceğim birini arıyorum işte...”
Geniş bir çevresi var; mahalledeki genel kanı sakin, efendi biri olduğu yönünde. Vücut geliştirme yaptığı için haftada üç gün beyaz et aldığı kasap mesela, çatışmaya gireceğine ihtimal vermediğini söylüyor. Oğlunun arkadaşı olan Burakcan’ın sol kaşındaki façadan da şöyle bahsediyor: “Özgürlüğün simgesiymiş, yeni öğrendim. Genç genç çocuklar işte... Kim bilir hayallerinde ne vardı?”
Bu sorunun yanıtını birkaç saat sonra öğrendik. Yaza kadar çalışmakmış niyeti. Sonra istifa ve güzel, uzun bir tatil... Dönüşteyse istikrarlı bir iş bulmak, uzun vadede de ailesine bir ev almak...
Okmeydanı’nda bir sınır olarak kabul edilen Yolağzı mevkiinin az ilerisindeki Çeşme Durağı’nda vuruldu Burakcan. Mevkiinin alt kısmında sağ, üst kısmında sol görüş hâkim. Tam bu sınırda Alevi nüfusun yoğun olduğu sokaklar var. 12 Mart gecesi bu evlerin camı, çerçevesi indirilmiş; Alevi bir muhtar adayının seçim pankartları tahrip edilmiş. Sol görüşlüler, Burakcan’ın öldürüldüğü çatışmadakilerin AKP’ye yakınlıklarıyla tanınan 1453 Kasımpaşalılar olduğunu düşünüyor. Onlara göre amaç, tam da yerel seçimler öncesi Alevi-Sünni gerilimini tırmandırmak. Üstelik olay gecesi polislerin, mahalleyi tekbir getirerek basan eli sopalı kimseleri durdurmadıkları, aksine onlara refakat ettikleri söyleniyor. Bu iddiayı sorduğumuz Çevik Kuvvet amirinin yanıtı sinkaflı oldu. Tartaklanmamız da cabası...
Yığılmış olduğu yere...
Peki, olay günü ne oldu? Burakcan, akşam işten döndüğünde annesinin, “Dışarılarda olaylar var, çıkma” sözüne, “Tamam” dese de bir süre sonra aşağı indi. Birileri mahalleye, Berkin Elvan’ın cenazesinden dönenlerin Çeşme Durağı’na ineceklerini ve esnafa zarar vereceği söylentisini yaymış... Bunu duyan Burakcan, arkadaşına “Biz de gidelim, duralım” demiş. Birlikte ana caddenin kenarında mahallelilerle birlikte olayları izlemeye başlamışlar. Yokuşun başındakilerin aşağı inmesini engellemek ve dertlerinin ne olduğunu anlamak isteyince, yukarı doğru ilerlemişler. Burakcan’ın babası Halil Bey olaylardan yarım saat önce, caddedeki ışıkların karartıldığını hatırlatıyor.
Bir süre sonra arkadaşı, Burakcan’ı, bir kaldırıma oturmuş yeni aldığı telefonuyla oynarken görmüş. Bu, onu son görüşü... Devamını kendi ağzından dinliyoruz: “Birden yukarıdakiler üzerimize havai fişek atmaya başladı ve herkes bir yana kaçıştı. O esnada birbirimizi kaybettik. Burakcan kaldırımdayken başına mermi gelmiş, yığılmış olduğu yere...” Birkaç saat sonra da elektrikler geri gelmiş.
Kızım Teksas yaz
Ve ertesi gün bir çatışma daha... Üstelik yine Alevi dükkânlarına, evlerine zarar verilmiş. Son yaşananlardan sonra Alevilerle sokağın ortasında konuşmanın imkânı yok: “Şu geçen AKP’li bir arkadaş. Komşumuz tabii, şimdiye kadar bir kötülüğünü görmedik ama insan yine de tedirgin oluyor. Kimin ne yapacağı belli değil. Şöyle içeri geçin, orada konuşalım.” Aşağı ve yukarı mahallenin iki ortak noktası polisler yokken kendilerini daha güvende hissetmeleri ve Berkin ile Burakcan’ın katilinin yakalanması isteği.
Peki, bütün bu yaşananların sorumlusu kim? Muhafazakâr kesim DHKP-C ve Gezi direnişçilerinde, solcu kesimse 1453 Kasımpaşalılar’da ısrarlı. Alevilerse Berkin Elvan eylemlerinin muhafazakâr kesim tarafından mahallenin hâkimiyet altına alınması için bahane edildiğini düşünüyor. Ancak iddia edildiğinin aksine Berkin Elvan için yürünürken şiddet olaylarının yaşanmadığını, tek bir dükkâna dahi zarar gelmediğini söylüyorlar. Kozmopolit yapısına rağmen ayrışmaların derinleştiği mahallede, solculara göre muhafazakârlar, sağcılara göre de illegal örgütler söz sahibi olmak istiyor.
Bütün bu konuşmalar yapılmadan birkaç saat önce, DHKP-C Burakcan’ın öldürülmesini üstlenmiş, soruşturma başlatan İstanbul Başsavcılığı’nın olayla ilgili provokasyon savlarını da araştırdığı açıklanmıştı. Olay gecesi “PKK’lılar
geliyor” söylentisi yayılarak tekbirler eşliğinde 1453 Kasımpaşalılar grubuna yakın kişilerin sokağa çekildiği ve çatışma zemini yaratıldığı da iddialar arasında...
Bir bakkal elimdeki deftere işaret ediyor: “Burayı Okmeydanı diye yazma kızım, Teksas diye yaz. Burada yalnız yaşayan genç bir kızın evine hırsız girdi. Polisi aradık, ‘Can güvenliğim yok’ diye gelmedi. Yani kimi korumak işine gelirse buraya geliyorlar. Canımız Allah’a emanet!” Bugünlerdeyse, Okmeydanı’ndaki her sokak başında Çevik Kuvvet, TOMA ve bittabii Akrep manzarası var.
Bir yanda 13 Mart gecesi saat 02.00’ye kadar sokak aralarında “O Cemevini yakacağız” diye çığlık atan eli sopalılar... Bir yanda Cemevi önünde karşılaştığımız Ethem Sarısülük’ün abisi Mustafa Sarısülük’ün ellerini iki yana açıp “Çocuklarımızı en güzel yaşlarında öldürüyorlar” sözleri...
Siz hangi taraftasınız?